Düşmüş, ayaklar altında kalmış bir nimet gibi; pişmanlığı kaldırıp öptüm, alnıma koydum. Gördün ya velinimetim, gönül soframa ne koyduysan yücelttim ve razı oldum.
Ben bilmem parlatılmış naz dillerini. İki zaman vardır heyhat! İki hoyrat zaman vardır ki, beni parça parça ederler. Gece vardır gün ışığım, gece vardır yürek sızım, bir gece vardır. Bırak insanlar her geceyi ayrı bellesin, esas bir gece vardır: Aşkın ve özlemin üstüne kapkara çarşaf geren, cem vaktimizi simsiyah eyleyen, tek bir gece vardır. Her gece birdir a yüreğimi çalan, her gece aynı ay, aynı yıldızlar, aynı ben ve her gece tıpkı sen… Ruhum geceleri hasret türküleri söylerken, bilmem sen tebessüm eder misin bu günahkâra? Hoş, beni taşlarlar bunu duysalar: sen ki münezzehsin her türlü noksanlıktan. Tebessüm etmezsin sen, ama belki benim yüreğimi sonsuz ümitlere bağlayan şu his gibi bir hisse, bir duruma vakıftır sonsuz kudretin. Ben biliyorum, ah yüreğime taze meltemler bahşeden, biliyorum…
Meçhuller kendisine malum olan! Vaktiyle, kulun Musa (a.s) çölde sana dua eden bir bedevi görmüştü. Yanına yaklaştı ve ona kulak verdi, o biçare sana şöyle sesleniyordu: “Evin nerededir? Keşke evime misafir olsan, ben her gece ayakkabılarını temizlerdim; saçlarını tarardım…” Musa (a.s) o divaneyi işitti de, ona: “Ey şaşkın, Allah her şeyden münezzehtir; Ona böyle seslenme!” dedi. Sonra o gönlü bin parça âşık kendini dağlara vurdu da Sen Musa’ya (a.s) seslendin: “Kulumuzu bizden ayırdın, o kendi lisanınca bize yakındı!” Musa (a.s) hatasını anladı ve senden af diledi. Ey Musa’ları affeden! Sen de ona merhamet pınarından bir kâse huzur lütfettin. Ben ki o divane gibi, pervanen oldum, ben ki o Musa (a.s) gibi yanlışa döndüm, ey bir! Ey Tevvab! Şu benim bin parça ruhuma merhamet yok mu?
Ve gündüz… Gözlere gaflet sürmesi çeken bir gündüz vardır. Ey güneşe ışık bahşeden, benim hasretim! Güneşten değil, günahtan kavrulan nice ruh vardır. Güneş ki ar fakirleri beklemez batışını; arsıza ne gece, ne gündüz vardır. Bu yüzden var ulu orta günâhlar… Bir de gözlerden uzak günâhlar vardır. Kimi çekinir de, ıssızlığı kâfi görür. Sonra dersin ki: “Kullardan utandın da her şeyi gören Rabbinden utanmadın?” Her insanda kendisine zulmeden bir yan vardır. Günâh tarlasında, pişmanlık denen bir fidan vardır!
Hani, ey gözde fer, ciğerde nefes! Bugünün evvelinde Fudayl Bin Iyad vardır. Vaktiyle o, azgın bir yol kesici tayfanın reisiydi de, erleri kervanları talan edip nam salardı. Kervanlardaki çocuklara ve kadınlara ilişmez, yaşlılara dokunmaz, fakirin bir tek lokmasına el uzatmazdı ve başkalarının da bunları yapmasına izin vermezdi. Hem namaz kılar, hem kendince devran sürerdi. Senden korkar, hayâ eder ve sana hüsnü zan beslerdi. Kıvılcımı alev eden! Sen ona rahmet ettin de, nihayetsiz hazinenden hidayet bağışladın. Sonra o üstündeki kul haklarını, hak sahiplerine teslim etti ve Resulünün (a.s.v) hadislerini tane tane ezberledi. İsmi yüceltilen bir râvi ve İslâm’ ın parlak ışıklarından bir ışık oldu. Adaletin sahibi! Ben, kendi ruhunu gasp eden, ondan güzellikler çalan bir eşkıyayım ve hüküm senindir. Lakin ben de… Hüsnü zan… Ben de… Bana da…
İşte böyle iki vakit vardır ki ben onlardan uzak olsam, onlar beni bırakmaz. Kalpte çile, düşte gam, zehir gibi bir ayrılık, ruhumda pişmanlık vardır. Karşıma alırım tüm varlığımı, şu var ettiğin koca âlemde bir nebze tutmaz yokluğumu sorgular, yargılarım. Vicdanımda bir mahkeme kurulur, her vakit bir azamı mahkûm eder dururum. Şöyledir hükmüm el Hâkim!
