“Sizce kaç aptal kendi kendine bu yıldızlar neden düşmez diye sormuştur? Ama siz, bilgelikle eğitilen siz, yıldızların ne aşağıya ne de yukarıya doğru hareket etmediğini biliyorsunuz.” – Agora
Dünyanın yuvarlak olduğunu hepimiz biliriz öyle değil mi? Bu bilginin nasıl elde edildiğini, bu süreçte ne gibi zorluklar yaşandığını, hangi aşamalardan geçerek bugün bildiğimiz noktaya gelindiğini kaçımız merak etmiştir?
Bugün bilgi dediğimiz kavram elimizin hemen altındadır. Çok kısa bir zahmetle sınırsız bir bilgi ummanında yelken açabiliriz. İnternet dünyasının devasa evrenini bir kenara bırakalım. Ne sıklıkla kütüphaneye gideriz? Kütüphaneye gidip kitap okumak mı? Öyle sanıyorum ki maalesef günümüzde pek değer verilen bir şey değil.
Gelin asırlar öncesine doğru şöyle bir uzanalım. M.S. 4. Yüzyılın Mısır’ına gidelim. Dünya tarihinin gelmiş geçmiş en büyük ve kadim kütüphanelerinden biri olan İskenderiye Kütüphanesinin tozlu raflarına bir göz atalım. El yazması nadide eserlere dokunalım, hissedelim. Bizler şu an pek umursamasak ta bu kütüphane yağmalanırken tek bir parşömen parçası için canını feda etmeye hazır bir kadının öyküsünü anlatan bir filmden bahsedeceğim sizlere: Agora (2009)
Agora tarihte bilinen ilk kadın matematikçi, astronom ve filozof olan İskenderiyeli Hypatia’yı (370-415) Oscar ödüllü oyuncu Rachel Weisz canlandırıyor. Roma İmparatorluğu artık giderek güç kaybetmektedir. Hakimiyeti altındaki topraklara eskisi gibi iştihamla hükmedememekte, ufak tefek isyanları bile bastırmakta zorlanmaktadır. Yüzlerce yıl Romanın egemenliğinde olan Mısır’da da kontrolünü iyice yitirmeye başlamıştır. Agora’nın konusu da işte bu çalkantılı dönemde Mısır’ın sanat ve bilim merkezi olan, birçok filozof, bilim adamı ve sanatçıyı bünyesinde barındıran İskenderiye kentinde geçmektedir.
Agora filmi
Agora Eski Yunancada şehir merkezi anlamına geliyor. Şehrin hem ticari, hem politik, hem de sosyal merkezi anlamında. Kelimenin bir diğer anlamı da toplanma yeri. Şehirdeki seçimler, duyurular ve benzeri organizasyonlar bu meydanda yapılırmış. Kütüphane ise Agoranın en merkezi yerinde kale gibi inşa edilmiş, korunaklı bir yapı. Bu yapının içinde kütüphanenin yanı sıra tiyatro, dinlenme yerleri, derslikler, arşiv gibi birçok bölüm bulunuyor. Kısacası dev bir kültür kompleksi. Bu yapının yöneticiliğini ise Hypatia’nın babası Theon (Michael Lonsdale) yapıyor. Theon kızını bu ortamda çağının tüm tabularına aykırı bir düşünce yapısıyla her açıdan donanımlı bir şekilde yetiştiriyor.
Bu yıllar Hristiyanlığın hem Mısır’da hem de dünyanın birçok bölgesinde hızla yayıldığı bir dönem. Hristiyanlar kurdukları kiliseler aracılığıyla örgütleniyorlar ve halkın içinde inanılmaz bir hızla çoğalıyorlar. Şehrin sokaklarında Hristiyanlar Paganların inanışları ile sürekli alay ediyorlar. Kendilerine bile faydası olmayan bu heykel ilahlardan medet umdukları gerekçesiyle her fırsatta Paganları aşağılıyorlar. Bu duruma daha fazla katlanmak istemeyen Paganlar Hristiyanların üzerine yürüyor. Ancak işler hiç te umdukları gibi gitmiyor.
