Jorge Luis Borges ile alçaklığın evrensel tarihi

“Bunlar, kendi başına öykü yazmayı göze alamayan, dolayısıyla da başkalarının masallarını bozup çarpıtarak kendi kendini eğlendiren utangaç bir delikanlının sorumsuzca oynamaya kalkıştığı oyunlardır.”

Jorge Luis Borges ile Alçaklığın Evrensel Tarihi

Jorge Luis Borges ile Alçaklığın Evrensel Tarihi

Alçaklığın Evrensel Tarihi (Historia Universal de la Infamia – 1935) için 1954 yılında yazdığı önsözde kendisini bu şekilde ifade eden J. L. Borges, bize samimi bir itirafta bulunuyor. Böyle yapıyor; çünkü okuyucusuna, her şeyden önce de kendisine karşı dürüst davranıyor Borges. Tüm olup bitenin, kendisinin, zamanın ve çağdaşlarının farkındalığında olarak yapıyor bunu. Kendine has mütevazı söylemine rağmen onun, döneminin filozof yazarlarından biri olduğu unutulmamalı.

Toplumsal sorunların anlatımından bilinçli olarak kaçınan Borges, eserlerinde çoğunlukla kurgusal öğeleri, alegoriyi, zekasının düşsel oyunlarını ve mizahı kullanmayı tercih ederek Latin edebiyatında yepyeni, büyülü bir kapı aralamıştır.


Alçaklığın Evrensel Tarihi, Borges’in ülkesi Arjantin’de tirajı yüksek gazetelerden biri olan Critica’nın hafta sonu eki için yazdığı ve gerçekle kurgunun denizle yakamoz misali iç içe geçtiği metinlerden oluşur.

Borges’in bu kısa hikayeleri yazmadaki hedefinin; denizdeki yakamozu, yani yalancı ay ışığını (kurmacayı) mutlak gerçekten daha gerçekçi göstermek olduğunu söyleyebiliriz. Gerçeküstü öğeler taşıyan bu tarzıyla Borges, eleştirmen Angel Flores’e göre aslında büyülü gerçekçilik akımının Latin Amerikan edebiyatında modern dönemdeki ilk örneklerinden birini ortaya koyuyordu. Flores, ayrıca Borges’in Kafka’dan etkilenmiş olduğunu da ifade eder.

Borges, birinci basım için yazdığı önsözde, hikâyelerini yazarken yararlandığı kaynaklardan ve başvurduğu hilelerden açık sözlülükle bahseder. Çünkü bu post modern hikâyelerde yoktan bir yaratımın olmadığını ve esinlenme kaynaklı olduğunu samimi bir iletişim kurmak istediği okuyucusuyla paylaşmak ister. Okuyucu bunu bilmelidir ve okuma eylemini buna göre gerçekleştirmelidir. Çünkü okumak, Borges’e göre yazmaktan daha düşünseldir.

Esin kaynaklarını da sıralamaktan çekinmez: Stevenson ve Chesterton’ın kitapları, Sternberg’in ilk dönem filmleri, Evaristo Carriego’nun hayat öyküsü… Yararlandığı kaynaklar da ilginçtir: Britannica Ansiklopedisi, Bin Bir Gece Masalları (doğu kaynaklı olup batı dünyasını en çok etkileyen anonim eser), kutsal kitaplar, Germen, Kelt ve İskandinav halk hikâyeleri, unutulmuş veya uydurulmuş metinler vs.

Önemli olan bu kaynakların isimlerinden çok kullanılma amacı. Daha önce de belirttiğimiz gibi yoktan bir yaratımın artık olamayacağı düşüncesi post modern edebiyatın ana izleklerinden biridir ve bu doğrultuda aslında en çok başvurulan kaynakların çeşitliliği baş döndürücü olabilir. Aslında Borges bu esinlenmeyi sıklıkla kullanıyor.

Çünkü zaten bir hikaye, bu esinle başlıyor ve o esinin sürüklediği ve yazara göre değişen duygularla ama çoğu kez fikirlerle kah yazarın yazıyı sürüklediği kah yazının kendisinin yazarı sürüklediği biçimiyle (gerçekle harmanlanmış hayallerle) devam ediyor. Borges’in Averroes’in Arayışı ve Aristoteles’in Poetika’sı arasındaki esin bağlantısı ilk aklıma gelen… Tıpkı Gülün Adı’nda Umberto Eco’nun yaptığı gibi…


Umberto Eco’nun bu seçimi tesadüfi olmadığı gibi Eco, kör kütüphaneci karakterini yaratırken de Borges’ten yararlanıyor; çünkü Borges’in babadan geçen genleri görme yetisini kaybetmesine neden olmuş. O dönemde Arjantin Ulusal Kütüphanesi’nin müdürü olan Borges (Eco’nun kör kütüphanecisi!) bu durumu kabullenişini de melankolik bir şekilde şu sözlerle anlatır: “Bana aynı anda hem 800,000 kitabı hem de karanlığı veren Tanrı’nın muhteşem ironisi…”

Alçaklığın Evrensel Tarihi’ne yazdığı 1954 yılı önsözünde; bütün olanaklarını bile bile tüketen (ya da tüketmeye çalışan) ve sonunda kendi parodisinin sınırına dayanan üslubu barok olarak tanımlayan Borges, kendi kitabının barok olduğunu ifade eden şu cümleyi kurar: “Benim bu kitabıma gelince, adı bile buram buram barok kokuyor.”

Peki, ne anlatıyor Alçaklığın Evrensel Tarihi? Borges, kitabın adında geçen alçak sözünün ağır olduğunu ifade etse de, hikayelerin ardında başka bir şey olmadığını da ekliyor. Serseriler, kabadayılar, kaçakçılar, çeteler, korsanlar, köle tacirleri, katiller, fahişeler, darağaçları, sahtekarlar, düzenbazlar…

Çoğunlukla da hikayesi anlatılan alçak karakterin öldüğüne ya da maskesinin düştüğüne tanıklık ediyoruz. Ama yine de her şey yüzeye vuran hayallerden ibaret Borges için. Gerçek karakterlerin hayali hikayeleri ya da gerçek hikayelerin hayali karakterlerle birlikte Borges’in zihninde canlanış biçimleri, kendine has imgeleri ve bunların sözcüklere aktarım şöleni, özellikle de ayrıntılarla okuyucuyu sarıp sarmalıyor.

Borges, bu kitabı niçin yazdığını da açıklıyor o tatlı ve çekici üslubuyla: “Yazarı, bir bakıma mutsuz bir adamdı, ama bu kitabı yazarken oyalayıp avuttu kendini; umarım, onun aldığı keyif bir ölçüde okura da yansır.”

İlgili yazılar


Umberto Eco: Sıfır sayı ya da kaybedenlerin alimliği