Mustafa Kemal Atatürk’ün en beğendiğim sözlerinden biri var ki tam da bugünkü konumuza yönelik söylenmiş gibi ve muhtemelen bir çoğumuz duymuşuzdur; “Çağdaş uygarlığı anlayabilmek, dünya yüzünde eski uygarlıkları, bütün insanlığın ilk uygarlıklarını doğru tanıyabilmekle mümkündür…”
Kalemimiz bizi bu kez de Ön Asya’ya götürüyor ve bu yolda ilerlerken Mezopotamya coğrafyasında yerleşmiş ve neredeyse tüm kültürlere bugün bile etki eden bir kültüre, Sümerlere doğru yol alırken hemen aklımıza şu sorular geliveriyor:
Kim bu Tanrıların çocukları Sümerler? Nerede ne zaman yaşadılar? Nasıl bir mimari ve sanat ortaya koydular? Yaşadıkları şehirleri neden korumaya aldılar? Türkçe’yi bizden önce ilk kullanan Sümerler bu dili nerden öğrendiler? Asırlar önce bu kadar ileri bir medeniyeti nasıl kurabildiler?
Gelin bu soruların cevaplarına bir de kendi penceremizden bakalım…
Günümüzden tam 6 bin yıl önce (MÖ. 3500-2000) Mezopotamya bölgesinde, gerek yaşamsal anlamda gerekse sanatta ilkel de olsa sanayi sistemi ile bugün bile ulaşamadığımız üstün medeniyet kuran Sümerler, yaşadıkları bölgedeki bir çok medeniyetin de temelini atan ve bu bölgede kurulan ikinci büyük medeniyettir.
Bu bölgede kurulan ilk medeniyet ise; yani Sümerler öncesinde, MÖ. 4000-2350 tarihleri arasında, Sümerce konuşmayan, ‘Proto-Fıratlılar ya da Ubaidliler’ olarak bilinen ve Sümer şehrinde kurulan bu medeniyetin çevresine zamanla Sami halkları yerleşerek yüksek bir medeniyet kurarlar.
MÖ. 3500 yıllarına doğru bilinen tüm araştırmacıların ortaya koyduğu bilgiler, Atatürk’ün Türk tarihi hakkında Ön Asya’da yaptırdığı araştırmalar ve okunan Sümer tabletleri ışığında edinilen bilgilere göre Sümerlerin bu bölgeye Orta Asya’dan ‘Dilmun’ denilen dağlık bir bölgeden geldikleri fakat bu halkın o döneme kadar bu bölgede yaşayan Sami halkından olmadıkları, Ural-Altay kavimlerinden özellikle atlı-göçebe kültürden gelmiş olabilecekleri kanaatine varılabilmiştir.
Bu konuda araştırma yapan birçok isimden biri olan Alman Ön Asya tarihçisi ‘Hemmel’ Sümerlerde kullanılan dildeki 350 kelimenin Türkçe olduğunu, ayrıca Ural-Altay dilleri hakkında bilgiler edindiğimiz araştırmacımız Prof. Dr. Osman Nedim Tuna da bu konuda yazdığı eserinde 165 adet Sümerce sözün Türkçe denklerini anlamlarıyla birlikte gösterdiğini öğreniyoruz.
Tarihte yazı, dil, din, tıp, astronomi, matematik, din, fal, büyü ve mitoloji gibi alanlarda adı ilk anılan toplum Sümerlerdir.
Sümer şehri Mezopotamya’nın güneyinde, Dicle ve Fırat nehirlerinin arasında bugünkü Irak’ın Bağdat şehri ile Basra Körfezi arasındaki bölgede kurulmuştur. O dönemde 21’i büyük olmak üzere 35 büyük şehir ve kasaba vardır. Adını sıkça kaynaklarda rastladığımız; Ur, Uruk, Lagaş bu şehirlerin en önemli olanlarındandır.
Sümer mimarisinin en önemli yapıları olan Zigguratlar hangi amaçla yapılmışlardı?
Sümer mimarisi denildiğinde ilk akla gelen ve “tapınak mimarisi” adı altında ele alınan yapılar “Zigguratlar”dır. Mezopotamya’da taş bulamayan Sümerler evlerini ve yapılarını kerpiç ve pişmemiş tuğladan yapmışlardır. MÖ. 3300 yıllarında, bazı görüşlere göre de Anadolu’dan geldiği varsayılan Sümerler yerleştikleri bölgeye geldiklerinde yaklaşık olarak 12 şehir mevcuttur ve surlarla çevrili olan her kentin içinde kendine ait evleri, sarayları, tapınakları ve tanrıları vardır.
