Endüstri devriminden bu yana artan endüstriyel aktivite, karbondioksit ve sera gazı salınımını da yükseltmiştir. Yerküre için bu dengeyi sağlamak ve kontrol altına almak üzere Kyoto Protokolü oluşturulmuştur.
Kyoto Protokolü
Gezegenimiz ısınıyor. İklim değişiyor. Buzullar eriyor. Kutup ayıları acı çekiyor… Evet, hepsi oluyor ve bunu sürekli duyuyoruz. Sanırım sürekli işitilen şey, bir süre sonra gerçek etkisini kaybediyor. Böyle olmalı çünkü yaşadığımız gezegen üzerine inşa ettiğimiz cehennemin hiç de farkında değiliz. Cennetten kovulan bizler yeniden oraya ulaşmak için can atıyoruz ve yapılan tüm iyi şeyler orada olabilmek için. Fakat cennete giden yolun cehennemi yaratmaktan geçtiğini kim söyledi? Belki de şeytan fısıldamıştır, artık işitmeyen kulaklara.
İklim bilimciler, iklim değişikliğinin yaratacağı felaketlerin önlenmesi için küresel sıcaklık artışını 2 santigrat derecenin altında tutmak zorunda olduğumuzu; yani atmosferdeki sera gazı miktarını 350ppm’in altına indirmemiz gerektiğini söylüyor.
İklim değişikliğinin sebebi; ısının atmosferde biriken CO2 (Karbon dioksit), CH4 (Metan), C4H10 (Bütan) gibi sera gazlarının atmosferden çıkışını engellemesidir. Bu yüzden ısı enerjisi, madde partiküllerinde ya çok fazla kalıp ısının artışına ya da maddeden çabuk ayrılıp ısı kaybına veya periyodik halde değişmesine sebep olur. Bu da Dünya, Mars, Venüs ya da söz konusu herhangi bir gezegenin ikliminde yaşanan sürekli değişimlere yol açar. İklim değişiklikleri tamamen ya da kısmen küresel ısınma sonucu olabilir.
Yaklaşık 150 yıl önce sanayi devriminin başlangıcında atmosferdeki karbondiyoksit miktarı önceki 700 yıl ile hemen hemen aynı seviyedeydi. Son 150 yılda, ortalama sıcaklık dünyada neredeyse 0,8ºC ve Avrupa’da da yaklaşık 1ºC arttı. 1990’lar bin yılın en sıcak on yılı, 1998 yılı ise bin yılın en sıcak yılı oldu.
Endüstri devriminden bu yana artan endüstriyel aktivite, karbondioksit ve sera gazı salınımını da yükseltmiştir.Yerküre için bu dengeyi sağlamak ve kontrol altına almak üzere Kyoto Protokolü oluşturulmuştur.
Kyoto Protokolü, sera gazı emisyonlarının indirgenmesi konusunda yapılan ilk anlaşma olup adını zirvenin yapıldığı Kyoto şehrinden almaktadır. 11 Aralık 1997’de var olan bu anlaşma, sera gazı emisyonlarının en az yüzde 55’inden sorumlu olan 55 ülkenin onayı ile 16 Şubat 2005’te hayata geçmiştir. Türkiye ise bu protokole 5 Şubat 2009’da katılım göstermiştir.
Kyoto Protokolü’nün amacı
Kyoto Protokolü iklim değişikliği ve küresel ısınma ile mücadeleyi amaçlayan uluslararası bir sözleşmedir. Bu sözleşmeyi imzalayan ülkeler atmosferde biriken bu zararlı gazların sorumluluğunu üstlenmişlerdir. Fakat sera gazı emisyonlarını azaltmaya yönelik uluslararası bu anlaşmanın etkisi mütevazı olacaktır. Kyoto Protokolü’nün bilimsel danışmanları işlevini üstlenen Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’ndeki uzmanlar, Kyoto Protokolü’nün dünyaya en fazla 10 yıl zaman kazandırabileceğini söylüyorlar ve küresel ısınmayı durdurabilmek için çok daha radikal önlemlere ihtiyaç olduğuna dikkat çekiyorlar.
