Günümüzün Hayvan Çiftliği’ne bakış

George Orwell’in yıllar önce okuduğum Hayvan Çiftliği kitabını tiyatroda sahnede tekrar görmek ve yaşamak şuan içinde bulunduğum düzeni bir kez daha sorgulamama ve aslında hiç birimize de yabancı olmayan bir durumun sürekli tekrarladığı gerçeğini anlamama sebep oldu.

animal-farm1

George Orwell içinde bulunduğumuz ve sürekli tekrarlayan durumu kaleme aldığında yıl 1945’miş ve görüyoruz ki geçip giden bu yetmiş yıl içinde hiçbir şey değişmemiş. Şimdi size biraz bu hikayede adı geçen hayvanları tanıtmak ve günümüzde de hangi yönetici veya liderlerle özdeşleştiklerini sizin takdirinize bırakmak istiyorum.

Koca reis (domuz), hayvanlar arasında farkındalığı arttıran, hayvanlara öncü olan, mutluluk ve barış dolu bir dünya vaat eden, bunun gerçekleşmesi için de çiftlikten insanların gitmesi gerektiğini savunan devrimci bir liderdir. Tüm hayvanların zihninde bir ışık yakmış ancak devrimin sonuçlarını göremeden ölmüştür.


Hayvanlar kendilerini sömüren insanlara başkaldırıp çiftliğin yönetimini ele geçirmişlerdir. Amaçları daha eşitlikçi, sosyalist bir topluluk oluşturmak olsa da çıkarlar işin içine girince sonuç yine eşitsizlik ve ayrımcılık olmuştur. Çiftlik sahibi Bay Jones’u (insan) çiftlikten uzaklaştırıp çiftliğin adını “Hayvan Çiftliği” olarak değiştirmişlerdir. İnsanların hayvanları küçümsemek, sindirmek için kullandıkları kamçı, gem, burun halkası ve zincirleri yok ettikten sonra Koca Reis’in fikirlerinden “Hayvanizm” adında bir öğreti ortaya atarak Yedi Emir’i oluştururlar. Çiftliğin kapısında asılan Yedi Emir, tüm hayvanlar tarafından coşkuyla karşılanmış ve kabul görmüştür.

  • İki ayak üzerinde yürüyen herkesi düşman bileceksin.
  • Dört ayak üstünde yürüyen ya da kanatları olan herkesi dost bileceksin.
  • Hiçbir hayvan giysi giymeyecek.
  • Hiçbir hayvan yatakta yatmayacak.
  • Hiçbir hayvan içki etmeyecek.
  • Hiçbir hayvan başka bir hayvanı öldürmeyecek.
  • Bütün hayvanlar eşittir.

Koca reis’ten sonra hayvanlar arasında en akıllı olan domuzlar kısa sürede öne çıkarak kendi aralarında bir takım oluşturup lider gibi davransalar da devrimi başarısızlığa uğratan yine onlar olmuştur.

animal_farm_by_gabrielwyse-d3vkkf7Napolyon (domuz), çiftliğin yeni büyük lideri ve hayvanlar içinde en kudretli, etki bırakanıdır. Otoriteyi seven, çok da etkili konuşamayan Napolyon köpekleri eğiterek kendi otoritesini koruyan polisler haline getirip insanlarınkinden daha da baskıcı bir yönetim oluşturmuştur. Ayrıca kendisine sigara ve içki içme izni ile yatakta uyuyup kıyafet giyme izni gibi ayrıcalıklar sağlayarak yukarıda bahsi geçen Yedi Emir’i de kendi çıkarları doğrultusunda değiştirerek hayvanlar arasındaki eşitlik ilkesini de bozmuştur.

