Varoluş ve Sanat

 İnsan mı sanat eserini üretir, sanat eseri mi insanı?

sanat
Bilinen mağara resimlerinin en eskilerinden. Fransa’da Lascaux Mağarası’nda bulundu. Lascaux’daki resimlerin, yaklaşık 13 bin yıllık olduğu saptanmıştır.

Tarih öncesi dönem hakkında en iyi bulguları ve araştırmaları öncelikle jeologlar, sonrasında; antropolog, zoolog, botanikçi, fizikçi ve kimyacılar ortaya koymuşlardır. Dolayısıyla sanat ve evveli hakkında da elde edilen bilgileri araştırmak için bu dönem bulgularını incelemek gerekmektedir.

‘Paleolitik ya da ‘Yontma Taş’ denilen ilk insan varlığına ulaşılabilen dönemin sonlarına doğru M.Ö. 600 000 ile 10.000 arasında ilk insan varlığının anlatılabildiği ve eylemleri hakkında bulgulara sahip olunan dönem olarak bilinmektedir. Özellikle sanat faaliyetleri söz konusu ise bu dönemin olgunlaşma dönemi olan son dönemlerinde, sanat varlığından söz etmek çok daha doğru olacaktır.


Avcılık ve toplayıcılıkla geçinen, vahşi yaşama karşı ayakta kalabilme savaşı süren bu ilkel toplum insanında, henüz toplumsal bilinç gelişmemekle birlikte, yaş ve cinsiyet ayrımı da yoktu ve sürüler halinde yaşam sürdürülmekteydi. Bu düşüncelere bağlı olarak henüz estetik, sanat yaratma kaygısının ve soyut düşünmenin hâkim olmadığı bir bilinç yapısı ile bu insanlar sadece yaşamda kalabilme ve sürüden dışlanmamak kaygısını taşıyorlardı. Çünkü sürüden dışlanmak onlar için adeta ölüm demekti.

Bu dönem bulguları, sanat ürünleri olarak; fildişi ya da kemikten yapılmış bıçaklar, el baltaları, taştan silahlar, figüratif taş yontuları ve mağara resimleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Fakat çoğunun ağaçtan yapılmış olması nedeniyle, günümüze çok fazla bulgu ulaşamamıştır. Ayrıca ölüler için toplu olarak büyü törenlerine katılmaları da o dönem insanının doğaya ve vahşi yaşama karşı başarabildiği dinsel faaliyetleri olarak düşünülmektedir.

Tarihin en heyecan verici sanat buluşları ise genellikle rastlantısal yolla olmuştur

1868 yılında küçük bir kız çocuğu olan ‘Maria’ tarafından keşfedilen İspanya’daki  ‘Altamira Mağarası ’ ve mağaradaki duvar resimlerinin keşfi ile başlayan ilk sanat izlenimleri sonucunda bu mağara resimlerinin, o dönemdeki kamanlar tarafından bir çeşit av büyüsü olarak yapıldığıdır. Bu hayvan resimlerinin çizilmesindeki asıl amaç, ruhlarının bu resimlere hapsedildiği ve avın daha kolay ve bereketli geçeceği inancıdır.

Öte yandan 1908’de Waschau-Willendorf arasında yapılan demiryolu inşaatı sırasında bulunan ve Willendorf Venüsü’ adı verilen 11 cm. boylarındaki, taştan oyularak oluşturulan bu küçük kadın  yontusunun, o dönem de heykel sanatının oluştuğunun da bir kanıtıdır. Heykel şu an, Viyana Doğa Tarih Müzesinde bulunmaktadır.

sanat
Resim: (Willendorf Venüsü- 1908/Viyana Doğa Tarih Müzesi)

Ayrıca 1940 yılında dört çocuğun oyun oynarken, toplarını bir çukura kaçırmaları ve kurtarma çalışmaları esnasında keşfedilen Fransa’nın güneyindeki Lascaux  Mağarası’’ olarak bilinen mağarada bulunan mağara resimleri günümüzün dahi tartışılan konularından biridir.

Mağarada sanat olarak neler vardı?

Genellikle bitki özlerinden hazırladıkları kırmızı renk ve odun ya da kömürden elde ettikleri düşünülen siyah renk ile boyanmış hayvan figürlerinin olduğu, hala hareketliymiş gibi görünen hayvanların resmedildiği çizimler bulunmaktaydı. Ayrıca keşfedilen bu resimlerin yapımı ile ilgili olarak, resmi yapanların diğerleri taraftan uzun süre burada beslendiği düşünülmekte ve özellikle o dönem insanının yemediği hayvanları resmetmesi açısından da bu resimler ilgi uyandırmaktadır.  Resimlerin sürekliliği ve tutarlığı -hep aynı hayvanların değişik hareketleri ile resmedilişi- açısından da bu dönem insanının sanat istikrarı konusunda dünyanın ilk sanatçıları olduğu fikrinde birleşmiş görüşler mevcuttur.