Buzullar eriyor, deniz suyu seviyeleri yükseliyor, kıyı devletleri tehlike altında, seller ve taşkınlar giderek artıyor. Bu süreçleri hızlandıran en önemli etken ise iklim değişikliği.
İklim değişikliği gezegenimizin dengesini bozmaya devam ediyor ve biyolojik çeşitliliği de etkileyerek bazı canlı türlerinin yaşam haklarını elinden alıyor. WWF Türkiye’nin yaptığı açıklamaya göre; küresel çapta 2˚C’lik sıcaklık artışının Kuzey Akdeniz’de bitkilerin yüzde 50 oranında kaybedilmesine yol açacağını gösteriyor. Bu kayıp, İspanya’da ve özellikle Fransa’da yüzde 80’e kadar çıkabilir. Ayrıca orman yangınlarındaki artış da, istilacı türlerin yayılmasına, dolayısıyla orman yangınlarının daha geniş alanlara sıçramasına neden olacak.
1979 ila 2004 yılları arasında doğal afetlerden ölümlerin %95’i gelişmekte olan ülkelerde yaşandı.
Dünya’da her yıl 350 bin insan iklim değişikliği sebebiyle hayatını kaybetmektedir. 2009, Kopenhag zirvesi sonunda konulan 2 santigrat derecelik hedef için, G77 sözcüsü Lumumba Di-Aping ”Bu karar Afrika için bir intihar anlaşmasıdır. Birkaç ülkenin ekonomisini korumak için onu bir fırına atma anlaşmasıdır. Bu altı milyon insanı Avrupa’da fırınlara yollayan anlayışa dayalı bir çözümdür.” açıklamasını yapmıştı. Kyoto, gelişmiş ülkelere aynı gelişmişlik düzeyine sahip olmayan diğer ülkeler için sorumluluk vermektedir. Bu yüzden yasal bağlayıcılık meselesi söz konusudur. Batı yaptırımı olamayan bir anlaşma istese de, Afrika ve ada devletleri batının hem tarihsel sorumluğunu kabul etmesini hem de yasal olarak bağlanmasını talep etmektedir.
İklim bir banka olsaydı, onu çoktan kurtarmışlardı. Hugo Chavez
Küresel ısınma sonucu Kuzey Kutup bölgesinde yaşanan buz açılmaları, tüm dünyanın dikkatini bu yöne doğru çekmeye başlamıştır. Birleşmiş Milletler Jeolojik Araştırma Kurumu’na göre, dünyada keşfedilmemiş gazın %30’u ile yine dünyanın keşfedilmemiş petrolün %13’ü Kuzey Kutup Dairesi’nin kuzey bölümünde yer alıyor. Askeri güçlerinde artış gösteren Milletler, Rusya, Danimarka, Finlandiya, İsveç, İzlanda, Norveç ve Kanada gibi ülkelerin bölgesel güvenlik ve sınır sorunları hakkındaki görüşmeleri artmıştır. Birleşmiş Milletler dahil bir çok ülke geçtiğimiz yıllarda keşif ve sondaj çalışmalarını hızlı bir şekilde arttırdı.
Yapılan çalışmalara göre sıcaklıkların son 2 yıla oranla yükselmesi sonucunda Kuzey Kutbu’nda bulunan 125 göl yok oldu. Diğer bir çok göl ise suyunu çekmiş halde. Göllerin zeminini oluşturan toprak ‘permafrost’ (kutuplarda sürekli donmuş toprak) halde olduğu için zemin çökmelerine ve dağ seviyelerinde azalmaya yol açmaktadır.
