Ülkemiz belki de çok partili demokratik sisteme adım attığımız 1946 yılından itibaren geçen altmış sekiz yıllık dönemde en kritik dönemeçlerden birine giriyor.
Ekonomik sıkıntılar, artan işsizlik, yolsuzluk ve rüşvet iddiaları, gezi olayları, toplumsal muhalefetin en önemli sesi olan medya üzerindeki baskılar, yargıya duyulan güvensizlik ortamında 30 Mart 2014 yerel seçimleri bizlere dönüşüm ve yenilenme, gerçek demokrasinin varlığını yeniden hissedebilme, yeni bir aydınlanmanın ilk ışığı olabilme adına büyük bir fırsattır.
Şu an siyasal sistemimizin değişmez parçası olan yasama-yürütme-yargı erklerinin birbirinden bağımsızlığı ilkesinin günümüz şartlarında geçerliliğinin kalmadığı kaygıyla izlenmektedir. İlk olarak yargı sisteminin ‘Yetmez ama EVET’ sloganıyla 2010 yılında yapılan referandum sonucu daha demokratik olduğu düşünülmüş lakin son yaşanan yolsuzluk ve rüşvet iddiaları üzerine yapılan yeni değişikliklerle yargının yürütmeye bağlandığı algısı toplum genelinde artmıştır.
Yasama bölümü olan TBMM; iktidarın meclis aritmetiğinde var olan gücü sebebiyle gece yarısı çıkarılan, üzerinde tartışılmayan, kamuoyunun bilgisine sunulmayan ve hiçbirimizin içerisinde nelerin var olduğunu tam olarak bilemediğimiz torba yasalarla halk nezdinde sosyal ve siyasal anlamda güvenini yitirmiştir.
Yürütmede olan durum yargıda ve yasamada olandan pek farklı değildir. Milletin meclisinde, millet oyuyla seçilmiş vekillerin genel başkanına biat ettiği, hiçbir muhalif düşüncesini dile getiremediği, hatta seçildiği 2011 genel seçimlerinin ardından meclis kürsüsünde tek bir konu hakkında dahi görüşünü bildirme gereği hissetmemiş birçok vekilin bulunduğu, bakanlar kurulunda yer alan bakanların adı gibi! yaşananlara dışarıdan tepkisizce baktığı otokratik yapıya dönüşmüştür.
Ülke olarak fazlasıyla iç meselelere yoğunlaşmamız dışarıda oluşan Türkiye profilinin, üçüncü dünya ülkelerinde olduğu gibi yargı kararlarının uygulanmadığı, ınternet ortamında kişisel bilgilerinin saklandığı, rüşvetin ve yolsuzluk iddialarının ayyuka çıktığı, medyaya yapılan baskıların arttığı, emeklinin ve asgari ücretlinin yaşam koşullarının sıfırlandığı, muhalif seslerin susturulduğu algısını kavrayamadığımızı gösteriyor.
Tüm bu yaşananların ışığında 30 mart 2014 yerel seçimlerinin önemi bir kat daha artmıştır. Seçimlere kısa bir süre kaldığından Türkiye’nin geneli üzerindeki değerlendirmeleri, yorumları, çözümleri göz önüne alınarak, vicdan muhasebesi yapmak suretiyle oylarımızı değerlendirmeli, anayasal hakkımız olan oy verme işleminin siyasi kültürümüzün gelişmesinde ve demokratik kültürümüzün oluşmasında çok büyük rol oynadığı gerçeğinden yola çıkarak hangi partiden olursak olalım, mutlaka sandığa gitmeli, oyumuzu kullanmalı ve oyumuza sahip çıkmalıyız diye düşünmekteyim.