Sanat bir yaşam biçimidir ve her açıdan Antropoloji, Tarih ve Din Bilim (Teoloji) alanlarına daha yakın durur. İnsanı her şeyiyle anlatan hayat sanata, sanat da hayata dahildir…” Geçmişte ortaya konan sanat eserlerinin yapılma amaçlarını anlamadan, geçmiş halk sanatını anlamanın olanaksız olduğu düşüncesi ile yeni bir sanattan bahsedeceğim sizlere: “Primitif (İlkel) halk sanatları.”
‘’Korku ve Büyü” nün etkisi ile mağaralarda oluşan sanattan yola çıkarak bu kez de adımımızı mağaraların dışına atıp, insanoğlunun toprakla ilk bütünleşme çabaları sonucu ortaya çıkan bir sanatı ele alacağız.
Henüz köy ve şehir olgusunun oluşmadığı bir toplum ve kültürünün başlangıç aşamasında mağaradan çıkıp toprağa yeni yerleşmiş topluluklar, kavimler halinde yaşayan bu halkların sanatı duyguya dayalı, kolektif(ortaklaşa) toplumsal anlayışa göredir. Yani kentleşmiş yaşam kültüründe olduğu gibi bireysel düşüncenin, mantığın ve aklın ve ‘’Ben” duygusunun henüz oluşmadığı ‘ortak ve bütünsel’ hareket edilen bir yaşam anlayışı hakimdir. Dolayısıyla bu toplulukların ilkel bir yaşam sürmelerinin beraberinde hem duygusal hem de toplumsal açıdan ele alındığında, ”bireysel” değerlerinin oluşmaması gibi olumsuzluk olarak görülen bir bakış açısının yanında ‘’bir’ lik duygusuna hizmet eden yaşayışlarıyla, paylaşımlarıyla, biz olarak kalmaya çalışma çabalarıyla da aslında modern, akılcı, mantığa dayalı düşünen, ‘’Ben” egosunu taşıyan günümüz insanından aslında daha artıları vardı diyebilir miyiz? Yine aynı pencereden bakmaya devam ettiğimizde henüz yalnızlık duygusunu neredeyse tatmamış, birlik içinde paylaşımlarıyla ruhsal huzurunu sağlamış bu sebeple de belki de daha fazla üretme çabasını hissetmiş insandır primitif (ilkel) insan kim bilir…
“Kabile içinde kişisel mülkiyet diye bir şey söz konusu değildir. Bütün aletler, silahlar, vs. hepsi kolektif bir şekilde kabile üyelerine aittir. Her birey, gerektiğinde, bunları kabile çıkarına ve savunma amacıyla kullanılması gereken aletler olarak görmektedir. Kişi bir anlamda sahibi olduğu silah, balık ağı ya da kayığın kabileye ait olduğunu düşünmektedir.”(1)
Bazı görüşlere göre primitif halklarda bu düşünceyi onaylayan bir başka anlayış ise ; ‘’Ata Ruhu” inancı etkisi ile kişiler kendi görüşleriyle hareket edemeyen ve toplumsal anlayışın dar sınırı içinde kendilerine ait hem içsel hem de dışsal olarak kalıplar içerisinde yaşayan katı bir kolektif(ortaklaşa) anlayış olarak da düşünülmektedir. Bunun sonucunda bu toplumun sanat eserleri de son derece keskin bir estetik anlayışı içerisinde kalan, sade ve az renklerden oluşan, basit formlu eserlerden oluşmuştur. Bu toplumsal anlayışlar ya da kabuller kişilerin hayatına hükmederler ve kişilerin görüşleri yoktur.” Ayrıca bu düşünceyi bugün bile Afrika’da varlığını koruyan ‘İbibiolar‘ ve Avustralya’da yaşayan ‘Aborjin‘ gibi bir çok ilkel kabile yaşantılarında görmek mümkündür.
Kitle psikolojisi, kolektif(ortaklaşa) anlayış kişiye etki etmekte ve bu durum kişide saygı, korku, tapınma duygusu uyandırmaktadır. Bu anlayışı sembolleştiren eşyalar da zaman içerisinde ortaya çıkartılabilmiştir.
Tüm bu bilgilerin yanı sıra primitif(ilkel) halklar daima insanüstü kuvvetlere dayalı bir yaşam sürerler. Dolayısıyla bu halk sanatı dinin ve büyünün etkisindedir. Örneğin bir fenomenin resmedilişi uzakta bulunan bir ruh üzerinde etki edeceği düşüncesini taşımaktaydı. Kuzey-Batı Amerikalılar da rüyalarında gördükleri şeylerin resimlerini de bu amaçla yapmaktadırlar. Bu anlamda primitif(ilkel) insan, resmi insanüstü bir gücü benliğinde toplamak hatta kötü huylu tanrıları iyi huylu yapmanın yolunun bu olduğunu düşünerek yapıyor.
