Ben bütün bildiklerimden sonra sadece şunu diyebilme özgürlüğüne sahip olduğumu düşündüm, Ben İNSAN’ım… Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Ermeni, Yahudi, Rum değil sadece İnsan… Kimliğimde yazılan memlekete göre yargılanmak, değerlendirilmek, sorulara maruz bırakılmak istemeden sadece ve sadece insanım.
Ailem pek dindar sayılmazdı hatta hiç dindar değildi, din ile ilgili eğitimleri ilkokul dördüncü sınıfta Halil hocamdan alırken namaz denen şeyin varlığı ile tanışmıştım. Sonra duaları, sureleri duyuyordum fakat onlarda sadece 2×3=6 eder gibiydi. Ya da 1071 yılında Alparslan’ın Malazgirt savaşı ile Anadolu topraklarına girmesine benziyordu.
Ortaokul yıllarında da din dersi benzer şekillerde geçmişti, bulunduğumuz mahalle düşünce olarak sol tandanslı idi ve haliyle gördüğümüz, yaşadığımız ve deneyimlediğimiz şeylerde bu doğrultuda gelişiyordu. Bütün dersler gibi gelip geçiyordu din dersleri… Sonra lise başlamıştı, birinci sınıfta değilde ikinci sınıfta kopmuştu bilinçsiz bilinçli hallerim, din dersi hocamız, küfrediyor, lanetliyor, sapkın olarak nitelendiriyordu, yok sayıyordu bir sürü dini, mezhebi, inancı, ona göre tek doğru vardı o da hepimizin mezhebi olan Hanefilik…
Mezhep kavramı ile karşılaştığımda 15 yaşında idim sanırıım epeyce geç kalmıştım bunu öğrenmek için, o gün ailede bir konuşma yapma gereği duymuştum, biz kimiz ile başlayan ve neden böyle bir seçim yapma zorunda olduğumuzu irdeleyen konuşma sonrasında ilk adımımı atmıştım hayata. Evet din denen bu kavramı öğrenmeliydim ve henüz başında idim hayatın. İlk İslamiyeti öğrenmekle yola çıktım, sonra diğer dinler, inançlar, pagan inanç sistemleri, Sümerler, Mısırlar, Yahudilik, Musevilik, Batı ve Kuzey Avrupa dinleri, Hint inanç sistemi, Konfüçyanizm, Şintoizm, Budizm, Tasavvuf ilmi, Yezidilik, Alevilik, Bektaşilik, Taoizim, Yehova Şahitliği, Bahailik ve Mayalar ve diğer kıta dinleri. Birden çoğalmaya başlayan inanç sitemleri içinde kaybolmak üzereydim ama ben gerçeği arıyordum, hangisi gerçek idi. Din dersi öğretmenimizin dediği gibi Hanefilik mezhebi mi? Yoksa sayısı yüzlere yaklaşan bu dinler mi? Yoksa Hanefi mezhebi öncesinde ortaya çıkan islamiyet mi?
Her din dersine onlarca soru ile giriyordum, ben soruyor öğretmen cevaplamaya çalışıyordu. Bazen dinden çıkaracak sorular sorduğumu söylese de sorduğum sorular ile o da aydınlanıyordu açıkçası. Fakat bir şeyi çözemiyordum, öğretmenin ve diğer öğrencilerin bilmedikleri, tanımadıkları, yüzleşmedikleri bütün bu inançları yok saymaları, hepsini cehennemlik olarak görmeleri ve son insan müslüman olana kadar cihadın süreceği ve taşların dile gelip arkasında saklanan kişinin yerini söyleyeceği bilgileri ile donanıp ilerliyorduk derslerde. Fakat bir şey gözden kaçıyordu, sınıf kırk kişiydi ve herkes Hanifi mezhebinden değildi fakat öğretmen ısrarla hakaretlerine devam ediyordu. Bütün bu süreçte en çok orada konuşulmamış sözcüklere üzüldüm. Çünkü ötekileştirmenin en alası yaşanıyordu sadece seninle aynı şeye inanmadığı için ki oradaki hiç bir çocuğun bunu seçme şansı yoktu bunu düşünemeyecek kadar düz bakan bir öğretmen ile iki sene ders işledik.
