‘Şüphesiz ki Allah, Resulüne dilediğini helal kıldı. Ve şüphesiz ki, Kur’an yerli yerince nazil olmuştur. Siz, Allah için Hac ve Umreyi Allah’ın emrettiği vecihle tamamlayın! Bu kadınlara mut’a yapmayı kesin. Şayet bana bir müddet için bir kadını nikah eden bir adam getirirlerse, onu mutlaka taşlarla recmederim! dedi.’- Müslim, Hac, 145.
Stieg Larsson’ın, Ejderha Dövmeli Kız, Ateşle Oynayan Kız ve Arı Kovanına Çomak Sokan Kız isimli ‘Milenyum Üçlemesi’ romanlarını sadece polisiye tür olarak değerlendirmek yanlış olur ki, ilk kitapta sözü edilen ‘Nöbetçi Sevgili’ kavramı dikkatimi çektiğinden, konu uzun süre aklımı kurcaladı; gazeteci Mikael Blomkvist ve yazdığı derginin editörü Erika Berger arasındaki ilişkinin adıydı bu! Erika’nın kocası sanatçı Greger, ilişkiden haberdar ve asla eşine sorun çıkarmayan biri. Ansızın bastırıveren ister duygusal isterse şehvet arzusu olsun, nöbetçi eczane ya da hastanelerin acil bölümlerinden şifa bulmak gibi görüyorlardı yaşanılan bu sıra dışı ilişkiyi!
Peki, bizim coğrafyamızda gittikçe muhafazakarlaşan toplumumuzda böylesi ilişkiler nasıl yaşanmakta?
Mut’a:Yararlanılan şey, hac ile umreyi birleştirme, bir kadınla geçici evlilik anlamına gelmektedir. Fıkıh terimi olarak da mut’a, bir erkeğin bir kadını, aralarında kararlaştırdıkları süre kadar ve belli bir para karşılığında eş olarak aldığı, geçici evlenme şeklidir.
[quote]Mut’a Nikahı’nda erkeğin kadına mali olarak hiçbir sorumluluğu bulunmamaktadır. Bu ilişki sırasında, kadın hamile kalıp doğum yaparsa, erkeğin sorumluluğu sadece çocuğa karşı olmaktadır. [/quote]
Belirlenen süre dolduğunda mut’a nikahı sona erer ki, bu evlilik geçerli olmadığından miras gibi haklar ileride iddia edilemez! Mut’a nikahı yapan kişi, ücretini ödemek koşulu ile istediği kadar evlenebilir ve süre şartı olmadığından yarım saat gibi bir zamanda da boşanabilir. Bu nikah şeklini onaylayan ‘Şii Mezhebi’ ebeveyn iznine ve şahide gerek olmadığı konusunda fetva vermiştir! Mut’a Nikahı’nı, dini kılıfa sarılmış seks ticareti olarak da yorumlamak mümkün görünmektedir!
Yaşamın gerçeği hep rekabete dayalıdır; bu saptamayı sabah uyandığımız dakikadan başlayıp, uykuya yattığımız süre içerisinde her an deneyimleyebiliriz. Bu rekabet anlayışı insanları, yaşam karşısında hırslandırmakta ve köleleşmesine neden olmaktadır: Hoşlandığımız insanın sevgilisinden ayrılmasını ve bizi tercih etmesini, iş arkadaşımızın başarısızlığını dilememizi, komşumuzun konforunu kıskanmamızı, hep bu güdü belirlemektedir! Mutsuzluğu için çabalayan insandan başka bir canlı türü var mıdır? Olayların iyi veya kötü sonuçlanmasının nedenini hep kendimizi ‘Merkez’e koyarak değerlendiririz. Vardığımız sonuç, ideal insan olduğumuz yönündedir; dar bir çerçeveden bakarak, yorumladığımız geçmişi gerçeklik olarak algılarız, bu tatmin edemediğimiz bir yalnızlığın içine yuvarlar bizi.
[quote]Özlemin amacı mutluluğa ulaşmaksa ve hep yarının gelmesi bekleniyor, yarın da hep dünü doğuruyorsa yok olmak kaçınılmaz bir kader halini mi alacak? [/quote]
Dünü yeniden ama hep yeniden yaşama isteği, onu hep yeniden yazma çabalarımız, değiştirme saplantılarımız mutluluğu getirmeyecektir.Yalan bir mutluluğun peşinde koşarak gerçek bir mutsuzluğa ulaşabiliriz ancak;oynamak istediğimiz tiyatro oyununda oyuncularımızın repliklerini değiştirebilsek de karakterlerini değiştiremeyiz!
