196 dakikalık bir film çekeceksiniz, üstelik filmin yabancı ortakları seyircinin sıkılacağı hissine kapılmaması için filmin adının Kış Uykusu olmasını istemeyecek, siz bütün bunlardan taviz vermeyip sinema dünyasının en değerli ödülü olan Altın Palmiye’yi alacaksınız. Bütün bunlar Nuri Bilge Ceylan’ın dünya sinemasında geldiği yeri gösteriyor.
Kış Uykusu
YÖNETMEN: Nuri Bilge Ceylan
SENARYO: Nuri Bilge Ceylan, Ebru Ceylan
YAPIMCI: Zeynep Özbatur Atakan
GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ: Gökhan Tiryaki
YAPIM YILI: 2014
ÜLKE: Türkiye
OYUNCULAR: Haluk Bilginer, Melisa Sözen, Demet Akbağ, Ayberk Pekcan, Serhat Mustafa Kılıç, Tamer Levent, Nadir Sarıbacak, Nejat İşler, Mehmet Ali Nuroğlu
***
Eski bir aktör olan Aydın, Kapadokya’da ailesinden kalan oteli işletmektedir. Kardeşi Necla ve eşi Nihal ile Othello adını verdiği otelinde küçük bir krallık kurmuştur. Etrafındaki köylülere, yanında çalışanlara, otelde konaklayanlara tepeden bakar. Kendisini otel işletmecisinden çok aydın bir dünya vatandaşı, sanatçı, yaratıcı olarak görmektedir.
Yerel bir gazeteye yazdığı hamaset kokan yazılar, insanların üzerinde iktidar kurma isteğini gösteriyor. Bu istek kız kardeşiyle olan felsefi konuşmalarda, eşine ekonomik gücünü hissettirdiği konuşmalarda tavan yapıyor.
Nuri Bilge Ceylan, Aydın karakteriyle ortalama Türk aydınlarının anatomisini ortaya koyuyor. Ama bunu yaparken tek derdi sadece Aydın’ı eleştirmek değil. İnsanlar arasındaki iyi-kötü farklılığının dizilerdeki yapay karakterler kadar keskin olmadığının altını çiziyor. Tıpkı filmlerine esin kaynağı olan Çehov öykülerindeki karakterler gibi. Kötülüğe karşı koymamak fikrinde Necla’nın, Aydın’ın ve Nihal’in tutarsızlıkları ortaya çıkıyor. Necla’nın bu fikri savunma sebebi; kocasını terk etmekten duyduğu pişmanlık ve Aydın’ın krallığındaki hayata bataklık misali saplanması. Aydın kötülüğe karşı koymama fikrine karşı çıksa da yıllardır Nihal’in azarlarına, küçük düşürmelerine, Nihal tarafından yalnız bırakılışlarına karşı koymamıştır. Nihal ise fikri çok saçma bulmasına rağmen İsmail’in paraları ateşe atışı (İsmail’in eyleminin kötülük olup olmadığı tartışılır ama en azından Nihal penceresinden kötülük olarak görülebilir) karşısında kötülüğe karşı koyamayanlar kervanına katılır.
İsmail’in din adamı kardeşi Hamdi ise ikiyüzlülüğü Aydın kadar soylu bir şekilde yapmasa da en az Aydın kadar ikiyüzlü. Aydın, bir din adamının nasıl olması gerektiği ile ilgili üstü kapalı bir şekilde Hamdi’yi küçümseyen bir yazı yazar. Türkiye’de din gibi bıçak sırtı konular hassas olduğundan, inançsız olduğu halde “İslam yüksek bir kültür dinidir” diye yazısının sonuna ekleme yaparak kendini sağlama aldığını düşünür. Hamdi ise ev sahibi Aydın’a her türlü dalkavukluğu yapıp Aydın arkasını döndüğünde hakaretler yağdırır. Nuri Bilge Ceylan böylece Dostoyevski romanlarındaki gibi insan denen varlığın maskesinin altında, derininde neler olduğunu ortaya koymakla kalmayıp Türkiye’deki aydınlarla muhafazakârların ilişkisine de ayna tutar. Küçük çocuğun neden polis olmak istediği gibi detayları da göz önünde bulundurursak Ceylan’ın en politik filmi olduğunu söyleyebiliriz.