Ey göz, günahı gördüğün kadar çile göresin; güzellik senden ırak olsun!
Ey dil, zarar ettiğin kadar dolanasın, sürçesin; tatlı söz senden ırak olsun!
Ey el, harama uzandığınca, bağlanıp dolanasın; helal senden ırak olsun!
Ey kulak, haddi aştığın kadar sağır kalasın; en güzel ses senden ırak olsun!
Ey ayak, yanlışa koştuğun kadar, yürümez olasın; en kutsal toprak senden ırak olsun!
Ey ten, hevese uyduğun kadar mutsuz olasın; en büyük mutluluk senden ırak olsun!
Öyle ki düşmüş, ayaklar altında kalmış bir nimet gibi, pişmanlığı kaldırıp öptüm, alnıma koydum. Gördün ya velinimetim, gönül soframa ne koyduysan yücelttim ve razı oldum. Adilce bölüştüm mü? Ey kusurlardan münezzeh! Hayır! Hem aldanan ruhu, hem de şeytana uyan nefsi unuttum. Lakin hatırlamış olsaydım da adil olmazdı paylaşım. Çünkü azalar ruha itaat eder ve ruh benim: Bu benimki suçu azaların üzerine atmaktır… Sahibine dönen beddua gibi günâhlarım, tüm azaları dolaştım: Kitab-ı Mukaddes’ de kullarına bildirdin, biliyorum. Tüm azalar, aleyhte şahittir ve insan ancak kendine zulmeder. O haldir, ruhuma ben bile acıdım ki sen rahmet deryası, merhamet pınarısın. Sen, sen, sen varsın. Şimdi yarattığın her varlıkta olduğu gibi, bahşettiğin pişmanlık nimetinde de sen varsın. Kapındaki hidayet dilencisiyim, senden aşk dileniyorum ve sana şükrediyorum. Ey dilemek nimetini kullarına bahşeden, sonsuzluk ülkesinin sultanı!
[quote]Candan bezdiren baş ağrımdaki huzur; ey benim, bir varım! Yokluğum, titrek kalbimde ritim, kurak amel toprağındaki ümidim; Ey canım, hem cananım![/quote]
Saat kaçtı? Bilmiyorum. Ama gecenin yıldızları yokluğa sürgün ettiği bir vakitte, karanlığın içinden yükselen bu nidaları duydum ve başından sonuna kadar dinledim. Bütün bu duyduklarım, ahlaksızlığıyla nam salmış; günah deryasında boğulmuş bir bedbahtın haykırışlarından çok, sanki temizliği ve saflığına bütün dünyanın düşman olduğu, masum bir çocuğun haykırışıydı. Bu yan komşum… Sanki kendisi tertemizdi de, dünya ve içindekiler onu çekip, zorla bataklığa gömüyorlardı. Bu gerçekten yanlış bir düşünce sayılmaz, ben de dâhil onu tanıyan, bilen herkes ona karşı korkuyla karışık bir tiksinti duyardı. Oysa şimdi, kirlenmiş ve yıpranmış bir ruhun pişmanlık dolu bu sözleri, bana bütün geceyi zehir etti. Eğer onun kalp sızlatan sözlerini duymasaydım, hiçbir keder ve tasanın olmadığı derin bir uykuya göz yumacaktım. Sokakta karşılaşsam kesinlikle kınayıp, belki de söveceğim bu zelil herif meğer kurak yüreğinde tertemiz bir aşkı sularmış. Birden kendimi vicdanımla baş başa buldum. Belki büyük büyük günahlarım yoktu, ama hiçbir zaman böyle güzel seslenmedim yaratana ve bu derece kendimden vazgeçip onun rızasına ulaşmayı murat etmedim. Aklım almıyor, nasıl oldu da yıllarca en zorlu alanlarda ihtisas yapmış ve ömrü okumakla, bilimle geçen ben; bu cahil adam kadar bilinçli olamadım. Uzun süredir sesini duymuyorum; belli ki, o şimdi sessiz ve huzurlu bir uykunun seyyahıdır. Bense zihnimde çıkardığı savaşla meşgulüm. Ne olurdu onda olan arzunun bir zerresine sahip olsaydım? Ah, saat neredeyse 04.00’ e geliyor! Sabah erkenden bir hastam gelecek, uyumalıyım…
“Muhakkak ki Allah, dünyayı sevdiğine de sevmediğine de verir. Fakat dini yalnız sevdiklerine verir. Allah kime dini verdiyse mutlaka onu seviyor, demektir.” (Mecmau’z-Zevaid, 1/53; Kenzu’l-Ummal, h. No: 43431).