Türk Bayrağı halkların üzerinde hep bir demir yumruk oldu. Katiller,‘Güvercin Tedirginliğindeki’ aydınları öldürdükten sonra, önünde kameralara kahraman edasıyla pozlar verip, fotoğraflar çektirdi. Etnik milliyetçiliğin, faili meçhul cinayetlerini gizleyen örtü işlevi gördü her zaman ve Türkiye onlarla hep gurur duydu!
Türkiye Cumhuriyeti topraklarında yaşamakta olan değişik etnik gruptaki insanların, kendilerini ötekileştirilmiş hissetmesinin önüne geçebilecek ve birleştirici olabilecek tek sembol ülkenin ‘Bayrağı’dır!
Ozan Arif Nihat Asya’nın ‘Bayrak’ şiirinde söz ettiği: Sana benim gözümle bakmayanın/ mezarını kazacağım/ seni selamlamadan uçan kuşun/ yuvasını bozacağım… Kıskanç ve öfkeli coşkusallığının ülke olarak dışına çıkıp, Türk Bayrağına sevgi ve kardeşlik içeren bir anlam kazandırmamızın vakti geldi!
Dışlanmış her etnik kökenli ayaklanmalarda ilk hedeflerden biri, neden Türk Bayrağı olmaktadır? Ülkenin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün heykelleri neden parçalanmak istenmektedir? Emperyalistler tarafından demokrasi getirileceği söylenilerek işgal edilen Irak, Libya gibi ülkelerde de ilk yıkılan ve parçalananlar bu tip semboller oldu! Kominist sistem 90’ların başında çötüğünde Lenin ve Mao’nun heykelleri de yıkılarak, bayraklar parçalanmıştı. Son yaşanan provokasyon içerikli eylemleri bu yönde, yani yeni bir ‘Devrim’ olarak değerlendirmek yanlış olacaktır.
Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyada muhalif kesim her zaman suçlandı ve ötekileştirildi. Kurtuluş Savaşı’nda Kuvayi Milliyeci; Cumhuriyet döneminde Kominist; Sovyetler Birliği sisteminin çökmesinden sonra PKK’lı; günümüzün Yeni Türkiye’sinde Paralel Yapılanmacı olarak muhalefet suçlanmaya devam edildi!
Öncelikle, Türk olmanın anlamını etnik kökenin dışında tutarak tanımlamamız gerekiyor. On birinci yüz yılda Anadolu’ya göçen Türkler’in sayısı bir milyon civarındaydı. Bu göç olurken, Anadolu topraklarında kimsenin yaşamadığını veya yaşayanların Türkler tarafından sürüldüğünü düşünmek yanılgısına düşmemek gerekiyor! Gerçek olan şu ki bu göç ile birlikte büyük bir kültürün karışıma uğradığıdır. Bu karışım, Türk Ulusu olarak tarihteki adını ve yerini aldı!
Ulus ve Soydaşlık ayrı kavramlardır. Türkmen, Kırgız, Azeri, Özbek, Tatar Türklerin soydaşıdır ama Anadolu’da varlığını halen sürdüren Türk Ulusu’ndan değillerdir!
Türkiye Cumhuriyeti Misakı Milli sınırları içinde yaşayan Kürt, Ermeni, Yahudi, Süryani, Laz… gibi tüm etnik ve dini kökendeki topluluklar bu ülkenin ulus tanımını oluşturur! Aksini düşünmek veya savunmak emperyalizmin ulusları ayrıştırma tuzağına düşmek olacaktır.
Tevhid İnancına Göre Bayrağın Yorumlanması
Hristiyan inancı taşıyan ulusların ülke bayraklarında, Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesine gönderme yapıldığı ve ‘Haç’ın değişmez sembol olduğu kabul edilmektedir. Bu bağlamda ‘Hilal’in İslami inançtaki insanların simgesi olduğu ilmi olarak kanıtlanmaya çalışılmıştır.
Allah’ın birliği Tevhid inancına dayanmakta olup, ‘Allah tektir ve O’ndan başka İlah yoktur’ ifadesi, İslam ülkelerinin Bayraklarında sembolleşmiştir. Ay-yıldızın manası bu görüşe göre yorumlandığında; Hz. Muhammed’in Arapça yazılışının şekli oluşmaktadır. Muhammed ismi yazıldığında, birinci ‘Mim’in başı ‘Ha’ harfinin dirseği; ikinci ‘Mim’in kıvrımı ve ‘Dal’ harfinin alt ve üst kanadı beş adet çıkıntı meydana getirmektedir ve yıldız şeklini almaktadır. İslamın beş şartını Arapça yazılışında açıkça görebiliyoruz. Tevhide göre yapılan bayrak yorumlamalarında Hilal Allah (cc) inancını, yıldız ise Hz. Muhammed’e olan bağlılığı dile getirmektedir. Allah inancı Amentü’de bildirilen iman şartlarının temelini oluşturmakta, hilal ve yıldız imanın esaslarının sembolünü oluşturmaktadır.