Film daha gösterime girmeden insanlar filmin süresini eleştirmeye başlamıştı. Filmin içeriğinden çok filmin süresini eleştirmek de sinemaya ne kadar sığ baktığımızın göstergesi. Kaldı ki bana göre filmin süresi normal. Benim izlediğim en uzun film 451 dakika (Béla Tarr – Sátántangó). Bundan daha uzun süreli filmler de var.
Ceylan, görselliği dünyada en iyi kullanan yönetmenler içerisinde başı çekiyor. Bu filmde görselliği diğer filmlerine göre biraz farklılaştırıp insan ruhuna odaklıyor. Dolayısıyla diğer filmlerindeki lezzetli plan sekanslar bu filmde daha az. Ama elde olanlar da her zamanki gibi kusursuza yakın. 196 dakikalık filmin her karesi ince detaylarla dolu. İki ailenin evindeki ışık kullanımının farklı olmasında bile anlatılmak istenen bir şeyler var. O yüzden filmin çok dikkatli izlenmesi gerekiyor.
Schubert’in Ölüm Sonatı olarak da adlandırılan 20 numaralı sonatı filmle örtüşen başarılı bir seçim olmuş. Ceylan’ın bu müziği seçmesinin sebebi müziğin iyi ya da filmle örtüşmesi olmadığından eminim. Çünkü bu müzik Ceylan’ın favorilerinden Au Hasard Balthazar (1966) filminin unutulmaz finaliyle özdeşleşmiş bir müzik. Bir anlamda filmin yönetmeni Robert Bresson’a karşı bir saygı duruşu da söz konusu. Görüldüğü gibi müzik seçiminde bile ince detaylar var.
Oyunculuklar ise her zamanki gibi başarılı. Teatral jest ve mimikleri baskın oyunculardan bu kadar gerçekçi performanslar almak oyuncu başarısı değil yönetmen başarısı. Yalnız burada da ince bir detay var: Ceylan’ın yazdığı karakter ile oyuncunun karakteri arasında bağlantı kurup oyuncuya doğaçlama alanı da açarak yönettiğini biliyorum. Hatta bazı oyuncuları iyi oyuncu olduğu için değil, yazdığı karakter oyuncunun kişiliğiyle örtüştüğü için o bazı oyuncuları seçtiğini hissediyorum. O yüzden kamuoyunda sıkça yer alan “X oyuncu süperdi”, “Y mükemmeldi” klişelerine girmeyeceğim.
Kış Uykusu’nun Altın Palmiye’yi hak ettiğini belirtip Bir Zamanlar Anadolu’da (2011) filminin bir tık altında kaldığını düşünmeme yol açan sebeplerin olduğunu itiraf etmeliyim. Sinemada bol diyalog her zaman risk ve tuzaktır. Hele sinematografiye önem veren böyle yönetmenler için. İpin ucu kaçtığında bu diyaloglar yapay durabilir. Çoğu sahnede Ceylan’ın bunun üstesinden geldiğini söyleyebilirim ama gelemediği birkaç sahne var. Filmin finalinde fonda çalan müzik eşliğinde Aydın’ın konuşmaları komik duruyor. Filmdeki felsefi konuşmalar da belli bir uzunluğu aşması filmin süresinden daha ağır geliyor. Yani bol diyalog değil, uzun felsefi konuşmalar filmin eksi hanesine yazılanlar. Bu açığı kapatmak için mizah unsurları kullanılmış. Bunları film için olumsuz değerlendirsem de Ceylan’ın yönetmenliği açısından olumlu buluyorum. Neticede daha önceden denemediği özellikleri deniyor. Belli kalıplara sıkışıp kalmadığı için de kendini sürekli geliştiriyor.
Sanırım filmin uzunluğu gibi bu yazmış olduğum yazı da benim en uzun yazım oldu. Bunda Nuri Bilge Ceylan’ı kimsenin tanımadığı zamanlarda tanıyıp ustam olarak görmemin de etkisi var. İyi ki varsın usta…