“Asla yalan söyleme, çalma ve aldatma. Eğer çalacaksan, acılarımı çal. Yalan söyleyeceksen, bana geceler boyunca yalan söyle. Aldatacaksan lütfen ölümü aldat, çünkü sensiz bir gün bile yaşayamam.”
Bilim her ne kadar duygusallığı reddedip, mantığı ve realizmi ilke edinse de, ben biliyorum ki bilimi besleyen şey insan kalbidir. Kendini ifade etme ihtiyacının yazıya dönüşmesiyle başlayan uygarlık serüveni bugün, insan ruhunun sınırları zorlayan tutkularıyla besleniyor ve her şeye bilimsel açıklamalar getirebiliyor. Bu açıklamalar kimi zaman duygulardan arınmış bir mekanizm barındırsalar da… Bu şekilde, evlilik ve boşanma konularında bilmem kaç tane araştırma yapılmış, bilmem kaç tane tez öne sürülmüştür. Bugün ben, bir toplum bilimci olarak değil de, 21. yüzyılın tanıklarından biri olarak bu konuya kalbimle değinmek istiyorum. Bu, mensubu olduğum topluma borcumdur.
Dünya yatağında hızla akan yaşam ırmağı, bazen küçük bir çağlayan; bazen haşmetli bir şelaledir.
Aralarında ayrım yapmadan, ömürleri bilinmezliğe taşır. Eş kavramının karşılığı, kendisiyle karşılaşana kadar her insanın zihnini yoran bir bilinmezdir. İstisnalar dışında hiçbir insan yoktur ki evleneceği kişiyi merak ederek, zihninde onun hayaline yer vermesin. Şüphesiz evlilik, insanlık var olduğu günden bu yana, yaşamının dönüm noktalarından en önemlisidir. Çünkü evlilikle: İki dünya, iki hayat, iki beden bir olur.
Yıllarını, bütün bir ömrünü adayacağı kişiyi hayal ederek ve onun için hazırlanarak geçiren insan, onu bulduğunda geleceği onunla paylaşmaktan mutluluk duyar. Yöresel ezgilerimizin diliyle: Düğün şen olur, gönüllerde bir bayram yeri kurulur. Evlilik, gönül çiftçilerinin aşk ektiği topraktır ve her âşık kendi lisanıyla, kendi haliyle eker o toprağı. Bu şekilde, toplumları var eden ve çekirdeğini oluşturan evlilik müessesesi kurulur.
Evlilik ayrışmanın başlangıcıdır
Yukarıda çok kısa değindiğimiz üzere, evlilik iki ayrı dünyanın bir araya gelmesi gibidir. Bedensel ve ruhsal olarak birbirinden neredeyse tamamen ayrılan kadın ve erkek, aynı ev içinde yaşamaya başladığı andan itibaren yapıları gereği çatışmalar kaçınılmaz hale gelir. Bu noktadan itibaren evlilik öncesi yakınlaşma evresi, yerini ayrışma evresine bırakmaktadır. Günümüz toplumlarında evrim geçirerek yeniden yapılanan kapitalist yaşam biçimi, hali hazırda tüketime endekslenmiş toplumu yapısal anlamda da etkilemektedir.
Doğal olarak bu baskı sonucunda toplumun çekirdeği olan aile kurumu da zedelenmekte ve maalesef varlığını yitirmektedir. Son yıllarda göze en çok çarpan baskı aracı teknoloji ve onu destekler ölçüde yaşam standartlarıdır.
Daniel Bell’ in ‘Bilgi toplumu’ tanımlaması, sanayi sonrası toplumsal yapı hakkında bizlere önemli ipuçları vermektedir. Buna göre, bilgiye erişim hızlanmıştır. Bu hızlanma beraberinde yeni kapitalist düzeni getirmiş ve tüketim de aynı oranda hız kazanmıştır. Sonuç olarak geçtiğimiz yüzyılda insanlar yerine makineler üzerinden varlığını sürdüren sistem, bu yüzyılda makineleri insan yaşamına daha yoğun dâhil ederek, insanları makineleştirmiştir.
