Ben Şerefsiz Değilim

Üç kelime; haksızlığın değil de anlaşılmamışlığın ağırlığı altından çıkan kırgın ve cılız feryat, son söz…

Ben Şerefsiz Değilim- İndigo Dergisi

Dün, görevinden alındığı için intihar eden bir sendika başkanının haberi manşetlerdeydi. Acılardan beslenen bir zihniyete sahip değilim, bu yüzden ne ismi, ne de cismi lazım. Ancak arkasında bıraktığı intihar notu canımı acıtmadı desem yalan olur. Bıraktığı notta şöyle diyordu:

“Görevimden alındığım için intihar ediyorum, ben şerefsiz değilim; bu zamana kadar kimseye haksızlık etmedim, herkesten özür diliyorum.”


Şu iki satırlık intihar notu bana birçok şey anlatıyor ve anlattığı şeyler bir insanın intihar etmesinden çok, onu intihara sürükleyen süreçten dolayı beni üzüntüye sevk ediyor. Gazetelerde küçücük bir paragraf işgal etmesinin dışında pekte yer kaplamayan bu haber, esasen bir toplumsal sorunu haykırıyor. Bu sorunu okuyucuyla paylaşmak istedim.

Görevimden alındığım için…” Görevlerimiz, unvan ve makamlarımız gerçekten de yaşamımıza son vermemize değecek şeyler mi? Yaşamın onlarsız olamayacağına nasıl da alıştırıldık. Çocukluğunu dahi yaşam maratonuna atıflar yapılan evlerde geçiren insanlar, gençliklerinde hırs aşısıyla zehirlenerek büyütülmüyorlar mı? ‘aman evladım! Çok çalış doktor ol, pilot ya da mühendis…’ Oysa çoğu anne-baba “insan ol!” demeyi unutuyor. Hep kariyer endeksli bir geleceği inşa etmeleri konusunda çocuklara telkinlerde bulunuluyor. Elbette bu kötü olmamakla birlikte, esas çizgisinden sapınca, durum raydan çıkan bir trenden farksız oluyor. Bazen hayat kurtaran bir doktor, hastalarına karşı en basit insani haslet olan hoşgörüden dahi yoksun olabiliyor. Örnekleri yaşamın içinden ispatla çoğaltılabilir. Bir insan eksiksizce donatılmış bir masada doyabildiği gibi, bayatlamış bir ekmekle de doyabiliyor. Nice zenginler var ki devran ters dönünce yokluğu da kucaklamış ve yaşamlarını sürdürmüşlerdir; tabii aynı durumda aksini yapanları da göz ardı edemeyiz. Ancak bu durum, insanın yaşamak için temel ihtiyaçlarından ötesine de kendini fazla kaptırmaması gerektiği gerçeğini değiştirmiyor. Elbette henüz tanışan iki insanın birbirine isimlerinden sonra sordukları ilk sorunun ‘ne iş yapıyorsun?’ şeklinde olduğu bir ülkede, bu kariyer temelli yaşam görüşünü tartışmak duvarla konuşmaktan farksız.


Ben şerefsiz değilim…” Üç kelime; haksızlığın değil de anlaşılmamışlığın ağırlığı altından çıkan kırgın ve cılız feryat, son söz… Şeref, ortaçağda uğruna düelloların yapıldığı, tarih boyunca intihar ile temizlendiği düşünülen şey, bir insanı intihara sürükleyen sebep… “Ben şerefsiz değilim…” Toplumsal bir yara belki de: İletişimsizliğin son perdesi mi yoksa üslupsuzluğun ve erkânsızlığın sonucu mu? İhtimaldir ki sendika başkanının faili, anlaşılmamışlıktır, son sözü sorulmamışlık ya da gönlü edilmemişlik belki de ardındakiler için makamın çekiciliğidir, kim bilir?

Ve ömrü boyunca başarıya itilmiş bir insanın, başarısızlık sonrası topluma dönerek “herkesten özür diliyorum.” Deyişi, esasen herkesin ondan özür dilemesi gerekirken…


Dilimiz gibi, toplumumuz da lastik misali: Neresinden tutup çekersek çekelim, uzadıkça uzamaya meyilli. O yüzden dallandırıp, budaklandırmadan diyorum ki: Allah, sendika başkanımıza gani gani rahmet eylesin ve sevenlerine sabır niyaz etsin.

Anlayabilmek, anlaşılmaktan sonra saadetlerin en büyüğüdür…


Bahattin Yavuz
O, gaz lambasının sıska ışığıyla aydınlanan kitapların sihirli dünyasında bir seyyahtır. Ruh ırmağından arıttığı sözleri kağıda işleyen bir nakkaş ve kusursuzluk için ruhuna çekiç vuran bir heykeltıraştır.