Fatih Akın Kamerasını 1915’lere Çeviriyor: Kesik

Yıl olmuş 2014, “Türkiye buna hazır mı” cümleleri kuruluyor. Geç bile kalındı. Önemli olan; televizyon ve medyadaki gibi reyting uğruna bu meseleyi horoz dövüşüne çevirmeden, siyasilerin siyasi rant haline getirmesine izin vermeden, kırıp dökmeden, karşılıklı empatiyle insanların düşüncelerini dile getirmeleri.

the cut kesik2

[divider]

THE CUT / KESİK


YÖNETMEN: Fatih Akın
SENARYO: Fatih Akın, Mardik Martin
YAPIMCI: Fatih Akın, Karl Baumgartner
GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ: Rainer Klausmann
MÜZİK: Alexander Hacke

YAPIM YILI: 2014

ÜLKE: Almanya
OYUNCULAR: Tahar Rahim, Simon Abkarian, Makram Khoury, Hindi Zahra, Kevork Malikyan, Bartu Küçükçağlayan, Akın Gazi, Zein Fakhoury, Dina Fakhoury

[divider]

Nazaret 1915 yılında Mardin’de demircilik yaparak ailesini geçindirir. I. Dünya Savaşı sürmektedir.

Bir gece Osmanlı askerleri orduya katılma sebebiyle Nazaret’i evinden alır. Gayrimüslimlerin orduya katılması yönünde emir çıkmıştır. Fakat askerler, içinde Nazaret’in de bulunduğu Ermeni erkekleri orduya katmayıp esir alır. Demir yolu yapımı gibi ağır koşullar altında çalıştırılırlar.

Esir düşen Ermenilere İslamiyet’i kabul etmeleri durumunda özgürlükleri vaat edilir. Nazaret ve arkadaşlarının çoğu bunu kabul etmez. İslamiyet’i seçmeyenler öldürülür. Nazaret biraz şansının yardımıyla biraz da kendisini öldürmeye istekli olmayan Mehmet’in vicdanının sesi sayesinde ölümden kurtulur. Ses telleri kesildiği için konuşamaz vaziyettedir. Bundan sonra tek bir hedefi vardır: Ailesine kavuşmak.

the-cut-fatih-akin-kinokino-filmbild-110~_v-image853_-7ce44e292721619ab1c1077f6f262a89f55266d7

Fatih Akın’ın kafasında ilk olarak Hrant Dink filmi yapmak vardı. Bu fikir 2007’deki Cannes Film Festivali’nin ardından Amerika’ya gidişine dayanıyor. Türkiye’de Türk oyuncularla, Türk ekiple, Türk sermayesiyle bu fikri hayata geçirmeye çalışır. Oyuncular, yapımcılar böyle bir projede yer almaktan korkunca proje rafa kalkar. O proje olmadığı için çok kısa sürede Kesik filmini yapmaya karar verir.


Hrant Dink projesi 2007’den yakın zamana kadar planlandığına göre senaryo açısından belli bir olgunluğa ulaştığını tahmin ediyorum. Kesik filmi için durum tam tersi. Her ne kadar Martin Scorsese’nin Raging Bull (1980), Mean Streets (1973), New York New York (1977) gibi filmlerine senarist olarak katkı sağlayan Mardik Martin ile çalışsa da senaryonun aceleye geldiği çok belli. Ermenilerin İngilizce konuşması, diyalogların (Özellikle İngilizce diyalogların) yüzeysel olması filmin gerçekçiliğine önemli ölçüde darbe vuruyor.

Fatih Akın kişilik olarak coşkulu biri. Aceleye getirdiği senaryosuna aklına gelen çoğu fikri coşkunlukla filme eklemiş. Oysaki o fikirleri ayıklamalıydı. Fikirler kötü değil, parlak olduğunu bile söyleyebilirim. Wim Wenders etkisiyle bir yolculuk öyküsü anlatıyor (Diğer filmlerinde de bu etki vardı). Nazaret’i sessiz hale getirip Charlie Chaplin’in Şarlo karakteri gibi evsiz, yoksul hatta kimi ülkelerde Yahudi damgası yiyerek oradan oraya dolaştırıyor (Nazaret’in Chaplin’in The Kid [1921] filmini izlediği sahne filmin en güzel sahnelerinden). Roman Polanski, Elia Kazan gibi yönetmenlerin benzer filmleri referans alınıyor. Bu fikirlere Alman Sineması’nın önemli yönetmenlerinden Rainer Werner Fassbinder’in göçmen hikâyelerinin etkisi, Amerikan western filmlerinin masalsı atmosferi ve duygusallık da eklenince senaryo kopuk oluyor. Filmi Akın’ın çekmediğini bilsem “Tecrübesiz, genç bir yönetmenin ilk filmi sanırım” derdim.