“Ziggurat”lar üst üste yerleştirilmiş ve gittikçe küçülen kule tapınaklardır. Yapıların iç süslemeleri ayrı birer sanat eseridir. Aynı zamanda bu tapınaklardan gözlem evi gibi de yararlanılmıştır. Böylece gökyüzüne daha da yakınlaşarak güneşi, ayı, yıldızları daha yakından inceleme fırsatı bulmuşlar astronomi alanında ilkler elde etmişlerdir. Tapınak mimarisinin yanında “saray mimarisi” de gelişmiştir. Yapılan kazılardan içinde bir çok sütün ve odaları bulunan, etrafı kalın duvarlarla çevrilmiş saray kalıntıları da bulunmuştur.
Sümerler heykel ve kabartma sanatını nereden öğrenmişlerdi?
Tanrılarını, krallarını ya da şehrin ileri gelenlerini frontal(ön yüzleri ile)bir duruş ile tasvir ettikleri heykellerinde figürün elleri genel olarak önde kenetlidir. Genelde tüylü kürk giysi içerisinde tasvir edilen figürün kartal gagasına benzeyen burnu, ince dudakları, iri göz ve kıvırcık, gür sakalları vardır. Tüm heykellerde diğer bir önemli nokta ise tahminimizce gözlere canlı ifade vermek amacıyla gözlerin ve kaşların istiridye kabuğu ile yapılmasıdır. Malzeme olarak ise kireçtaşı, kalker, mermer gibi maddeler kullanılmıştır. Ayrıca dönem heykeline şu an Louvre Müzesi’nde bulunan “Kral Gudea’nın Heykeli” örnek olarak gösterilebilir.
Çömlek sanatında sanayi sistemini kuran Sümerler çömlek yapmayı nereden öğrenmişlerdi?
Aslına bakarsanız Sümerler çömleğin tarihçesini yazmışlardır desek hiç de yanlış bir anlatım olmayacaktır. Nasıl mı?
Sümerler anlatımın tam anlamıyla hakkını vererek çömlek sanatında öyle ileri gitmişler ki adeta sanayi sistemi kurmuşlardır. Çömleğin ilk başlangıcından son aşaması olarak çömlek haline gelene kadar hangi işlemlerden geçtiğini, tüm oluşum aşamalarını detayları ile ve hangi tarihte ne şekilde çömlek yaptıklarına kadar not aldıklarını öğreniyoruz. Araştırmam esnasında 1 litreden 250 litreye varan ve 40’tan fazla kap çeşidinin olduğunu, tek kişilik çalışanların dışında 2 ya da 10 kişilik gruplar halinde adeta bir sanayi sistemi teşkilatı kurduklarını da belirtmek isterim. Çözülen Sümer tabletlerinden edindiğimiz başka bir bilgi ise Sümerlerin günlük olarak 7206 sayısı adetince çömlek ürettiklerini, bugünün çok ilerisinde bir çömlek üretimi sanayi sistemi olduğunu ise günümüzün kapanan seramik atölyelerini düşündükçe üzülerek belirtmek isterim…
Heykel dışında “Kabartma Sanatı” ile de uğraşan Sümerler genellikle kabartmalarında dönemin siyasi olayları, kralların günlük yaşantıları, dinsel törenler, temel atma törenleri gibi konuları işlemişlerdir.
Dönemin siyasi olaylarına konu olarak ortaya konan ve günümüze kadar ulaşabilen “stel” örneği olarak Lagaş şehrinde bulunan “Akbaba Steli” önemlidir. (Stel; en az bir yüzünde yazıt bulunan küçük dikili taş anlamındadır.)
Sümerlerin “gliptik sanatı”(Kıymetli taşları kazmak suretiyle üzerine resim yapma sanatı.)nın önemli bir örneği de “silindir mühürleri”dir. Genellikle bu mühürler üzerinde ejderle insanın, çeşitli hayvanların birbirleriyle savaşması, arslanın öldürülmesi, savaş sahneleri daha sonraları ise dekoratif figürlerin konu olarak işlendiği bilinmektedir. Sümerlerin icat ettiği bu mühürler daha sonraları Anadolu’da, Mısır, Kıbrıs ve Girit’te de kullanılmıştır.