Ötekileştirmenin henüz kimlik boyutunda olmadığı zamanlarda. Ötekileştirilen binlerce insan görüyordum artık. Çalışma hayatında, sokaklarda, hastanelerde, arkadaş sohbetlerinde her yerde insanlar bir şeyler söylemeye başlıyordu. Kimi zaman çingene olduğu için, kimi zaman sarı olduğu için, kimi zaman doğulu olduğu için, kimi zaman alevi olduğu için. Ama hep bir şeyler olduğu için aşağılanıyordu insanlar…
Öteki olmanın ne demek olduğunu gösteriyordu hayat. Çocuk aklımdan sıyrılıp hayatı fark ettiğim zamanlara doğru adım atıyordum. Suskunluklarımında artık sona ermesi gerektiğini düşündüğüm vakitlerdi bunlar. O kadar sene yüzüme baka baka küfretmiş insanlara karşı ilk olarak kim olduğumu söyleyerek başlıyordum sohbete, arkadaşlarıma, çalıştığım yerlere işe girerken özellikle söylüyordum kim olduğumu. Kirleniyordu bakışlar, davranışlar ama ben artık özgürdüm ya umarsız kalıyordum söylentilerin duyarsızlığına..
Sonra asker ocağına düştüğüm zaman gerçek ötekileri, ötekileştirilmeleri gördüm. Nasıl mı? Henüz şehir görmemiş çocuklarla tanıştım, adını yazarken zorlanan ama eline tüfek verilip aptal yerine konulup cezalandırılan çocuklar gördüm, bütün herkesin memleketlisi ile samimi olduğu ve en büyük ayrışmanın, kimlik farkındalığının, yok sayılmanın, kendini gösterme çabalarının olduğu yerdi orası. Bir moaziğin bütün çizgilerinin en net şekilde çizildiği ve görülebildiği toplama kampında gibi hissediyordum kendimi…
Sanırım o güne kadar kimse birbirinde bu kadar haberdar değildi, bu kadar ayrışmıyordu, bu kadar dışarısında değildi insan ruhunun. Bir kez daha kimlik savaşı vardı ve ben yine ilk gün ilk an kim olduğumu söylemiştim ki askerlik bitene kadarda onunla yaşadım ve duyduklarımla kendi arama bir set çektim.
Ayrıştırmanın her çeşidi vardı, siz sanıyor musunuz ki sadece kürtler ötekileştiriliyor, kürtlerde diğerlerini ötekileştiriyordu, karadenizliler de diğerlerini, egeliler trakyalılar, onlar diğerlerini hepsi bir başka dünyadan gelip, köylerinden yurtlarından olup bir olmaya çalışan ya da çalıştırılan aynı küfrü yiyen aynı davaya inandırılmaya çalışılan binlerdi.
Garipti bildiğim bütün bilgiler, bütün kelimeler anlamsızlaşıyordu. Okuduğum dinlerin özünde sevgi, kardeşlik, birlik, tanrı, Allah, Rab, Nirvana vardı ve hepsi insana hizmet ediyordu fakat burası insanlığın ilk öldüğü yer gibi geliyordu bana hoş sonradan hayatın içinde olunca sadece askerliğin değil, okulların, kursların, dini eğitim veren yerlerinde bu kategoriye dahil olduğunu anladım. Ne kadar körmüşümü söylediğim zamanlar çok yakında olacaktı bekliyordum.