Yükselen değerler, metalaşan yaşamın sonucunda varılan duygu kaybı, köşe dönme kültürü, tüketimin dayatılması gibi nedenlerden doğmuş olan ‘Aldatma’ günümüzde en masum günahtır aslında! Cennetin yeşil vadilerinden vazgeçip, cehennemin kızıl ateşini merak ettiğimiz için yaşama dayanabiliyoruz artık. Çekiciliğini, güzelliğini veya yakışıklılığını kullanarak karşısındakini salt sömürmek üzerine kurgulanmış bir yazı olmayacak burada okuduklarınız!
Toplumda belli bir yer edinmiş, iş hayatında kariyerini tamamlamış, oturduğu sokağında yıllardır aynı profili korumuş kadın- erkek neden bu aldatma dürtüsüne karşı koyamaz? Eş, çocuklar, komşular karşısında kendine verilen rolün yorgunluğu mudur buna sebep? Normal dediğimiz bu yaşamın, insan öğüten zamanın dişlilerine dur demek mi? Oturup, kendi öykünü yazabilme inisiyatifini ele alabilmek gücü de diyebilir miyiz? Üçüncü kişi ile belki sınırlı bir zaman diliminde birlikte olunacak ve yaşanacak olansa koca bir yalan mı sadece?
Çamaşırın, ütünün, bulaşığın olmadığı; çocukların günlük problemlerinden uzak; ödenmesi gereken faturalar ve taksitlerin geride kaldığı; iş yerindeki üretim bandının durduğu ve salt ikinizin belirlediği zaman diliminde ve yerde, başka gezegenlerin, güneş sisteminin boyutunda yaşamak bir özgürlük mü? Hep bakımlısınız, asla bir birinizin kirli çamaşırlarını görmeyecek, regl olmayacak, ağız kokusu duymayacaksınız. Oyunun nasıl oynanacağını biliyorsunuz ama mutlu musunuz?
Mutluluğun anahtarını her elinize alışınızda, ardından hep bir felaket habercisi bekleyeceksiniz; seviye dair başlayan cümlelerinizi depremler, kıyımlar,cinayetler, iç savaşlar tamamlayacak. Şarkısı yasaklanan Ozanların ilk şiirleri gibi illegal kalacak, yorganın altına saklanıp öcülerin gitmesini bekleyeceksiniz karanlık zamanlarda, absürd bir tekerlemenin gülümsemesi yayılacak sonra dudaklarınıza; korkunun korktuğunu sanacak ve aldanacaksınız. Çocuklukta oynalınan evcilik oyunları düşünülürse; hani anne- baba- çocuk- doktor çemberinden kurguladığımız dünyanın gerçekliği birer provaydı aslında önümüzdeki yaşama karşı. Doktorun karşısına hep hasta çıkan anneler; baba ve çocuğun dışarıda beklemesi ise hep değişmeyen kader olurdu, anne tedavi edilirken yalnız kalmalıydı doktoru ile: Aldatmanın ve kendimize ait bir evreni yaratabileceğimizin ayırdına o zamanlar varmıştık aslında. Aileyi, dostları, komşuları varlık olarak duyumsardık ama asıl olan iki kişinin yalnızlığından oluşturulabilen evrendi!
İş yerinde saygın, otoriter bir yöneticisin, kimseye tolerans göstermiyorsun; insanların kaderi ile oynayabiliyorsun. Eşinden isteyemeyeceğin sözleri ve davranışları ‘Nöbetçi Sevgili’nden bekliyorsun ve alıyorsun! Aşağılayan biri konumundan aşağılanan oluyorsun ve asıl istediğin de bu, yüzüne küfür edilmesi, hakaretler ve seksin savaş alanına dönmesi. Tüm tabularını yıkıyorsun ve iğrenmenin aslında zevk alma olduğunu öğreniyorsun! Horladığın insanların yerine geçerek empati yaptığını ve deneyim kazandığını iddia ediyorsun! Ahlaki olarak ‘Nöbetçi Sevgili’ kavramını tartışmanın dışında, üçüncü kişi olmak aslında cesaret zırhı içinde korkularımıza saldırmaktır. Ahmet Altan, ‘Aldatmak’ isimli romanında ‘Bir ilişkinin içine üçüncü bir insanın gölgesi vurduğunda, o ilişki kararmıyor, tam aksine birden aydınlanıyor, o güne kadar görünmeyen, fark edilmeyen bir çok sıyrık, çizgi onarılmadan bırakılmış çatlak, sert ve üzücü bir ışığın altında ortaya çıkıyordu.’ derken, bizim için kurulan bu düzeni değiştiremediğimizden ve bu cesareti gösteremediğimizden, katlanmanın zorluklarından kaçarak üçüncü kişileri bir çıkış- kurtuluş kabul ettiğimizin saptamasını yapıyordu.