Tüm bu belirtilen sanat uğraşılarının yanında kuyumculuk, telkâri ve değerli taş süslemeciliği, ağaç işçiliği, kakmacılık(fildişi),dericilik, duvar resimciliği gibi sanatlarda da eserler verdikleri gün yüzüne çıkan tablet ve belgelerden anlaşılmaktadır. Ayrıca Sümer şehri olan Ur’da bulunan ve şu an British Müzesinde bulunan bir tablette bildirilenler şunlardır:
1.Keski ile çalışanlar ,2.Kuyumcu Evi, 3.Değerli taşların yontucuları,
4.Marangozlar5.Dericiler, 6.Maden İşleyiciler,
7.Sepetçiler, 8.Temizleyiciler
Bahsettiğimiz tüm bu sanatlar dışında Sümerlerde kutsal olan bir sanat daha vardır: “Müzik Sanatı”… Yine yapılan kazılardan elde edilen bilgiler ışığında Arp, Lir, ud gibi müzik aletlerinin olduğunu, ayrıca 25 adet müzik aletinin daha olduğunu bulunan listelerden okunması sonucu öğreniyoruz.
“Sanatı Sümerlere kim öğretti?”
Günümüzden 6 bin yıl önce Mezopotamya’da yaşamış olan görkemli kültüre ait eserlerin bir kısmı Bağdat Müzesi’nde iken Irak Savaşı sebebiyle çoğu eser ya tahrip edilmiş ya da kaybolmuştur.
Sümer inancına göre sanatı bu her alanda ilki oluşturan topluma tanrılar öğretmiştir ve tanrıların yeryüzünde mutlaka bir evi olması gerektiği düşüncesi ile az önce bahsettiğimiz Zigguratlar tam da bu düşünce ile meydana getirilmiştir.
“Tarihin ilk kral listelerine,”Yaradılış ve Tufan’a ilk kez Sümerlerde rastlanmıştır.”
Bu listede Tufandan önce Sümerlerde 8 yönetici mevcuttur. Tufandan sonraki ilk Sümer hanedanları Ur, Uruk, Kiş hanedanlarıdır. Tarihin en eski yazılı destanı olan ve 12 kil tablete Akad çivi yazısı ile yazılan, Uruk Kralı Gılgamış’ın ölümsüzlüğü arayışının öyküsünü anlatan ve Nuh Tufanının en eski şekli olan ünlü “Gılgamış Destanı”nı hepimiz duymuşuzdur. Hikayeye göre Gılgamış en yakın dostu olan Enkidu’nun ölümü üzerine ölümsüzlüğe ulaşma çabasına girerek, bu çabanın boşuna olduğunu Tanrı Enlil’in öğütleriyle; insanın ancak büyük bir ad bırakmasıyla ölümsüzlüğe erişebileceğini kabul etmiştir. Destanın en önemli yanlarından biri de üç büyük kitapta yer almasıdır.
İnsanlığın hüküm sürdüğü her alanda, başka başka kültürler olarak tarih sahnesinde yerlerimizi alsak da hepimiz bir bütünün yalnızca aynadaki yansımalarıyız ” düşüncesiyle ve saymakla bitiremeyeceğimiz özgün özellikleri olan böyle köklü bir kültür olur da, atasözleri olmaz mı? diyerek yazımıza birkaç Sümer atasözü ile son vermek istiyorum.
- Bilge kişi karanlıkta ışık, çıkmaz sokakta yol bulandır.
2. Payını kabul et, anneni mutlu et! Dakik ol, tanrını mutlu et.
3. Biliyorsun neden öğretmiyorsun.
4. Zenginlik kanatlıdır, bir anda uçar gider.
5. Kim lord gibi bina yaparsa köle gibi yaşar, kim köle gibi bina yaparsa lord gibi yaşar.
6. Eğer aç iseler ölmüş gibidirler,
Eğer tok iseler tanrılarla yarışırlar,
Eğer işleri yolunda ise göğe uzanmış gibidirler,,
Eğer sıkıntıda iseler, yeraltında inmiş gibi olurlar.
7. Çırak hep kirli gezer.
8. Bugün gideyim, yarın gideyim diyor, gideyim demekle boş vakit geçiriyor.
9. Annenin sözüne tanrının sözü gibi kulak ver.
10. Kalpteki düşmanlık getirmez, dildir düşman eden…
Kaynaklar:
Sümer Tabletleri ve Kutsal Kitaplar-Nadir Elibol
Uygarlığın Kökeni Sümerler-1 ve 2 – Muazzez Ilmiye Çığ