Fikret Mualla’ya da akıl hastası damgasını yapıştıran adamlardı onlar… 1938’li yıllar olayın geçtiği seneler. Fikret Mualla’nın sanatçı kimliğini ve resme olan düşkünlüğünü biliriz. Ve biraz da alkole… Yine alkol aldığı bir Beyoğlu gecesinde, restorandaki bir Atatürk resmine gözü takılır Mualla’nın.
Kafasının güzelliğinin de verdiği cesaretle bir anda eleştirmeye başlar resmi. Ancak, sanatsal yönden… Üstelik sesinin kıvamını alkolün yaptığı etkiyle, ayarlamayı başaramaz ve mekândaki herkes duyar. Atatürk’ün aşçısı Muhittin Yeğen’de ne yazık ki o eleştirileri duyanlardan biriydi mekanda. Bu tesadüf Fikret Mualla’nın karakola gitmesine neden oluyor! Ardından Bakırköy’e teslim edilen ressamın, akıl sağlığıyla ilgili bir rapor düzenlenip, ceza alması da engelleniyor.
Mustafa Kemal’in bir temel olduğunu niteleyen Cemal Süreyya,Atatürk için ”Onu yeni şeyler, değerler ekleyerek sevebiliriz. Sadece kalbimizle değil aklımızla da sevelim. Mustafa Kemal en büyük zaferini o zaman kazanmış olacak, işte o zaman.” sözlerini sarf etmiştir. Cemal Süreyya’nın henüz bitmeyen bir bina olarak tanımladığı Atatürk’ü bir türlü kavrayamayan Türkiye, zihninde Atatürk’ü kalıplara yerleştirmiş görünmekte. Oysa büyük adam, ”Ben miras olarak, hiç bir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum.” diye cevaplamakta, mirası adına sorulan bir soruyu. Atatürk’ü zihninde kalıplaştıranlar bilim ve sanatta tek adım dahi atamazlar. ”Bilim ve sanat bir kuşun iki kanadı gibidir. bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar. Uçamayanlar ise tavuk olurlar. ‘Tavuk toplum’, önüne atılan bir avuç yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile olmaz.” Sunay Akın, ‘Ay Hırsızı’ adlı kitabında ‘tavuk toplum’dan böyle bahsetmiştir, bilim ve sanatın ışığında… Peki nasıl mı ‘tavuk toplum’ olmayacağız? Önce Fikret Muallaları anlayacağız! Katı kurallarımızı yıkmalı, fen yolunda koşar adım ilerlemeliyiz… Atatürk’ün kravatlı beyinleri o günlerden gördüğü söylenebilir. Ve bunu istemediği cümlelerinden açıkça bellidir. Günümüzde ise Atatürk’ün cümleleri değildir ön planda olan. Atatürk’ün hanımlarıdır söz konuları olan, onun yaptığı evliliklerdir kitaplarımızda yazanlar. Oysa bir efsanedir Atatürk… Koca bir dünyanın saygı duyduğu büyük deha! Zekâ ve liderliğiyle kendini cümle âleme hayran bıraktıran bir isim. Yazdığımız kitaplarda, çektiğimiz filmlerde, kaleme aldığımız şiirlerde… Atatürk’ün düşüncelerini dinlemeli ve anlamalıyız. Karakterini benimsemeliyiz. Cemal Süreyya’nın bahsettiği gibi üzerine bir tuğla da günümüzden bizler koymalıyız. Atatürk’ün yaptığı evliliklerden bahsedip durursak, içtiği alkolden konuşursak, tuğlayı nereye koyacağız Allah aşkına? İtimatsız bir milleti inançlı bir ruha bürüyen ulu insan. Tutsak bir milleti özgürlüğü için ateşleyen ve kanındaki asaleti meydana çıkartan, o kanı betimleyen korkusuz ama dünyaya korku saçan adam. Birleştiren, toplayan, birçoğunun görüşü dahi yokken öngörüleriyle bugünlere ışık tutan… İnancın baş yapıtı… Esaret ve bizim yollarımızı ayıran dev… Bugün karakterinden, başarılarından, yaptıklarından bahsedip örnek almak yerine hala arkasından özel hayat yorumları yapıyoruz değil mi? Bazı şeyler özlüyoruz, anıyoruz demekle de olmuyor, anlıyoruz değil mi? Ülke olarak yasta olduğumuz, buruk geçireceğimiz bir 19 Mayıs’tan ulu öndere selam olsun. Bugünlere gelebilseydi eğer hakkımızda ne derdi, tanıyabilir miydi en güzel mirasını? Ya da rastlayabilir miydi, demeçlerindeki mirasına? Gençliğimiz, ardından yumurtaları alınan bir tavuk olmamak için daima çalıştığı sürece, 19 Mayıslarımız karanlık olmayacaktır… Buna inanarak, karanlık günlerimizi geçmişimize bağlılığımızı akıl ve bilim katarak geliştirip nice 19 Mayısları görmek ümidiyle…19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik Ve Spor Bayramın kutlu olsun güzel ülkem…