Değişimlerin aniden meydana geldiğini anlatmak isteyen Kaliforniya Üniversitesi araştırmacısı Laurence Smith, ‘Uzaydan bakıldığında göl ya yerinde iyi durumdadır ya da ortadan kaybolmuştur.’ şeklinde açıklama yapmıştır. Söz konusu olan ani boşalımlar tüm kıta ekosistemini ve su yollarına bağımlı kuşlar ve diğer vahşi yaşamı olumsuz etkilemektedir. Göllerle ilgili yaşanan bu durum aslında oldukça şaşırtıcı; çünkü geçmişte yapılan çalışmalarda küresel ısınmanın buzulların erimesini arttırarak daha fazla göl oluşumunu tetikleyeceği ön görülmüştü. Oysaki yaşanılanlara bakıldığında nasıl bir ekolojik felaketle karşı karşıya olduğumuz görülmektedir.
2003 yılını en sıcak yazı olarak geçiren İsviçre Alp’lerinin etkin katman derinliğinin 9 metreden 4,5 metreye değiştiği görülmüştür.
Çöller ıssız, yaşamın var olmadığı yerler olarak görülebilir fakat toprak bir çok bakterinin yuvasıdır. Bakteri kolonileri toprak içinde sağlam tabakaların oluşmasını sağlayarak, erozyona karşı koruyucudurlar. İklim değişikliği ile daha düzensiz hale gelen sıcaklıklar nedeniyle bakteriler toprağa daha az adapte olmaya başlamış ve bu da erozyonların artmasına sebep olmaktadır.
Buzulların erimesiyle okyanus ve küresel deniz seviyelerinde görülen yükselme, yerkabuğundaki ağırlık dağılımını karalardan denizlere doğru kaydırmaktadır. Bu dağılım değişikliği ise volkanik patlamaları tetiklemektedir.
İklim değişikliğinin sebep olduğu artan yağış miktarı ile bazı bölgelerdeki nehirler daha güçlü akacak hale gelecektir. Güçlenen bu nehirler sonunda okyanusa akacak ve daha fazla alüvyon ve atıkların okyanusa ulaşmasını sağlayarak onun daha opak bir görünüm almasını sağlayacaktır. Norveç kıyıları şimdiden daha koyu ve bulanık sulara sahip olmaya başlamıştır. Bazı araştırmacılara göre oluşan bulanık sular, denizanası popülasyonu dahil bölgesel ekosistemlerdeki değişikliklerden sorumludur.
İklim değişikliği ile ilkbahar normal mevsiminden daha önce yaşanmaya başlanmıştır. Böylece polenler daha erken çevreye yayılırken, sayılarında da artış gözlenmektedir. Tabiki bu durum alerji sahibi insanlar için kötüdür. Sıcaklık değişimleri ve yağış modelleri baz alındığında 2040 yılında çevreye yayılan polen seviyesinin iki katına çıkacağı ön görülmektedir.
Büyük kafalı karıncalar olarak bilinen, Pheidole megacephala türü karıncalar dünyanın en istilacı 100 türü içinde var olmaktadır. Güney Amerika, Avustralya ve Afrika’da hızla yayılan ve gelişen popülasyonlara sahip bu istilacı tür, diğer türlerin yaşam alanlarını ve kaynaklarını ele geçirerek bölgesel ekosistem ve biyoçeşitliliği tehlikeye atmaktadırlar. Bu türler yavru kuşları avlama yetisine bile sahiptirler. Araştırmacılar yeryüzünün yüzde 18,5’inin bu türü desteklediğini tahmin etmektedir. Fakat sıcaklık değişimleri bu soğuk kanlı hayvanların yaşam alanlarının daralmasına neden olmaktadır. Bazı iklim modelleri bu türün 2080 yılına kadar beşte bir oranında azalacağını ön görmektedir. Bu denli istilacı ve güçlü bir tür bile bu hale gelebiliyorsa, diğer böcek türlerinin geleceğini düşünemiyorum bile. Gerçekten çok üzücü.
Ayrıca eriyen buzullar daha çok güneş ışığının sığ sulara vurmasını sağlayacak.