Hilalin, müslümanlarca değişmez sembol olarak kabul edildiğini biliyoruz. Neden hilal? Ayın dolunay zamanı daha parlak görünmesine rağmen, en zayıf ışığının yansıdığı hilal zamanı sembol seçilmiştir? İslami yorumlara göre hilal, şeklinden değil isminden dolayı önem kazanır!
Yine Arapça Hilal sözcüğüne dikkat edilirse, bir ‘He’ bir ‘Lam’ bir ‘Elif’ ve yine bir ‘Lam’ harfleri bulunmakta ve Ebced hesabı ile rakam değeri ‘Doksan dokuz’u ifade etmektedir.
Allah sözcüğü’nün Arapça yazılışında da bir ‘Elif’ iki ‘Lam’ ve ‘ bir ‘ He’ bulunmakta ve aynı hesaba göre doksan dokuz rakamı bulunmaktadır.Allah’ın ve Hilal’in yazılışında aynı harfler kullanıldığından Doksan dokuz Esmaül Hüsna’nın temsil edildiğini görmekteyiz.
Tevhid’e göre, Bayrak üzerinde bulunan hilal, Allah’ın adıdır.İslami inancımıza göre de Allah’ın sembolize edilmesi doru değildir ve eş anlamı ifade eden Hilal sözcüğü, kabul gören bir simgedir.
Mitolojide Ay-Yıldız
Hilal ve yıldız sembolü aynı zamanda Sümer ikonografisinde de çok sık kullanılan bir motif olarak bilinmektedir. Hilal ‘Ay Tanrısı’nı (Sin), Yıldız ise ‘Venüs’ü temsil etmektedir. Bu iki simgenin yanında ‘Güneş’ diski de kullanılmıştır.
Babil mitolojisinde Sin, zamanın babası ve Ay Tanrısı; Şamas Güneş Tanrısı ve yüce hakimi, yeryüzü ve cennetin yargıcı; İştar, yıldız Tanrı’sını Kralların güç kaynağı olarak betimlenmiştir.
Hilal, pek çok kültürde, insanları ve değer verdiklerini nazardan korumak için kullanılan tılsımlardan biridir. belgesellerde izlediğimiz vahşi insanların, iki yaban domuzu dişinden bu şekli elde etmesi gibi.
At nallarının bazı kültürlerde uğurlu sayılması ve bu metanın hilale benzetilmesi ilkel toplumlar tarafından sihirli tılsım olarak kabul edilmiştir. Roma dönemine ait paraların üzerinde Hilal ve sekiz köşeli yıldızların olduğu görülmektedir.
1453 Tarihinde Osmanlı İmparatorluğu İstanbul’un fethini gerçekleştirdiğinde, Doğu Roma İmparatoru’nu çift başlı kartal ve Ay- Yıldız sembolleri temsil etmekte, armalarında kullanmaktaydı. Fetihten sonra ay-yıldız sembolü Osmanlı İmparatorlu tarafından kullanılmaya devam edildi.
İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet, hilal ve yıldızı kentin sembolünden biri olarak kabul edilmesini sağladı. Orhan Gazi döneminde kullanılan kırmızı bayrağın üzerinde sadece hilal figürü bulunmaktaydı. Asyalı göçebe Türkler’in bayraklarının üzerinde de aynı sembol vardı. İstanbul’un fethinden sonra hilal ve yıldızın aynı bayrakta yer alması, Türkler’in eski kültürleri yadsımadığını, aksine devamını sağladığının da göstergesi oldu. Türk ve Roma sembollerinin birleşmesi, iki farklı kültürün karışımına neden olarak ‘Yeni Çağ’ın kapılarını açtı.
Türk Bayrağı Herhangi Bir Misyon Yüklenmeli mi?
Aleme nizam verme, insanlığa adalet ve mutluluğu götürme ülküsü, Türk Ulusu’na tarihin yüklediği bir misyondur, söylemini kabul ettiğimizde toplumsal komplekslerimiz, mutsuzluğumuzu da beraberinde getirmektedir:
1982 Anayası’nın 3. maddesine göre ‘Şekli kanunda belirtilen, beyaz al bayraktır.’
2893 sayılı Türk Bayrağı Kanunu’nun 7. maddesine göre ‘Yırtık, sökük, yamalı, delik, kirli, soluk, buruşuk veya layık olduğu manevi değeri zedeleyecek herhangi bir şekilde kullanılamaz. Resmi yemin törenleri dışında, her ne maksatla olursa olsun masalara, kürsülere örtü olarak serilemez. Oturulan veya ayakla basılan yerlere konulamaz. Bu yerlere ve benzeri eşyaya bayrağın şekli yapılamaz. Elbise veya üniforma şeklinde giyilemez.