[quote]Toplum, her ne kadar kabul etmek istemese de muhafazakar- İslami yaşam tarzını yaşamak için dönüştürülmüştür. [/quote]
Geçmişte, ilişki boyutunda üçüncü kişileri genel ahlak anlayışı dışlıyordu; fakat, kadının duyguları, isteği ilk sırada gelmekteydi; yasak aşk veya illegal ilişkiler karşılıklı güven ve anlayış üzerine kuruluydu! İçinde bulunduğumuz sistem, erkek egemen gücün baskın olduğu İslami yaşam tarzını insanlara zorlamaktadır. Para ve gücün ‘Muhafazakar’ kesimin eline geçmesi ile yeni bir sınıf oluşmuştur artık! Bu yeni yaşam tarzını benimseyen sınıfın ahlaki ölçülerinde çözülme başlamasına rağmen, İslami kuralların dışına çıkmamaya ve sınırları zorlarken de Kur’an’ın yorumlanması açısından, Sünni veya Şii mezheplerinin hangisi daha fazla tolerans gösteriyorsa, referansı oradan alıp yaşam tarzlarını belirlemek istemektedirler.
Muhafazakar kesimde, kadınların değişimine baktığımızda türbanın bağlanma şeklinden, giyim tarzına kadar modernliği yaşamak istediğini görebiliyoruz. Kadınların pahalı marka giysilerinden, çanta, ayakkabı ve takılarına kadar, tesettürü kendi özgürlük alanları içerisinde ifade etmeye çalışmaktadırlar: Muhafazakarlaşsalar bile, yaşam tarzlarından ödün vermek istememektedirler! İmam nikahı, muta gibi İslami kurallara göre cinsel özgürlüğünü yaşayan muhafazakar erkeğin karşısına ‘Ben de varım!’ diyen ve zina ile suçlanmak istemeyen kadınlar çıkmaktadır. İslam dini aldatmayı zina olarak kabul etmekte ve cezası da recm gibi çok ağır olmaktadır.
2013 Kurban Bayramında Kocaeli’nin Gölcük ilçesinde meydana gelen olaya baktığımız zaman çerçevenin içinde: Dokuz günlük Kurban Bayramı tatili sırasında Hatay’a ailesinin yanına giderken, 2 aylık bebeğini evinde yalnız bırakarak ölümüne sebep olan öğretmen bir kadın görürüz. Seçil öğretmeni, toplumun katı ahlaki kuralları ile linç etmek kolaycılığa kaçmak olacaktır! Erkek egemen ve katı muhafazakar olan bu sistemin ahlak anlayışı kadını ‘Örtü’nün içine hapsederek, kürtajı yasaklayarak,mut’a veya dini nikah maskesi adı altında duygularını, aşkını körelttiği sürece, çocuk ve kadın cinayetleri önlenemeyecektir. Bu olaydan yola çıkarak, ‘Batı Ülkeleri’nin ahlak anlayışını, ilişkilerini, kültürünü sorgulamak ve buna bağlı olarak insanların yozlaştığını iddia etmek, başımızı kuma gömmek olacaktır!
İslami Ve Şeriat Kurallarına Göre Kadın- Erkek İlişkileri, Tamamen Şekle Dayalı Bir Kandırmaca mı?
İnananların nefsinde aslolan mübah olmak değil, haram olmaktır. Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinde, iffetli olmak ve zina etmemek koşulu ile kadınların talep edilmesine değinilmektedir. Elmalılı Hamdi Yazar, zinayı ‘Sifah’ olarak tercüme etmiş; kadın ve erkeğin üreme maksadının dışında, salt su akıtarak cinsel arzularının giderilmesi yönünden açıklayarak, zinanın bu anlamı taşıdığını belirtmiştir. Bu noktadan hareketle kadınların helal kılınmasındaki sebep, yani nikahın meşru olmasının amacı, nefsi sağlamlaştırarak, üreme görevinin gerçekleştirilmesidir. Yoksa, sadece nefsi şehveti gidermek amacıyla nikahlanmak caiz değildir! İşte bundan dolayı, mut’a nikahı, başka bir ifade ile metres tutmak helal değildir.’