Hristiyanlar çok sert bir şekilde karşılık veriyorlar. Paganların çoğu canını zar zor kurtararak kütüphanenin de bulunduğu kaleye sığınıyorlar. Hristiyanların sayısının çokluğu onları hayrete ve dehşete düşürüyor. Çünkü ancak bu olaydan sonra sayılarının ne kadar fazla olduğunun farkına varıyorlar. Ayaklanmayı bastırmada zorlanan vali kısa süre içinde şehrin kontrolünü kaybediyor.
Hypatia ve sonradan Roma tarafından vali olarak görevlendirilecek olan Orestes (Oscar Isaac) ve bazı paganlar kaçmayı başarıyor. Orestes hem Hypatia’nın öğrencisi hem de ona aşık aristokrat bir Pagan. Bir de Hypatia’nın babası Theon’un kölelerinden olan Davus (Max Minghella) var. Davus da Hypatia’ya delicesine aşık. Ayaklanma sırasında Davus efendisine ihanet ediyor ve Hristiyanların safına katılıyor.
Kısa süre içinde de Hristiyanların içinde yüksek bir mevkiye geliyor. Agora’nın en çarpıcı ve bir yandan da en üzücü sahneleri bu isyan sırasında karşımıza çıkıyor. Çıldırmış halde şehri ele geçiren Hristiyanlar her yeri yakıp yıkıyor. Kütüphanedeki asırların birikimi son derece değerli, nadide el yazması yüzbinlerce kitap ve papirüs barbarca yakılıyor. Kütüphane ve beraberindeki tüm heykel, anıt ve derslikler yerle bir ediliyor.
Agora iki bölüme ayrılmış
Agora’nın ilk yarısında Hpatia’nın hayatından çeşitli kesitler veriliyor. Haypatia Hristiyan, Yahudi, Pagan ya da köle ayrımı yapmaksızın öğrencilerine ders veren işine aşık bir bilim kadını. Bir yandan da Hpatia’nın çekiciliğine kendisini kaptıran öğrencisi Orestes ve kölesi Davus’u olaylar farklı yönlere savuruyor. Agora da işlenen bu iki farklı aşk öylesine eklenmemiş. Örneğin köle Davus’un aşkı, hayatını ve inancını tümüyle değiştiriyor. Orestes te sonradan Hristiyan oluyor. Ama her ikisini de zihni hep soru işaretleriyle dolu. Ne İncilin öğretilerini benimseyebiliyorlar ne de eski Pagan tanrılarından tam anlamıyla kopabiliyorlar. Bu anlamda filmdeki aşk derinlikli bir aşk olmasa da filmin izlenebilirliğini artıran bir motif olarak ele alınıyor.
Agora’nın ikinci yarısında ise birkaç yıl sonra şehirde Hristiyanlar ile Paganlar arasında geçici bir denge kuruluyor. Ancak tahmin edileceği üzere pamuk ipliğine bağlı bu denge uzun ömürlü olmuyor. Ölen Hristiyan başpiskoposunun yerine geçen yeni piskopos Cyril (Sami Samir) halkı hem paganlara hem de Yahudilere karşı örgütlüyor. Artan tahammülsüzlükle beraber şehirde tekrar bir kaos havası hakim oluyor.
Bu arada Orestes şehrin valisi oluyor. Hypatia’yı da danışmanlarından biri yapıyor. Davus ise Hristiyan Paroboloniler arasında yükselerek nüfuzlu biri oluyor. Bu grubun lideri durumundaki Ammonius (Ashaf Barhom) ile yakın ilişki kuruyor. Şehirdeki gerginlik had safhaya ulaşıyor ve az sayıdaki Paganlar ve Yahudiler katlediliyor.
Filmin bundan sonrasında din ve dini kendi güdümünde kullanan sınıfların güç ve şiddet politikasına tanık oluyoruz. Tahammülsüzlük, ön yargı, kendinden olmayanı yok sayma gibi yüzyılımızda halen devam eden evrensel hastalıkların insanlığı nasıl bir zulüm ve zorbalık girdabına soktuğunu izliyoruz.
Bu kaos ortamı sürerken Hypatia da payına düşeni alıyor. Dinsiz ve cadı olmakla suçlanıyor. Bir kadın olarak toplumda ön planda olması, ders vermesi, danışılan kişi olması gibi sebeplerden dolayı lanetleniyor. En sonunda katlediliyor ve vücudunun parçaları şehrin muhtelif yerlerinde sergileniyor.