Kuzey-Batı Kamerun Bölgesi’nde ortaya çıkan ‘’Maske Sanatı” da aslında tanrılarla ilgilidir. Verimlilik, Çocuk Tanrısı, Savaş Tanrısı, Balık Tanrısı, Volkan Tanrısı ( Hawai Adaları), Dünyaya düzen veren tanrılar ( Kuzey Afrika/ Rabe) de görülüyor ve tasvir ediliyor. Araştırmalar sonucunda tüm bu tanrıların atalar ile ilişkisi olduğunu ilk olarak İngiliz Araştırmacı ‘’Talbot” söylemiştir. Ayrıca ‘’ Manizm” denilen ‘’Atalara Tapma” dini primitif halklarda ataların ne denli önemli olduğunu göstermektedir. Atalar zamanla tanrılara denk sayılmakta hatta ötesine bile geçmektedir. Tam da bu fikir ile primitif(ilkel)’lerde ölü olan atalara tapma ile heykel sanatı ortaya çıkmaktadır. Heykeli ya da maskı yapılan atanın ruhunun huzura kavuştuğu inancı vardır. Ataların vücutlarını tasvir eden heykeller yaparken başka ruhların da bu vücutlara girebileceği inancını taşımaları sebebi ile bazen tasvir edilen heykeli ölüye benzetirler, vücut tasvirinden sonra ata sanki hayattaymış gibi renkli boyanmış baş kısmı yerleştirilmiştir. Burada önemli olan sanatsal anlatım değildir; ata başının muhafazasıdır. Sadece doğallık söz konusudur. Öte yandan bu görüşü destekler günümüzde yaşanan ve İngiliz dilbilimci ‘Wany Sampaio’nun araştırmaları sonucunda Brezilya’da gözlenen bir kabilede konuşulan dil alfabesi içerisinde ‘zaman‘ kavramının olmadığı ortaya çıkarılırken bazı davranışların kemikleşmiş halini de atalara ve ata geleneklerine olan bağlılık olarak değerlendirebiliriz. Ayrıca kukla yapımı ya da Avrupa’da tabutların üzerine konan balmumundan yapılmış heykellerde de bunu görebiliriz. Fakat primitiflerde asıl heykel sanatının gelişimini ata başının muhafazası geleneğinin terk edilişinden sonra görmek mümkün olmuş ve ataların ruhlarının kutsallaştırılması ‘manizm’ dini ile birlikte büyük heykellerin ortaya çıktığını göstermektedir.
[quote] Manizm dışında primitif sanatı etkileyen bir diğer unsur ise ‘’Totemizm” inancıdır. [/quote]
Totemizm birçok ilkel halka göre doğada bulunan bitki, eşya ve hayvanların insanlarla akraba olduğu inancıdır. Yani bazı bitki, hayvan ve eşyaların insanı koruduğuna inanılır. Bu inanca sahip insanlar birbirleriyle evlenmezler. Totemlere tapınan halklar bitkiler ve eşyaların yanında hayvan çeşitlerinin tasvirleri ile doğanın bilinemeyen, açıklanamayan gücüne hakim olma düşüncesindedirler. Bu konuda Kuzey-Batı Amerika halkları örnek gösterilebilir. ‘’Ölüm okları” denen heykeller de hep bu amaçla yapılmıştır.
Ünlü Psikanalistçi Sigmund Freud ise Avusturalya ve Okyanusya yerli kabileleri üzerinde araştırmalar yaparak ‘Totemizm’in dinsel bir gereklilik olmadığını, günlük gereksinimlerden ortaya çıkan( ensest ilişkiden kaçınma yolu olma gibi) en eski hem toplumsal hem de dinsel bir inanç bağı olduğunu, kuralları gereği anadan kalıtım yoluyla geçtiği için bugünkü aile bağlarından bile daha güçlü olduğunu savunmuştur.
Primitif halkların; ‘manizm- atalar ruhu, totemizm’ ve inançlarının yanı sıra ‘’Büyü” ye dayanan dünya görüşleri nedeniyle sanatsal tasvirlerinde doğacı boyama ve desenleme tekniği kullanılmıştır. Büyü ele geçirilmek istenen varlığı etkileme ve irade altında tutma tekniği olarak bilindiği üzere, primitif halkın kullandığı ruhsal yöntemlerden biri olmuştur ayrıca eski Avustralyalılar ve Güney Afrika halkı olan Buşmanlar bu görüşe inanmışlardır.
Bir başka sanat anlayışında, sanatın buluşturuculuğunda tekrar bir arada olmak ümidi ile…
Kaynaklar:
1.Wikipedia özgür ansiklopedisi
2.Dünya Sanat Tarihi/ Adnan Trurani
3.İlkel İnsanda Ruh Anlayışı/ Levy Bruhl/Doğu-Batı Yayınları/1927-1964
4.Sigmund Freud/ Totem ve Tabu/ Alter Yayınları/ 2000 Ankara
5.Pinterest
Alıntı:(1)/İlkel İnsanda Ruh Anlayışı/ Levy Bruhl/Doğu-Batı Yayınları/1927-1964