Ötekileştirme, sadece kimlik kavgası ile olmuyordu görüyordum, cinsiyetler, inançlar, ten renkleri, boy, kilo, zayıflıklar, saç şekli, gözlüğü, bedensel eksikliği her şey ayrıştırma içinde idi ve kimliklerini avuçlarına alanlar en güçlü olduğunu göstermek için arkasına hep kalabalıklar dolduruyordu. Siyasetin tarafsız olması gerektiğini öğrendiğimde ise çok geçti. Çünkü benim öğrenmem bir şey ifade etmiyordu, bütün siyasiler ayrışmalar üzerinden prim yapıyordu ve onlarla besleniyordu. Kendisine taraf olan kesimi doldurup diğer tarafları boş bırakarak çıkar sağlıyordu çünkü biliyordu ki diğer tarafı da o tarafın siyasetçisi doldurup kendisine karşı bileyleyecekti. Kirli işlerdi fakat insanlar görmüyordu bu oynanan oyundaki ayrıştırmaları….
Aşağıda ateşi yakan siyasiler, yukarıda kendi aralarında güllük gülistanlık bir hayat sürüp kazançlarına kazanç ekliyor, kimliğini kalınlaştırıyor, insanların ezilmişliklerini görmeyip, ayrıştırmalarına çomak sokuyorlardı. Askeri nizam eğitim şeklini bozmayarak, rahat hazırol kavramları ile ilkokul birinci sınıfa başlayan öğrencilere daha ilk günden yönelecekleri çizginin ve boyun eğmenin koşulları hazırlanıyordu. Burada sanki ileride oluşturulacak ayrıştırılmış ve ötekileştirilmiş insanların temelleri atılıyor gibiydi ve bir şekli oluyordu teslimiyetin. Yönetilmesi kolay, emredilmesi kolay, galeyana getirilmesi kolay daha kolayı sorgulamadan itaat edip, öldürmeye, yakmaya yok etmeye meyilli hale getiriliyorlardı. Sevgi yoktu, paylaşmanın güzelliği yoktu, biz biriz kavramı yoktu, haritalar bile yedi bölge idi ve mozaik deniyordu kırk millet taşıyordu 814.578 kilometrekarelik bu topraklar.
Bugün aslında dünden ekilen ayrılık tohumlarının birer yansımasını yaşıyor bu ülke. İnsan kavramından yoksun, kendisine dayatılan, öğretilen, öğrenilmiş çaresizlikler ile yüklü ben düşüncelerinin birer birer dökülen kaypak dışavurumları işte. Ben bütün bildiklerimden sonra sadece şunu diyebilme özgürlüğüne sahip olduğumu düşündüm, Ben İNSAN’ım… Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Ermeni, Yahudi, Rum değil sadece İnsan… Kimliğimde yazılan memlekete göre yargılanmak, değerlendirilmek, sorulara maruz bırakılmak istemeden sadece ve sadece insanım. Sizler kimliklerinizle var olmayı düşünüyorsunuz ya buna da saygım var çünkü hayat bana en güzel şeyin kimliksiz sade bir insan olmanın güzelliklerini gösterdi ama önce acılarıyla yoğurarak yaşattı. Seçim benimdi ya beni yok sayanı yok edecektim ya da beni yok sayanın varlığını yok sayacaktım ve onun bana ördüğü kumaşı giymeyecektim üzerime.
Gerçekliğim insan olmak üzerineydi, düşlerim çocuk gülüşlerinin bütün insanlığa eşit şekilde pay edilmesinden yanaydı. Gelin, öteki olmayın ve ötekileştirmeyin sadece insan olun ve unutun olduğunuz söylenen bütün kimlikleri, işte o zaman başka gezegenlerin cehennemi olmaktan çıkartıp gerçekten cennete çevirmiş olacaksınız yaşadığınız bu coğrafyayı. Hayattaki sırat köprünüz, bütün ikiliklerden arınıp gördüğünüz her şey ile bir olduğunuz andır. Ancak bu şekilde kendi sıratınızı geçip insanlığın cennetine girebilirsiniz.
Ancak bu şekilde özgür olabilirsiniz. Silahlar özgürlük getirmez sadece ölüm getirir. Kimlikleriniz siz değilsiniz…