Monarşik yönetim ve Osmanlı Devleti

Osmanlının neden yıkıldığını düşünmeyen, sorgulamayan, hele hele Avrupa’ya kadar uzanmış devasa büyüklüğünde olan topraklarımızın elimizden kuş gibi uçup gittiğinden dolayı içi yanmayan kimse yoktur herhalde bu vatan topraklarında yaşayan…

Bunun dışında altı yüzyılı aşkın bir süre yönetim biçimimiz olan monarşinin sorgulanması konusunda hep eksik kaldığımızı düşünmüşümdür. Monarşinin geçmişini incelediğimde, bir hükümdarın devlet başkanı olduğu, hâkimiyetin kaynağının bir tek şahısta (Kral, Padişah) toplandığı, saltanatın bir başka adı olduğu tanımıyla karşılaştım. Monarşi sözcüğü dilimize Fransızca “Monarchie” kelimesinden girmiş, Yunanca “tek şef” anlamına gelen “Monos Archein” kelimelerinden türemiş.

osmanlı-parlamentosu

Osmanlı’da Monarşi nasıl?

Tek kişinin yönetimi olan, devlette var olan hiç bir yetkili organın olmadığı, padişahın her şeye mutlak egemen olduğu, hükümdarın yetkilerini sınırlayan yazılı kanunların bulunmadığı Osmanlı ise, 1876’ya kadar mutlak monarşi ile yönetilmiş, 1876 sonrası meşruti monarşiye geçmiştir. Bu dönemde anayasa vardır, ancak mutlak güç ve yetki hala padişaha aittir. Padişahın mutlak veto yetkisi vardır. İktidarın aynı aileden soydan geçme yoluyla kalması, devlet başkanının bu yetkiyi yaşamı boyunca elinde bulundurması, cezalandırma ve bağışlama yetkilerinin sadece padişahın elinde bulunması monarşiyi diğer yönetim biçimlerinden ayıran en önemli özelliklerdir.



Peki Osmanlı’da Monarşi yüzyıllar boyu tek yönetim biçimiyken neden sona erdi?

Bu dönem Tanrısal hakka dayanıyordu. İktidarı tek başına elinde tutanlar Tanrı’dan başka kimseye hesap vermezdi. Sadece ve sadece tebasında bulunan zengin ve güçlü soylular ile etkili din adamları kollanırken halk hiçe sayılırdı. Osmanlı’ da Monarşi, bir nevi istibdat yönetimiydi. Hürriyetlerin baskı altında tutulduğu, basın hürriyetine ağır sansür koyulduğu, kendi yönetimini benimseyen bir kısım gazete sahipleri ve gazetecilere çıkarlar sağlandığı, mizah gazeteleri ve karikatür yayımlarının yasaklandığı, toplanma hürriyetinin olmadığı bir sistemdi. Ve devam etmesi mümkün değildi. Adalet bir kişinin dudakları arasındaydı. Örfi hukuk ile Şer-i hukuka göre düzenlenmiş Osmanlı Hukuku’nda, davalara kadılar baksa da önemli davalarda padişahın etkisi büyüktü. Kadınlar seçme ve seçilme hakları bulunmadığından dolayı sosyal yaşamın bir parçası değildiler.


Osmanlı tebasında yaşayanlar arasında ekonomik olarak büyük bir uçurum vardı. Bir kesim güzel bir yaşam sürerken, geriye kalan halk yoksuldu. Osmanlı monarşisi ne yazık ki Avrupa’da yaşanan reformalara, sanayi devrimine, işçi hareketlerine, aydınlanmaya deyim yerindeyse fransız kalmıştı. Demokrasinin olmazsa olmazı halkın iradesi malesef meclise yansımıyordu. Ve tüm bunların ardından günümüzde monarşiyi savunan, Osmanlı hukukundan, yaşam tarzından, yönetim biçiminden övgü dolu sözlerle bahsedenler ve Cumhuriyet yönetimini yermek isteyenler için tek söyleyebileceğim tek şey: “Halkın seçtiği cumhuriyet hükümetleri kimi şartlarda seçilenlerden ötürü yönetim açısından demokratik olabileceği gibi, anti demokratik de olabilirler. Bu antidemokratik yönetimler zamanı gelince seçimle giderler. Lakin babadan oğula geçen, demokrasi ile uzaktan yakından alakası olmadığı kati olan monarşi yönetimi için bunu söylemek imkansız.”