Sinematografi ikinci planda kalınca görüntünün alanı daralıyor. Rainer Klausmann kendisine ayrılan kısıtlı alanda iyi iş çıkarıyor. Alexander Hacke’nin Ermeni melodileriyle bütünleştirdiği müziği filmin artı hanesine yazılıyor. Nazaret’in Küba ve Amerika’ya uzanan yolculuğunda Ermeni alfabesini kullanıp not defterine yazdıklarıyla insanlarla anlaşabilmesi dışında sanat yönetimini de başarılı buldum.

Tahar Rahim İngilizce konuştuğu kısımlar haricinde oynadığı ağır rolün altından kalkıyor. Rahim dışındaki oyuncuların hepsi misafir oyuncu gibi kalıyor. Bu oyunculardan Bartu Küçükçağlayan en akılda kalanı. Hem rolü hem de gösterdiği performanstan dolayı.

the-cut-2-filmloverss

Yazımın buraya kadar olan kısmı sinemayla ilgiliydi. İşin “Sinema sadece sinema değildir” boyutu da var.

Öncelikle bu filmin soykırım filmi olmadığını belirtmek gerek. Soykırım filmi olsa daha kapsamlı ve daha uzun bir film olurdu. Ya da objektiflikten uzak, nefret dolu, son derece taraflı bir film olurdu. Akın bunun farkında olduğundan “Bu konuyu bir belgeselle anlatmak istesen on iki saatlik bir belgesel olur” diyor. Bu yüzden Ermeni demirci ustasını hikâyesinin merkezine alıyor.

Konu hassas olduğu için Akın son derece dengeli davranıyor. Sinemanın sadece sinema olmayan kısmıyla ilgili dengeli olması yerinde bir karar. Ama bu kararı sinema açısından senaryoya zarar vermiyor değil. Sanki her şey bir gecede olmuş gibi (Filmin başındaki açıklama cümlesi de bunu destekliyor). “Neden” sorusunu biraz daha içselleştirip filme derinlik kazandırarak Ermeni Halkı’nın yaşadığı travmaya biraz daha eğilmeliydi. Tüm bunlara rağmen filmi önemli buluyorum. Zira siyasiler bu konuyu yeterince rant haline getirip kullandı. İki tarafın tarihçileri resmi tarihin gizlediği belgeleri görmezden gelerek her iki halkın yüreğine nefret tohumlarının serpilmesine sebebiyet verdi. Ben resmi tarihe güvenmeyenlerdenim. Çünkü resmi tarihin nice olmamış olayları olmuş ya da olmuş olayları olmamış gibi gösterme mahareti var. Üstelik belgelerle. Sadece 100 sene ya da daha öncesindeki olaylar için değil, günümüzde yaşadığımız olaylarda bile bunu görüyoruz. Bunun üzerine tarihçilerin (Sadece bizimkiler değil, dünyanın her yerinde tarihçiler objektif değil) tamamına yakınının objektif olamayışlarını düşünürsek Nazaret’in hikâyesi gibi bireysel hikâyeler daha önemli hale geliyor.

Kesik, bazı hatalarına karşın derdini seyirciye anlatmayı başarıyor. Filmin Türkiye’de gösterilemeyeceği konuşulurken hem Başka Sinema kapsamında hem de Başka Sinema dışındaki salonlarda gösterilmesi sevindirici. Film olarak ne çok iyi ne çok kötü fakat meselenin konuşulması açısından faydalı olduğunu söyleyebilirim. Hem bu konuyu hem de filmi Rakel Dink gayet güzel özetliyor:

[quote]Trabzon’dan bir kişi benim kalbimi kırdı. Yine Trabzon’dan gelen bir başka genç kalbimi kazandı.[/quote]


Fragman


Ali Sait Tanrıverdi
27 Mart'ta İstanbul'da doğdu. 2011 yılında Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi'nin Kamu Yönetimi bölümünü bitirdi. 2017 yılında İstanbul Üniversitesi'nde Radyo Tv Sinema anabilim dalı üzerine yüksek lisansını tamamladı. Kısa filmler çekti ve video klip kurguları yaptı. Çeşitli dergilerde sinema ve tiyatro incelemeleri yazdı. 2011 yılından beri fotoğraf çekmektedir.