Aile kurumu nasıl zarar gördü?
Kültür erozyonuyla asimile edilen toplumların, duygusal yapılarında değişiklik yapılmış, temelde toplumun varlığını destekleyen aile kurumuna zarar verilmiştir. Bütün bunlar, çiftlerin içinde bulundukları anlaşmazlık ve ağır geçimsizlik, durumlarını katlayarak içinden çıkılmaz hale sokan esas nedenlerdir. Bu yönden evlilik, hem sorunsuzluk hem de kriz halidir ve bütün bu sebepler çiftleri ayrışmanın eşiğine sürükler. Öte yandan kültürel geleneklerini koruyan ve bünyesinde modern gerekliliklere yer vererek, onları asgari oranda karşılayan ailelerde ayrışma evresi daha düşük seviyelerde görülür. Bu noktada çiftlerin evlilik yönetimi konusunda bilinçlenmesi şiddetli bir gereksinimdir. Yazımızın bu bölümüne kadar, evliliği ve günümüzde evliliği tehdit eden unsurları vurguladık. Evlenecekler ve evliler için bu konularda bilinçli olmak ve kesinlikle doğru duyguları kamçılayarak evliliği korumak hayati önem taşımaktadır.
Mezara kadar mı?
Bireylerin, tüketim toplumu modeline doğru orantıda uyum gösteren duygusal arz/ talep değişimleri, vazgeçebilirlik düzeyini de etkilemektedir. Bu, sorunlarla mücadele etmekten uzak bir tavrın oluşmasına olanak tanır. Nihayetinde, bu kaçınmacı tutumlar dolayısıyla evlilik kurumu zedelenir ve son bulur. Boşanmanın metalaştırılarak, ticari gelir haline gelmesi, buna teşvik edici web siteleri, makaleler ve yayınların sayısındaki şaşırtıcı artış da düşündürücüdür.
Bunlara paralel olarak gün yoktur ki evlilik ve boşanma sorunlarıyla karşılaşmayalım. Bu sorunlar yakın çevremizde ve basın-yayın organlarında sıkça rastladığımız üzücü durumları beraberinde getirmektedir. Yazımıza başlığını veren öz, son yıllarda ülkemizde dehşet verici bir artış gösteren kadın ölümleridir.
Bu ölümler vasıtasıyla, pazara kadar değil, mezara kadar seven bir toplumun, zaman içinde bu güzel duyguyu, eylemleriyle nasıl saptırdığının isteksiz tanıkları oluyoruz. Ayrıca boşanma sonrasında gelir seviyesi düşük olan ve geliri olmayan kadının/erkeğin yaşadığı zorluklar, ailesinden destek göremeyenler, sığınma evlerinde mağduriyet yaşayan ve koruma kararları sonrası problem yaşayan kadınlar ve saydıklarımıza ek olarak saymadığımız benzer olumsuzluklar da değinilmesi gereken önemli sorunlardandır. Fakat bunları ele almak yazımızı çok çok uzatacağından ilerleyen zamanlarda bölüm bölüm ele almak daha uygun olacaktır.
Sonuç, evliliğe girişle başlayan ayrışma sürecinin doğru evlilik yönetimi yöntemleriyle kontrol altına alınması, bireylerin bilinçlenmesi, devletin doğru politikalar yürütmesi ve bu politikaların arkasında durması, bu gibi problemleri ortadan kaldıracaktır.
Evliliği gerçek anlamda mezara kadar sürdürmenin bir yöntemi vardır elbette. O yöntem bizlerin de şahit olduğu, her an yaşadığı, bildiği yegâne yöntemdir. Yazımızın başında sevenin, sevdiğinden dilediği salt sevgi ve aynı anne ve babalarımız gibi; armudun sapına, üzümün çöpüne bakmadan sadece sevebilme yeteneğidir…