Müziğin sesini duymadan dans etmeyi denediniz mi? Sadece adımları sayarak ritme ayak uydurmanın, müziği ruhunuzda hissederek coşmanın veya hüzünlenmenin ne kadar zor olacağını hiç düşündünüz mü? Ve bunları duyabilen yaşıtlarınızla yapmanın nasıl bir cesaret istediğini…
[quote]İşte bu satırları etkinliğin tanıtımında okuduğumda oturup düşündüm. Düşündüm ve yeniden düşündüm. Kendimi müziği duymaz bir şekilde dans ederken hayal ettim. Ve o an anladım ki bunu idrak edebilmem için bu etkinliğe katılmam gerekiyor. Efe Elmas [/quote]
Etkinliği adı “Sessizlikte Dans”. Sevgili Didem Ayas’ın organize ettiği ve bir çok değerli kişinin desteklediği, işitme engelli gençlerimizin, işitme engeli olmayan gençlerle birlikte yaptığı yöresel dansı konu alıyor. Tevfik Fikret Lisesi ile Tülay Aktaş İşitme Engelliler Okulu öğrencileri birlikte çalışmışlar bu gösteri için. Müzik yok –veya çok az- Amaç sessizlikte dans etmek ve empati yapabilmek. Tam anlamıyla bir “farkındalık” gösterisi. Dansın hikayesi ise muazzam. Sevgili Nilgün Arıt’ın düzenlediği bir şaman öyküsü; akpamuk. Hikayenin içinde dönüşüm, yeniden doğum, üzüntü umut var; aynı hayatın kendisi gibi. Aynı bir kişinin işitme engelli olmasına rağmen yeniden engelsiz olarak daha güçlü doğması gibi.. Öykü çok derin, hepimize hitap eder şekilde ve dansta bir o kadar anlamlı.
Çok merak ederek, heyecanla dansa kuzenimle gittik. Kulak tıkaçları verildi, koltuğumuza oturduk. Sağımıza, solumuza, önümüze, her tarafımıza işitme engelli vatandaşlar oturdu. Biz gösteriyi beklerken, bir anda herkes birbiriyle iletişime geçmeye başladı. Ama konuşarak değil, işaret diliyle… Birbirlerine şaka yapıyorlardı, gülüyorlardı, muazzam bir iletişimle irtibata geçiyorlardı ve biz hiçbir şey anlamıyorduk. Kuzenim de bende işaret dili bilmediğimiz için, ki bu utanılacak bir şey, tamamen ortama yabancı kalmıştık. İnsanlar gülüyor, kahkaha atıyor, birbirlerine bir şeyler anlatıyorlar ama biz anlamıyorduk. Kendimi “dışlanmış” ve çok “tuhaf” hissetmiştim. Bende anlamak istiyordum, bende o ortamın bir “parçası” olmak, onları tanımasam bile muhabbetlerini algılamak istiyordum. Ama yok… Soyutlanmış ve tamamen yabancılaşmış halde çevreme boş boş ve “alınmış” olarak bakıyordum.
O an durdum, kendimin farkına vardım ve tam olarak işitme engelli vatandaşlarımızın ne hissettiğini anladım. Empati buydu. Kuzenimde benle aynı duyguları paylaşıyordu. Onlar bizim toplumumuzda olsa da duyamadıkları için aynı duyguları yaşıyorlardı ve biz şimdi onların yerine geçmiştik. Onların Dünya’sına girmiş ve biz bu Dünya’da “yabancı” olmuştuk… Çok dokundu bize, o kadar dokundu ki daha gösteri başlamadan gözlerimiz doldu.
Ve sonra hikaye okunmaya başladı, kulak tıkaçlarımızı taktık ve muazzam gösteriyi izlemeye başladık. Uyumla gerçekleştirilen dans harikaydı. Kim işitme engelliydi, kim değildi… Hiç önemi yoktu. İnsan izlerken, müziksiz nasıl dans ediliyor, dans müzikten bağımsız mıdır ya da müzik sesten ibaret değil midir sorgulaması içinde derin bir farkındalık anı yaşadık hep birlikte. Gösteri ve dans muhteşemdi, gençler harikaydı ve gösteri bittiğinde herkesin yüreğine dokunmuştu. Hep birlikte alkışladık, işitme engelliler alkışları duyamayacak olsala bile ellerini çırptılar, biz işitebilenler, onların duyamayacağını bildiğimiz için işaret dilinde alkışladık. Ve o anda birlik olmuştuk. O anda, o ortamda, iki dünya birleşmişti, “bir” olmuştuk. İletişimin, duymak veya konuşmak ile alakalı olmadığını, iletişimin sesten bağımsız ve çok daha “evrensel” olduğunu fark etmiştik. Gözlerimiz dolu, tek yürek halindeydik. Bazen el çırpıyor bazen işaret dilinde alkışlıyorduk…
Ve o an her vatandaşın işaret dili öğrenmesi gerektiğini, bunu bilmemenin ayıp olduğunu ve onları daha fazla hayatın içine dahil etmemizin zorunluluğunu hissettik. Bunu toplum olarak yapmamız gerekiyor, hatta ek olarak müfredata girmesi gerektiğini fark ettik. Biz neden işaret dili öğrenmemiştik? Bunu sorguladık.
Kısacası bu dans tam anlamıyla ciddi bir farkındalık yarattı, duygusallaştık ve işitme engelli olup olmamanın ne kadar önemsiz olduğunu, önemli olanın bu bireylerin toplumda var olduğunu bilmek ve iletişimin evrenselliğini idrak etmek olduğunu anladık. Sanat, engel tanımıyordu. Öyleyse engelsiz sanatın daha fazla olması gerektiğini tartıştık kuzenimle.
Farkındalık demek, evde oturup sadece içe dönmek demek değildir, evrensel dili öğrenmek sadece Tibet’in bakir dağlarında gerçekleşen bir süreç değildir. Tam tersine bunlar, hayatın içinde bu farkındalık ortamlarıyla öğrenebilecek eylemlerdir. Farkındalık yaşanmışlıkla gelir, kitaplarla değil. Lütfen sizde bu bireylerin farkına varın, işaret dilini öğrenin, engelsiz sanatı, bu aktiviteleri destekleyin ve evrensel iletişimi bu tarz farkındalık dolu deneyimlerle içselleştirmeyi deneyin… Hayatınıza ne denli bir derinlik kattığını aktarabilmek mümkün değil.
Emeği geçen herkese teşekkürler, daha fazla bu tarz farkındalık aktivitelerinin olması dileğiyle…
Not: Aynı gösteri İzmir’de 9 Haziran 2014’te 20.00-21.30’da Ahmet Piriştina Gösteri Merkezi’nde tekrarlanacaktır. Katılmanızı şiddetle tavsiye derim. Detaylı bilgi ve etkinlik için;
https://www.facebook.com/events/720796891311996/?source=73
http://www.birartiiki.com/?page_id=286