Elif Şafak’ın dokuzuncu romanı olan Ustam ve Ben, kısa bir süre önce raflardaki yerini aldı. Mimar Sinan’ı ve on altıncı yüzyıldaki Osmanlı Dönemi’ni büyük ustanın bir çırağının etrafında dönen dünya üzerinden anlatıyor yazar.
Yazarın Şehrin Aynaları’ndan sonraki ikinci tarihi romanı olan Ustam ve Ben, hikayesinin merkezine payesiz, rütbesiz bir insanı koyuyor. Osmanlı Sultanı’na hediye edilmek üzere Hindistan’dan yola koyulan beyaz fil Çota’nın filbazı ve aynı zamanda Mimar Sinan’ın çırağı olan Cihan’ı… Cihan’ın küçücük bir çocukken geldiği Osmanlı topraklarındaki maceralarıyla birçok dış dünyaya da kapı açılıyor.
Filbaz Cihan, bakmakla yükümlü olduğu filiyle kendisine Osmanlı Sarayı’nda bir yer bulmuştur. Filin sayesindeyse birçok fırsata ve imtiyaza sahip olmuş, tanışamayacağı insanlarla tanışmış, geçemeyeceği kapılardan geçmiştir. Filbazlık kadar mimarlığa da olan yatkınlığıyla Sermimar Sinan’in dikkatini çeker ve onun önce çırağı, sonra kalfası olur. Ustasının dört kalfasından biri olarak, aralarına en son katılmasına rağmen onun tüm teveccühünü kazanacaktır. Cihan’ın başına gelen türlü dertler kadar kimsenin sahip olamayacağı şeylere sahip olmasıysa inkar edilemez. Alelade bir fil bakıcısıyken beyaz fili merak eden padişahın kızı Mihrimah Sultan’la bile tanışma şansına sahip olur, hatta ona aşık olur. Karşılıksız ve imkansız bir aşktır bu…
Elif Şafak, İKSV tarafından düzenlenen okurlarla sohbet etkinliğinde mikro tarihçiliği çok sevdiğini, fakat insanlar önemsenmeden tarihin eksik anlatılmış olacağını dile getirdi. Doğrudan bir padişahın, rütbe ve mevki sahibi bir insanın hikayesini anlatmak yerineyse daha sıradan bir insanın üzerinden hikayesini aktarmayı seçiyor. Elif Şafak, Ustam ve Ben de kendi ifadesiyle Büyük Usta Mimar Sinan’ı bir orkestranın içindeymiş gibi kuşbaşı bakarak, resmediyor. Mimar Sinan’ı, ona değen insanların yanlarından görüp, tanıyorsunuz. Dülgerlerin, amelelerin, çırakların çalıştığı koca bir inşaat sahasındaki ustaya bakıyorsunuz.
Ustam ve Ben
Osmanlı’nın en ihtişamlı dönemi olan on altıncı yüzyılın bilinmeyen, görünmeyen eksik ve aksak yanları da aktarılıyor. Ustam ve Ben, Kanuni Sultan Süleyman’dan torunu III. Murad’a kadar uzun bir dönemi anlatıyor. Roman akışı içerisinde çingenelerin dünyasına, savaşlara ve salgınlara, hatta hayvanların dünyalarına parantezler açılıyor. Yine de Mimar Sinan’ın iç dünyasıysa biraz eksik kalıyor.
Bunun yanı sıra padişah çocuklarının ve kardeşlerinin katline, yobazlığa ve gericiliğe, iltimas ve rüşvetin o şaşaalı zamanlarda bile kol gezmesine de dem vuruyor yazar ve romanın içinde akan farklı hikayelerle döneme eleştiriler de getiriyor.
Yazar, iyi bir dil ve iyi bir tempo kurmayı başarmış. Roman kendisini okutuyor. Burada söylenebilecek tek olumsuz eleştiriyse Filbaz Cihan’ın başına gelen olayların, musibetlerin biraz uzatılmış olması hissi vermesidir.
[quote]Elif Şafak, edebiyatın önemli damarlarından birisi olarak, empati yapmayı görüyor.[/quote]
Edebiyatı, yazarın kendisini olmadığı bir insanın yerine koyabilmesi olarak tarif ediyor. Olmadığı bir insan olmak, onun gibi düşünmek, onun gibi hissetmek…
Bir insanla bir hayvan arasındaki yol arkadaşlığından büyük bir bağ ve dostluk gelişiyor. Sarayın azamet ve ihtiras dolu büyük duvarları arasından bir aşk doğuyor. Dört kalfanın arasındaki tatlı rekabettense bir ihanet çıkıyor.
Roman, hayatın durmayan bir öğrenme ve deneyim süreci olduğuna dair vurgu da yapıyor.
[quote]
“Öğrenme aşkıyla geçti ömrümüz, aşkı öğrenemesek de…”
[/quote]
Elif Şafak, Ustam ve Ben de artık ustalığına söz ettirmiyor…