Agora hakkında söylenebilecek o kadar çok güzel şey var ki! Bunlardan bahsedecek olursak;
Öncelikle Agora’nın İspanyol asıllı Şilili yönetmeni Alejandro Amenebar çok iyi bir iş çıkarmış. Daha önce Diğerleri (2001) ve Tez (1996) adlı filmlerini beğeniyle izlediğim yönetmenin bu filmi de beni hiç hayal kırıklığına uğratmadı. Yönetmenin Agora da kullandığı kamera açıları çok başarılı. Filmin başlangıcındaki ve bitişindeki dünyadan uzaya, uzaydan dünyaya geçişler çok etkileyici. Kütüphanenin yağmalanması sahnesi –daha da iyi olabilirdi- bir hayli etkileyici olmuş. Yönetmen Agora da mümkün olduğunca objektif bir tavır sergilemiş. Hiçbir gruba meyletmeden olayları Hypatia ve bilim ekseninde vermeye çalışmış. Agora’nın bir başka artısı da Hollywood sinemasının abartıcılığından ve yüzeyselliğinden uzak bir Avrupa yapımı olması.
Agora Hristiyanlığın Ortaçağ Karanlığının başlangıcının temellerini ele alması bakımından önemli. Kendinden öncekine düşman olma, dini politikaya alet etme, dinde bir ruhban sınıfı oluşturarak özel bir zümreye dokunulmazlık ve kutsallık atfetme, gücün yanlış kişilerin elinde olduğunda ne gibi vahim neticelerin ortaya çıkabileceğini gösterme gibi birçok hassas konuyu ele alışı Agora’yı değerli kılan özelliklerden biri.
Kadının toplumdaki yeri, kadın-erkek eşitliği, kadının zorluklara göğüs gererek cemiyette hak ettiği yeri alması Agora da işlenen bir diğer önemli nokta.
Agora’nın beni en çok etkileyen yönlerinden birisi de Hypatia’nın tüm o şiddet ve karmaşa ikliminden adeta hiç etkilenmeden kendini bilime ve düşünceye vermesi. Bilimsel merak ve açlığını hiç kaybetmemesi. Rachel Weisz’ın, dünyanın, gezegenlerin, yıldızların konumu, biçimi ve hareketleri gibi konularda bilimsel ve felsefi bakış açısıyla mantık yürüttüğü ve gerçeği aradığı sahneler inanılmaz heyecan vericiydi. Özellikle bu tür sahnelerde Weisz oyunculuğunun hakkını vermiş.
Büyük İskender tarafından kurulan İskenderiye dönemin en gözde şehirlerinden biridir. İskender’in emriyle inşa edilen İskenderiye Kütüphanesi’ni merkez alan bir film izlemek de apayrı bir zevk.
Tanrı, din ve bilim üçgeninde gidip gelen bu filmi eğer tarih, coğrafya, astronomi, matematik, geometri, din ve felsefe konularından herhangi birine çok az bile olsa ilginiz varsa bir sinemasever olarak mutlaka izleyin derim.
Son olarak Agora da dikkatime çeken ve hoşuma giden birkaç repliği paylaşmak istiyorum.
“Gökyüzünün sırrını çözdüğüm zaman, işte o zaman mutlu bir insan olarak öleceğim.”
“Bizi birleştiren şeyler, ayıranlardan daha fazla.”
“Mucize bir ekmeği paylaşmaktır.”
“Sizce kaç aptal kendi kendine bu yıldızlar neden düşmez diye sormuştur? Ama siz, bilgelikle eğitilen siz, yıldızların ne aşağıya ne de yukarıya doğru hareket etmediğini biliyorsunuz.”
“Yaratılışı eleştirmek Tanrı’yı eleştirmektir.”
Bu son söze katılmıyorum. Çünkü İslam yaratılışı eleştirmenin aksine, araştırmayı ve öğrenmeyi emreder. “Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, insanlara yararlı şeylerle denizde süzülen gemilerde, Allah’ın gökten indirip yeri ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı orada yaymasında, rüzgarları ve yerle gök arasında emre amade duran bulutları döndürmesinde, düşünen kimseler için deliller vardır. Bakara/164”