[quote]Şii Mezhebi, Mut’a Nikahı’nın İslami inanca uygun olduğunu kanıtlamak ve desteklemek için ‘Nisa Suresi’ nin 24. Ayetini kanıt olarak sunar! [/quote]
‘Sizden iffetli, özgür mümin kadınlarla evlenecek servet ve gücü bulunmayanlar, ellerinizin altında olan mümin cariyelerle evlenebilirler. Allah sizin kadri kıymetinizi imanınızla bilir. Zaten siz müminler, hep aynı aileden sayılırsınız. Öyleyse, fuhuşta bulunmayarak, gizli dost da edinmeyerek, namuslu kadınlar olmak üzere onları, sahiplerin izniyle nikahlayın. Ücretlerini de güzellikle kendilerine verin. Eğer evlendikten sonra zina yaparlarsa, onlara hür kadınlara ait cezaların yarısı uygulanır. Cariye ile evlenme, sizden sıkıntıya düşmekten ( Zinaya sapmaktan) korkanlar içindir; yoksa, sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır!’
Şiiler, 24. Ayette geçen ‘İstimta’ ( Faydalanma) ve ‘ücret’ sözcüklerini mut’a ve bunun karşılığındaki ücret, devamındaki ‘Bu borç belirlendikten sonra, aranızda anlaşıp, ondan herhangi bir tasarrufta bulunmanızda üzerinizde vebal yoktur.’ cümlesini ‘mut’a’ süresinin bitiminde ‘Ücret üzerinde yeni bir anlaşma ile onu uzatmanızda vebal yoktur.’ şeklinde yorumlayarak, mut’a nikahının caiz olduğu sonucuna varmışlardır!
Şii Mezhebi’nin Hadis anlayışı ve yorumları Sünni Mezhebi’ne göre farklılıklar göstermektedir. Ehl-i Beyt’in aktardığı Hadisleri referans alan bu mezhebin mut’a nikahı ile ilgili bir yorumunda:‘Yüce Allah, mut’a ettikten sonra gusül eden bir erkeğin, gusül suyunun her damlasından yetmiş melek yaratır ve bu melekler kıyamet gününe kadar ona istiğfar ederler ve kıyamet gününe kadar mut’a’ yı inkar edenlere de lanet ederler.’ denilerek, mut’a nikahının dokunulamaz bir yasa olduğunu belirtmektedirler!
Hz. Muhammed, Mut’a Nikahı’na ilk kez Heyber Savaşı’ndan önce üç gün izin vermiştir. Daha sonra bu nikah yasaklanmıştır! Hz. Ali’nin, Mut’a Nikahı ile ilgili olarak:’Allah Resulü’nün mut’a nikahını ve evcil eşeğin etinin yenmesini Heyber günü yasakladığını’ söylediği rivayet edilmektedir.’ Bakara Suresi’nin 236. Ayeti’nde ‘Nikahtan sonra, kadına henüz dokunulmadan veya onlar için belli bir mehir tayin etmeden boşarsanız, bunda size günah yoktur.’ İbn Mace’ye göre, Hz. Muhammed kadınlarla normal nikahlar yapmış olup, onların bazılarında kusur görünce, dokunmadan boşanmıştır. Rivayetlerde Mut’a Nikahı olarak geçen bu davranış, Peygamberin kadınların mağduriyetinin giderilmesi için verdiği maddi değeri yüksek hediyelerdir ki, Bakara Suresi’ne de uygundur!
İslami yorumların, kadını ikinci sınıf insan yerine koyduğu görülmekte, mezheplerin ‘Mut’a Nikahı’ na karşı aldığı tavır da uygar dünyamızda ‘Canlı Bomba’ etkisi yaratmaktadır!Siyasi yönetimimiz, çalışma hayatımız, insan ilişkilerimiz gibi, ‘Aşk’ın da ‘Laik ve Eşitlikçi’ bir yaklaşıma ihtiyacı var! Kadın cinayetleri, çocuk tecavüzleri, çocuk anneler, intiharlar bu karanlığa ışık yaktığımız vakit son bulacaktır!