Dünyanın dönüşü başımızı döndürürken, bacaklarımız ve aklımız bedenlerimizi taşımaktan yorulduğunda, günlerin tekrarı ezerken bizi, çalışıp, sevişip ve aşağılanarak geçerken saatler, dönüştürdük kendimizi.
Yalnızlık dört duvarın dışına çıkmaya korkarken, aşk hayal ülkesinden uçağa atlayıp gelirdi; yüreğinde cesaret, kucağında sevginin imgeleriyle güneşin ışığını getirirdi. Umut, son demlerinde bile değilken, filizlenip yeniden doğururdu onu aşk ve öpüşlerle, okşayışlarla; içimizde kaybolmuş ne varsa, gülümsemelerle, çocuk çığlıklarıyla nefretin ve hayal kırıklıklarının sokağına çıkar, münzevi küskünlerin içinde bir kıvılcım çakardı. Acıyla yaşayan bir ruh ve beden sevişmeyi hatırlardı sonra. Oscar Benton’ ın ‘Bensenhurts Blues’ şarkısının notaları eşlik ederdi okşayışlarımıza. ‘Senin ülkende, klozete tuvalet kağıdı atılmıyor mu?’ diye sorduğunda, kanalizasyonun tıkanmasına anlam verememiştin, telaşlı- şaşkın halin güldürmüştü beni ve seninle beraberken tek sıkıntımızın bu olmasını diledim.
Dünyanın dönüşü başımızı döndürürken, bacaklarımız ve aklımız bedenlerimizi taşımaktan yorulduğunda, günlerin tekrarı ezerken bizi ve çalışıp ve sevişip ve aşağılanarak geçerken saatler, dönüştürdük kendimizi. Dönüşüm, ertelediğimiz ne varsa yarına ‘Bu gün!’ dememizle başladı. ‘Düşlediğimiz yarınlar bu gündür aslında!’ Geçen geceler ve günlerin yarınları gömeceğinin bilincine vardık, işte bundan dolayı değil miydi sosyal konumumuza takılmadan, hiç tanımadığımız halde çekimi sevmemiz? Ruhumuzu karanlıklara gömüp, maddi dünyanın kölesi olmaya bir isyan değil miydi tavrımız?
[quote]Kapının arkasındaki cehennemi, yarın düşleriyle kendimizden vazgeçerek yaratan biz olmadık mı? Cennet hayallerimiz değil miydi yıkımı başlatan? Sorumluluk yalanı ile yenik olmamıza bahaneler arayan?
[/quote]
Tek kanadı kırık olarak başladığımız hayat ruhumuzda travmalar yaratmaya devam etse de, işten kovulup aç kalsak da; okuduğumuz kitaplar yasaklanıp, seyrettiğimiz filimler yakılsa da bu yası sonsuza kadar sürdüremeyeceğimizi ve ne varsa düne dair, kurtulmak gerektiğini anladık kırık kanadımızın iyi olması için. Kendimizi sınırlamadan sevip, kalabalıklara karışmanın acemi adımlarını atıyoruz. Yalnızlığımızla kirlettiğimiz perdelerin yıkanma zamanı geldi ve aklımız artık tecrit edilmiş bir mahkumunki ile aynı değil. Zihnimiz, ruhumuzun verdiği cezayı tamamlamış, özgürlüğüne kavuşmuştur. Korkunun dumanlarına gömülen bir geçmiş, Sevgilinin: ‘Geldim aşkım, pasaport kontrolündeyim.’ demesiyle, yarınlarda beklenen güneşi doğurmuştur.
Sevgili, senle ben genel ahlaka karşı uyumsuz sayılıyorduk; merak ettikleri konuları kendi yaşam anlayışlarına göre sınıflandırdıklarında ve doğdukları zamandan bu yana geliştirdikleri kesin ahlaki yargılarıyla bizi mutsuz ettiklerini düşünürlerdi çoğu kez; oysa, onların mutlu olmaları için de onlar gibi olmayı hiç düşünmezdik. Dünya görüşleri, yaşam biçimleri, ahlak anlayışları, sosyal mevkileri onların olsun, biz cehennem kapılarını aralayıp, içeride ne olduğunu merak ediyoruz sadece. Kendi zindanlarındaki kapıları aralayıp, bizi izlemeye devam etsinler huysuz komşularımız; içkiyi fazla kaçırıp, sevişmenin çığlıklarından rahatsız olduklarında polis çağırsınlar, mini eteğinden görünen güzel bacaklarının dedikodusu saatlerce sürsün; onlar kendilerini saklayarak bizim dünyamıza girerlerken, gülümsemeyi içerken dudaklarımızdan, saklayacak bir şeyimizin olmadığını da öğrenirler böylelikle; hor görmenin savaşçıları her zaman yenilecektir aşkın karşısında!