Tüm bu bilgiler ışığında düşündüğümüzde, o dönem insanının acımasız yaşama karşı sürdürdüğü yaşam savaşı onu bir şeylere inanmaya ve inancı sonucunda ürünler ortaya koymaya zorlamıştır. Öyleyse sanatın doğuşu, inanç gücünün getirdiği mecburi yaşamda kalabilme faaliyetleri içerisinde, ait olduğu topluluğun amacına uymak adına dışsal yaşam ile mücadelesi sonucu gerçekleşmiştir ya da elde edilen bireysel keşiflerin bir ‘içsel geri bildirim’ ile dışa yansıttığı eylemler ve bir süreç olarak başlamamış mıdır?

Ayrıca bu ilkel toplumun resimleri ve yontuları incelendiğinde, onların dışarıdan bakılıp kopyalanarak oluşturulmadığı, bellekten yapıldığı bilim adamlarınca kanıtlanmıştır. Bu görüş de bizi bu konuda oldukça düşündürmektedir. Bu anlamda sanatçı, doğrudan gözle gördüklerinin basit  birer kopyasını yapmamış ve kendi içsel tasarımları ile hayal dünyasını birleştirerek birer içsel tasavvurda bulunmuştur.


Günümüzün  moda ve ibadethane (kilise ya da cami) anlayışından, soyut düşünebilmekten yoksun bir bilinç seviyesine sahip o dönem insanının  oluşturduğu bu sanat ürünlerinin orijinalliğinin öneminde hem fikir olmakla birlikte, bugün bile sanat anlamında orijinal eserlerin üretilmesinin ne derece zor olduğu düşüncesindeyim. Sanatın, dış dünya aracılığı ile keşfedilen bilginin, içsel süreç süzgecinden geçtikten sonra bir çeşit içsel dışavurum eylemi olduğunu pekala günümüzde de savunabiliriz. Ancak yine de ilk ortaya konan eserlerin bugüne dek üretilen en orijinal ürünler olduğu düşüncesine sahip olmamdaki bir başka sebep de görüşümü destekler nitelikteki, ünlü ressam Joan Miro’nün şu sözleri olmuştur:

[quote]‘’Mağarada yaşayanlar döneminden beri, sanat gerilemeye devam ediyor.’’[/quote]

Peki bu gerileme ne anlama gelmektedir?

Sanat anlamındaki en güzel örneklerin ‘saf akıl ve inanç’ ile özden gelen bilgilerle oluşturulan o dönem eserlerinin, günümüzde bile önemini koruduğunu ve belki de o dönemden beridir, gerek resim gerekse heykel sanatında sadece farklılaşan tekrarlar ile günümüz sanatını oluşturabildiğimiz düşüncesini anlatmaya çalışmış olmalıdır kim bilir?

Bu söz doğrultusunda uzun düşünmelerimiz sonrası anlayabiliriz ki sanat ne kovadan alınan boyanın duvara ya da tuvale sıçratılması suretiyle oluşuyor ne de gördüğünü birebir kopyalama derdiyle…Hele ki günümüz Hiperrealizm (Fotorealizm) ya da ‘Fotogerçekçi’ adını verdiğimiz ‘göz ile görüleni fotoğraf gibi en iyi aktarabilme yarışı ya da resim anlayışını düşündüğümüzde yaptığımızın gerçekten de bir kopyala-yapıştır sanatı olduğu kesinleşmiyor mu? Peki, fotoğraf sanatı denilen başka bir anlayış bu resim anlayışının neresinde durur?  Bunlar gibi sorular geliveriyor insanın hemen aklına…

Bu sanat anlayışıyla bugün her ne hiperbizonlar, hiperyontular yapıyor olsak da atalarımızın davranışlarını tekrar etmeye çalıştığımız gerçek. Sanki yeni bir buluş değil de farklı sunuş üslubu ile karşı karşıya kalıyoruz, her ‘yeni üretilen’ sanat ürünü karşısında.

Tüm bunları göz önünde bulundurarak, atalarımızdan ve genlerimizdeki bizi özümüze götüren kodlarımızdan öğrendiklerimizle, en büyük tablo olan kainatın noktacığı da olsak birer görevli figürü olarak, görüntüdeki tablo en güzel şeklini, görüntüsünü  alana dek keşfetmeye, taşı ya da mermeri oymaya, resmetmeye, inancımızla üretmeye devam edeceğiz.

Belki bunu başarmaktır o en büyük, en yüce sanat?


İnsanın sanat olduğu fikrine paralel, sanatın insanlaştırdığı güne dek devam edilmesi dileklerimle…

 


Yararlanılan Kaynaklar
Güzel Sanatlar Ansiklopedisi

Sanatın Tüm Öyküsü
Wikipedia Özgür Ansiklopedisi


Filiz Hallıoğlu
Filiz HALLIOĞLU 1977 İzmir Ödemiş doğumlu. Kendini tanımaya başladığında 5-6 yaşlarındaydı. Okulunu çok seven, dış’a göre başarılı ama kendini hep tanımak adına zaman zaman zorlayan bir öğrenci ve ailenin ikinci çocuğu olmasına rağmen doğuştan olgun olduğuna inanılan bir anlayışta geçti çocuk yılları. Sonrasında, kitaplarıyla keşfettiği kendi dünyasını kimse ile değişmediği bir yaşamı seçti...