Toprakla Ateşin Aşkı: Seramik! “Sanat yaşamı anlayan zekanın, onu en ilgi çekici, en güzel şekle sokma çabasıdır ve hayat bir şekle girdiği oranda sanattır.”
Sanatın alanı ile insanın hakim olmaya çalıştığı bir’dir. İnsan irade içinde yaşamak zorunda olduğu maddesel bir dünya ile otomatik davranış ve isteklerle dolu bir iç dünyaya sahiptir. Tüm bu anlatımdan yola çıkarak insanlığın ilk yerleşim yerlerini kurma çabaları esnasındaki keşiflerinden biri olan ”Seramik Sanatı”nı ele alacağız…
Ana malzemesi çamur (kil) olan seramik en kısa tanımıyla ateşte pişmiş topraktır. Birçok kaynak seramiğin tarihini insanoğlunun tarihi ile birleştirmiş ve insanın var olduğu her yerde seramiğe rastlanmıştır. Günlük hayatın içinde çeşitli biçim ve türlerde de olsa yer almıştır. En eski tarihi M.Ö. 5000’lere dayanan bu sanatın Anadolu ve daha birçok bölgede bulunan bulgular incelendiğinde aslında tarihin daha da eskiye gittiği düşünülebilir. Erken ‘Neolitik’ çağda 7000 yılın başlarında insanoğlunun doğada bolca bulunan çamurun(kilin) özelliklerini keşfetmesi sonucu ortaya çıkması ve ortaya koyduğu çanak-çömlekler ile kültürel yaşamda önemli değişiklere yol açması sebebiyle bazı kaynaklarda Neolitik çağ ‘çanaksız-çömleksiz’ ya da ‘çanaklı-çömlekli’ çağ olarak ikiye ayrılmak üzere bölümlenmiştir. Orta Avrupa’da Üst Paleolitik döneme ait bulguların yanı sıra Anadolu’da da Paleolitik döneme ait bulgular ortaya konmuş olsa da seramik sanatı ‘Neolitik Çağ’ ile birlikte seramiğin pişirilmeye geçilmesi ile ortaya çıktığı düşünülmektedir. (M.Ö 7000)
İlkel insan çamurdan sadece çanak-çömlek, kap-kacak yapmakla kalmamış, daha da eski çağlarda taş ya da kemikten oyduğu bereket simgelerini, hayvan figürlerini bu kez de çamurla buluşturmuşlar ve pişirmişlerdir.
Tarihsel süreç içerisinde seramik sanatını daha detaylı ele aldığımızda ve her türlü kaynak araştırmamız sonucunda en erken seramiklerin Ege Uygarlıklarında yaygın olduğu ve “Minos Seramik Sanatı”ndan bahsedilmektedir. ‘Minos Sanatı’na kısaca değinmek gerekirse: Adını Yunan Mitolojisinde sözü geçen Girit kralı Minos’tan almıştır. Ayrıca Arkeolog Arthur Evans’ın 1899’da Minos’un başkenti olan Knossos’ta yaptığı kazı çalışmaları sonucunda edindiği bilgiler ışığında bu uygarlığı M.Ö. 3000-2000’leri kapsayan ”Tunç Çağı” içerisinde değerlendirmiş ve Girit’te 3 evreye ayrılan bu uygarlığı:
Erken Minos (İlk Tunç Çağı), (M.Ö. 3000-2000),
Orta Minos(Orta Tunç Çağı), (M.Ö. 2000-1580),
Geç Minos(Son Tunç Çağı), (M.Ö 1580-1100) olarak tanımlamıştır.
Erken Minos( İlk Tunç Çağı)’ta ‘Hellas Kapları’ olarak bilinen ürünler aynı zamanda o dönemin metal işçiliğini de yansıtmıştır.Çoğu bezemesiz ve koyu renklidir. Ayrıca ”Kyklad kapları” nın da Erken Minos dönemine ait geometrik desenli ürünlerdir.
Orta Minos(Orta Tunç Çağı)’ta ise Kyklad Adalarındaki mat yüzeyli ve çizgisel bezemeli kaplar ile Girit’te Knossos, Phaistos ve Kameres’te yaılan kazılar sonucunda ortaya çıkarılan; koyu renki, parlak zemin üstüne soyut desenler ile bitki ve deniz yaşamına ait bezemeleri olan seramikler ile fincanlar, emzikli su kapları, büyük depolama kapları olan ‘pithos’ lar en yaygın örneklerdir.
Geç Minos(Son Tunç Çağı)’ ta ise seramik sanatı, Ege Uygarlığının yaşam düzeyinin gelişimi ile Minos Saraylarında ve Miken mezarlarında kendini gösterir. Seramikleri biçimsel olarak metal kaplara, bezeme açısından ise duvar resimleriyle benzerlik göstermektedir. Bu dönemden sonra ise Arkaik dönem ve Yunan Seramikleri ile seramiğin tarihsel süreci devam eder.
Tüm bu bahsedilen dönemlere ait dikkat edilecek ve akla gelen önemli sorulardan biri de şudur: Neolitik insan toprağın ateşte yanışı ile tesadüfi keşfi ile ortaya koyduğu bu seramik ürünleri, günlük hayatta yalnızca fayda sağlaması özelliğinin yanı sıra onları neden zaman içerisinde gerek şekilsel gerekse dış görünüm olarak değişime uğratmaya çalışmış? Neden daha güzel görünmelerini sağlama adına onları süsleme ve bezemelerle donatmıştır? Tüm bu soruların yanıtı olarak düşünecek olursak; sanatın tecrübe edilen maddesel yaşamın gerekliliklerini, mecburiyetleri dışında diğer bir yandan insanoğlunun yaşamını sürdürdüğü tarihsel boyutun her aşamasında iç’ten gelen o en güzele ulaşma arzusu olan sanat yolu aracılığı ile ortaya konan her güzel deneyim bizi başka bir tecrübeye daha itmiştir. Böylece tecrübe sanata, ortaya konan sanat da bizi güzeli bulmaya yani başka bir tecrübeye götürmüştür.
Geniş anlamda ise sanat bize eşyanın pratik faydasını değil, ”ebedi özünü” verir. Bir öze eğilmek demek başka bir amaç gütmeksizin bir şeyi’ in kendisine eğilmek demektir. O şeyin güzelliğine dalan kimse, o an için kendi ruhunu unutmuş, ortak ruha karışmış ya da sanat dünyasına ermiştir…
İnsanoğlunun varoluşundan bu yana Tarihe, Bilime ve Antropoljiye olan katısını göz önünde bulundurursak, bu dönemlerden kalma seramik bulguları da günümüz araştırmalarına bile hala katkıda bulunabilen son derece önemli bir sanat dalıdır.Toprağın verimliğine paralel, seramik sanatının da doğurganlığını düşünecek olursak daha bir çok medeniyetin günümüze kadar oluşturmuş olduğu kültürel ve sanatsal anlamdaki ürünlerin detaylı anlatımlarına ilerleyen zamanlardaki yazılarımızda ayrı ayrı yer vereceğimizi belirterek sanatın evrensellik noktasında tekrar bir araya gelebilmek ümidi ile…
Kaynaklar:
- Wikipedia Özgür Ansiklopedisi
- Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi
- Sanat ve İnsan(Batı Klasikleri) Irwin Edman
- Sanat Tarihi Ansiklopedisi
- Türk Seramik Sanatının Gelişimi / Deniz Onur Erman S:19
- Seramik Tanıtım Komitesi:Toprakla Ateşin Öyküsü Grup 7 2003 S:6
- Pinterest (Fotoğraflar)