Hiçbir siyasi parti, teşekkül, dernek, vakıf ve tüzükte belirlenecek kamu kurum ve kuruluşları amblem, flama, sembol ve benzerlerinin ön veya arka yüzünde esas veya fon teşkil edecek şekilde kullanılamaz.
Türk Bayrağı’na sözle, yazı veya hareketle veya herhangi bir şekilde hakaret edilemez, saygısızlıkta bulunulamaz. Bayrak yırtılamaz, yakılamaz, yere atılamaz, gerekli özen gösterilmeden kullanılamaz.
Türk Bayrağı ile ilgili yasa maddesine göre yapılması gerekenler, yasaklar belirtilmesine rağmen, nasıl sevilmesi gerektiği konusunda hiçbir şey söylenmemiştir(!)
Türk Bayrağı’nın kızıl rengi şehit kanı ile eş tutularak düşmanlıklar, ötekileştirmeler ve öldürülmeler yıllarca büyük bir ülkü haline getirildi. Kızıl eski Türkçe’de ‘Alev’ sözcüğünden gelerek ‘Al’ olarak adlandırılmıştır. ‘Al’ sözcüğünün ‘Ateş’ kültü ile bağlantılı olduğunu, eski Türk kavimlerinde yaygın olan ‘Alazlama’ törenlerinden geldiğini tarihçiler ve dil bilimciler söylemektedir.
Anadolu’da halen uygulanan şekliyle, kırk bir al renkli keten bezinin parmağa dolanmasıyla oluşan yumağın ateşte yakılması ve külünün al bez üzerine konarak tekrar alazlanması, ruhun ve bedenin temizlendiğinin simgesini taşır!
Osmanlı İmparatorluğu dönemde, kırmızı renge verilen önem divan şiirlerinde açık seçik görülebilmektedir. Türkçe al-kızıl; Arapça ve Farsça ahmer, lal, sürh, gül-gun, gül-fam, mey-gun, lale-fam, lale-gun, ateş- fam gibi sözcükler divan şiirinde sıkça yer almıştır. Kırmızı rengin kullanımı ağırlıklı olarak çiçek, dudak, ateş, şarap; bazen de bahçe, gözyaşı, gökyüzü, kına olarak simgeleşir ve betimlenir! Türk Bayrağı’nın kızıl rengini, sanıldığı gibi atalarımız şehit kanından esinlenerek vermedi. Bu renk aşk, sevgi, doğa gibi bir anlam taşıyordu ve ülkenin birleştirici gücü de buradan besleniyordu. Bütünleştiriciliğin kaynağı bu renkte gizliydi!
Devletin resmi bayrağını ‘Türk Bayrağı’ olmaktan çıkarıp, Türkiye’de yaşayan herkesin ‘Bayrağı’ yapmak sevginin, barışın, dostluğun başlangıcı olacaktır.
Bayrak suikast düzenlemez, düşman gördüklerini linç etmez! Belli bir etnik kökenin gücünün sembolü olamaz. Kurşun atanın da yiyenin de idealize edilen arka fonu; 12 Eylül 1980 Askeri Darbesinin işkence aracı asla değildir! Bayrak bu amaçların içini doldurdu maalesef. Türk Bayrağı halkların üzerinde hep bir demir yumruk oldu. Katiller,‘Güvercin Tedirginliğindeki’ aydınları öldürdükten sonra, önünde kameralara kahraman edasıyla pozlar verip, fotoğraflar çektirdi. Etnik milliyetçiliğin, faili meçhul cinayetlerini gizleyen örtü işlevi gördü her zaman ve Türkiye onlarla hep gurur duydu!
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Bayrağını muhalif düşünce hiçbir zaman tartışma konusu yapmadı! Kendilerini sığ milliyetçi duygular içinde boğarak, Türk Bayrağı’nın tek sahibi sanan insanlar, muhalif gösterilerin karşısında evlerinin balkonlarına veya camlarına Bayrak asarak, kahraman oldukları yanılgısını yaşadılar. Linç kültürü bu topraklarda böyle başladı.
Barış, kardeşlik ve sevginin hüküm süreceği ortak bir vatanda yaşamanın yolu, bizi bütün yapan gökkuşağı renklerinin kabulünden geçmektedir! Nazım Hikmet Ran’ın şiirindeki gibi: Bir ağaç gibi tek ve hür/ bir orman gibi kardeşçesine…