Camın ardındaydım. Gözlerim uyanışa geçen baharın renklerini aradı. Ne renk ne de kokular tanıdıktı. Başımı gökyüzüne çevirdim. Kuşların kanadıyla bir selam göndersem dedim maviliklere…
Selamımı alan olmadı! İçimden bulutlardan fal tutmak da gelmedi. Küçükken uzun yolculuklarda annemin kucağına yatar ve yol boyunca akıp giden bulutları bildiğim şekillere benzetmeye çalışırdım. Onca bekledim… Siz gördünüz mü? Bu sene bana bahar hiç gelmedi.
Bahar yenilenmektir oysa. Varoluşun her seferinde ağaç dallarında sürgüne durmasıdır. Çocukların pembe yanaklarıdır. Doğanın zor şartların içinden büyük bir teslimiyet içinde geçip, her seferinde bizi şaşırtan mucizelerle yeniden doğmasıdır. Kışın ardından bahar gelince, ruhun karanlıktan sıyrılıp coşkulu bir ritüelle neşeye soyunmasıdır. Aşka da en çok böyle zamanlarda düşülmez mi? Umut her şeye rağmen sekerek bile olsa kalbe doğru bir yol çizmez mi?
Suç toplumun aynasıdır
Bu sene bahar “fazla gösterişe gerek yok” der gibi. Pek bir silik ve solgun. Belki de hayatımızı sarmalayan şiddet içerikli koşullar, beni her türlü güzelliğe karşı duyarsız bir hale getirdi. Bir ağırlık var üzerimde. Ruhum hep kaçamak nefes alıyor gibi. Eskiden coşkuyla karşılardım baharın gelişini. Camın ötesi şeffaf değil artık. Dışarısını göremiyorum. Sokaklara da ruhum gibi puslu bir hava çökmüş. Bir ayna duruyor karşımda. Dışarıdan bakınca yüzeyimiz ne kadar parlak oysa. “Suç toplumun aynasıdır” sözü kulaklarımda çınlıyor. Bakıyorum dışarı. Sokaklardan uğultular yükseliyor. Televizyon ve haberler “cinnetvizyon” olmuş çoktan. Hep birilerinin sesi en yüksek perdeden çıkıyor. Baharımı çalanlar umut etme direncimi de alıp götürmüşler sanki. Adaletin işlediği ve kendimizi güvende hissettiğimiz bir toplumda yaşamak istiyorum. Çocuklarının yasını tutmaya mahkûm edilmiş bir toplumun umutla tazelenmesi için daha kaç bahar gerekir?
Anadolu insanıyız. Binlerce yıllık tarihin ve farklı kültürlerin zenginliğinde damıtılmışız. Farklı dil, din, etnik kökenlerimiz geçmişte insan olma sıfatımızın önüne geçmemiş. Neden kafamızı karıştırmalarına izin veriyoruz sanki. Doğuştan dünya vatandaşıyız ve yaşadığımız topraklar bizim kültürümüzün ve yaşam alanımızın mabedi. Bu mabede destursuz girmek ve onu yanlış politikalarla darmadağın etmek, insanları acıya mahkûm etmek en büyük zulüm. Son yıllarda ve özellikle bir sene içinde ne kadar çok çocuk ve genç hayatını kaybetti, ama hiçbirisi doğal yollardan değil. Berkin’e bir daha hiç bahar gelmeyecek mesela… Doğuda, ölen çocuğunun bedenini sırtında bir torbada taşımak zorunda kalan babanın mevsimi kalmış mıdır acaba?
Roboski katliamı, süregelen cinayetlerden su yüzüne çıkmış olanı. Neden birileri ileri giderken, biz inatla geriye gidip acının ve kaosun üzerine yürüyoruz? Demokrasi ürkek bir güvercindir bu ülkede. Hep bir kanadı kırıktır. Tam havalanırken atılan bir taşla tüm dengesini bozulur. Onun da ürkekliği, bu ülkede düze çıkmanın o kadar kolay olmadığını bildiğindendir belki de. Çok yara aldığı için bilir.
Baskı ve zulmün yaşandığı gelişmekte olan ülkelerde, en önce çocuklar ve gençler vurulup düşer. Bu, ister bir çarpışmada fiziksel bir yara şeklinde olsun isterse yer aldığı toplumun farklı sosyal sınıflarında yaşamsal haklarının örselenmesi şeklinde olsun. Yönetim anlayışı yüzünü karanlığa dönmüş ise ve hukuk suç karşısında tarafsızlığını koruyamıyorsa ya da caydırıcı olma özelliğini bile çoktan yitirmişse daha pek çok ölüm ve acı istatistiki veri olarak kayıtlara geçmeye devam eder.
Çocuklara ve kadınlara yönelik tecavüz ve cinayet suçları toplumun nasıl bir yöne doğru evrildiğini ortaya koyuyor.
Devlet, sokaktaki demokratik hak arayışına ne zaman baskı uygulamaktan vazgeçecek? 1 Mayıs’larda, devlet eliyle boşalttığı meydanlara yumruğunu indirmeyi daha ne kadar güç sanacak? Yasa koyucular ve uygulayıcılar, enerjilerini demokratik hakların kullanımını engellemek yerine toplumun çağdaş standartlara kavuşması için harcasalar. Dertten tasadan uzak, küçük kaygılarla hayatın akışına ve doğanın sesine teslim olmak istiyorum. Çocuklar, kafalarına isabet etmesi muhtemel olan gaz fişeğinden kaçmanın inceliklerini öğrenerek mi kendilerini güvende hissedecekler?
Adı konmamış bir suç, hayatın bütününe ustaca yayılmış adeta ve birileri kendi bildikleri yoldan toplumu her defasında cezalandırıyor sanki. Geçen gün, on bir yaşında bir erkek çocuk gördüm yolda. Trafik polisinin yanına giderek “Siz de gaz fişeği attınız mı amca çocukların kafasına?” diye ürkekçe sorduğu zaman şaşıran polis sessizce kafasını çevirmekle yetindi. “Ben hiç gaz fişeği atmadım, çocukların ve dahası hiçbir canlının insan eliyle şiddete maruz kalmasını onaylamıyorum” dese o çocuk ve ben kendimizi güvende hisseder miydik?
Yaşam alanım mabedimdir: Mevsimin adıdır bahar
Ne kadar çok öldük ve eksildik… Aydınlık ve rengarenk baharlar bekliyoruz kaç zamandır. Çocukların, gençlerin ve umutların özgürce yeşerdiği iklimin adıdır bahar… Yaşam alanım benim mabedimdir ve en sevdiği mevsimin adıdır bahar… Bu sene ne çok bekledim, ama bir türlü gelmek bilmedi…