Bu durum o bölgede yaşayan solucan, sünger ve diğer karanlıkta yaşayan türler için daha çok güneşli günler sağlayacak. Oluşan bu yeni ortam omurgasızlar için iyi bir yaşam alanı olmaktan çıkıp, daha çok deniz otları ve diğer deniz bitki yaşam formlarının egemen olduğu bir alana dönüşecek. Ve bu da bölgedeki biyolojik çeşitliliğin azalması demek.
Sıcaklık değişimleri üreme mevsimlerinde de değişikliklere yol açmaktadır. Penguenlerin üreme zamanlarını etkilediği gibi, Amerika’daki hayvan barınaklarında gözlenen sahipsiz kedi sayısının artmasıyla kedigillerdeki üreme sezonunun uzadığı tespit edilmiştir.
2013’te yayınlanan bir araştırmaya göre iklim değişikliğinin kutup ayıların beslenme şeklini de değiştirdiği gözlenmiştir. Batı Hudson Körfezi’nde bulunan kutup ayıların av süreleri eriyen buzlar yüzünden normalden daha uzamıştır. Kutup ayıları genel olarak deniz buzullarının arasındaki boşluklardan fokları avlarlardı. Eriyen buzul bölgeleri kutup ayılarını iç kesimlere yönelterek buralarda kar kazı gibi bölge hayvanlarını avlamaya başladılar. Ayrıca yumurtalarının güvenliği de tehlikede olan kar kazları bölgeye daha az yuvalamaktadır.
Son yıllarda Arjantin kıyılarındaki penguen yavru ölümlerinin arttığı gözlemlenmiştir. Bilim adamları bu durumu iklim değişikliğinden kaynaklı ağır yağmur ve şiddetli fırtınalara bağlıyor ve bu durumun daha da kötüleşeceğini öngörüyorlar.
Gezegenimiz ölümsüz değil ve bu Arjantin’de ölen penguen yavruları kadar gerçek. Üzerinde yaşayan her canlının, en çok da insanın sorumluluğunda. Sağlıklı bir yaşam sürebilmemiz için her şey çevre ve iklim koşullarına bağlı. Bu yüzden küresel ısınmayla olan bu mücadele acil bir eylem planı gerektirirken, çevre meselesi olmaktan çıkıp, bir yaşam hakkı meselesine dönüşmüştür. Dünyamızın yenilenebilir enerji ve enerji verimliliğine, atmosferi temizlemeye devam edecek daha çok yeşil alana ihtiyacı var.
2015 yılında küresel salımların yükselmesi durdurulmalı. Ardından gelişmiş ülkeler tarafından salınımlarda ciddi bir kesintiye gidilmeli. Bu ülkeler 2020 yılına kadar en az yüzde 40 indirimi; 2050 yılına kadar da neredeyse tamamen karbonsuzlaşmayı kabul etmeliler. Kalkınmakta olan ülkelerin temiz, verimli, yenilenebilir teknolojiye geçişlerini desteklemek için kalkınmış ülkeler tarafından yılda 110 milyar Euro fon sağlanmalı. Ormansızlaşma durdurulmalı. (Yasak Meyve, Cehennemden Çıkış, Dr.Uygar Özesmi)
Bir başka gezegen aramamıza gerek yok; çünkü elimizdeki gezegen çok güzel. Hızla tükenirken bile muhteşem! Uygarlık yolu ise Doğa Ana cesedinin üzerinden geçmiyor. Ve cennet doğanın içinde saklı. Yapmamız gereken şey kalplerimizi arındırıp, doğru yolu bulmak. Zaten doğa bize uyumu fısıldayacak ve Doğa Ana rehberlik edecektir bizlere. İşte o zaman kumbaranızda biriken iyilikleri, yarattığınız cennette dilediğiniz gibi harcayabilirsiniz, hem de çok daha fazlasını.
Tüm iyilere ortak mücadelemizde bol şans diliyorum ve yeşilin gölgesi üzerinizden eksik olmasın!