Snowball (domuz), hayvanlara okumayı öğretmiş, sorgulayıcı bir liderdir. Oldukça parlak bir zekaya sahip olan Snowball Napolyon’un aksine etkili bir konuşmacıdır. Zaman içinde Napolyon ve Snowball birbirini çekemeyen ve bu yeni düzenin tek lideri olmak isteyen iki domuz haline gelmişlerdir. Hem yaratıcı hem de kahraman bir domuz olan Snowball çiftliğe bir değirmen yaparak enerji üretilmesi taraftarıdır. Napolyon bu değirmene önceleri karşı çıkmış ve Snowball’u sürekli olarak diğer hayvanların gözünde itibarsızlaştırmaya çalışmıştır. Başlarına gelen her türlü kötü olaydan Snowball’u sorumlu tutmuş ve eğittiği polis köpekler aracılığıyla Snowball’u çiftlikten kovdurmuştur. Napolyon, daha sonra da sanki değirmene hiç karşı çıkmamış ve kendi fikriymiş gibi davranarak bu fikri hayata geçirmeye çalışmıştır. Tabi tüm bunları yaparken eşitlik ilkesinden çok sömürüyü benimseyerek hareket etmeye ve diğer hayvanlara zulüm etmeye başlamıştır. Çalışma saatlerinin azaltılıp daha bol yiyeceğin olduğu refah bir yaşamı hayal eden hayvanlar bu kez de Napolyon’un hükmüne maruz kalmışlardır.

Squealer (domuz), şairane bir konuşmacı ve usta bir dinleticidir. Ne zaman kurallardan biri kendi çıkarları doğrultusunda değiştirilecek olsa ve diğer hayvanlar başlangıçta belirledikleri öğreti doğrultusunda Yedi Emiri’i hatırlatsa bu değişikliğin her şeyin daha iyi olması için gerekli olduğunu ve Napolyon’un sadece ve sadece diğer hayvanları düşünerek bu şekilde hareket ettiğine ikna etmeyi başarırdı. Diğer hayvanlar ise tam tekrar isyan edecek gibi olurken bu etkili ikna çalışması sonucunda Napolyon’a daha da tutkulu bir şekilde bağlanırlardı.

Boxer (at), en zekilerden sayılamayacak türden ancak ziyadesiyle sıkı çalışan, misyonu “her zaman daha çok çalışmalıyım” olan ve yaşamı boyunca da öyle yapan işçi sınıfı temsil eder. Tam da Napolyon’un istediği gibi onun düşüncelerini sorgulamayan, ne dediyse haklıdır ve doğrudur’u savunan ve herkes tarafından çalışkanlığıyla saygı duyulan bir attı. Ne yazık ki artık çalışamaz hale gelip gücü kalmadığında o çok savunduğu Napolyon tarafından sonu getirilmiş ve yine buna da haklı sebepler sunarak halkın gözünde itibarını arttırmayı başarmıştır.

Yaşlı Benjamin (eşek), az konuşan, inatçı, yeniliğe kapalı ve olayların genellikle dışında kalan bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyen yaşlı kesimi temsil eder. Devrimin, yeniliklerin boşuna oluğunu savunmuş ve eninde sonunda eski sorunların yeniden tekrarlanacağına inanmıştır ki bu düşüncesinde de pek de haksız sayılmaz.


Mollie (dişi at), hikayenin ve aslında günümüzün de ana karakterlerinden biri olan beyaz yakayı temsil eder. Devrimci yeni çiftlik düzenine muhaliftir ancak bu politik olmasından kaynaklı değildir. Onun derdi daha rahat, lüks ve bolluk içinde bir hayat yaşamak ve birileri tarafından takdir ve sevgi görmektir. Bu nedenle eşitlik onun pek de işine gelmemiştir.

Diğer domuzlar, Napolyon’u destekleyen bu grup parti örgütü ve bürokrat sınıfı temsil eder. Onlar da Napolyon için değiştirilen ayrıcalıklı kurallardan ve toplumun tüm nimetlerinden yararlanmışlardır.

Köpekler, Napolyon’un otoritesini koruyan polisleri simgelemektedir. Napolyon her türlü kovuşturma ve uzaklaştırma işlerinde onları maşa olarak kullanır. Pek konuşmazlar ancak verilen emirleri sorgulamadan yerine getirirler ve sahipleri Napolyon’a oldukça sadıktırlar.

Sıçanlar ve Tavşanlar, sosyalizmi savunan ancak ideolojileri biraz daha farklı olan grubu temsil ederler. Diğer hayvanlar, onların ‘yoldaş’ olup olamayacaklarını sorgulamaktadırlar.

Tavuklar ve koyunlar, zayıf olan her şeye çabucak inanan ve kolaylıkla boyunduruk altına alınabilen kesimi ifade etmektedir.

Gördüğünüz gibi bu hikayede anlatılan hayvanlar aslında bizim ve diğer toplumların da halkına paralel özellikler taşımaktadır. Önceleri eşitlik, özgürlük ve herkesin yönetime katıldığı sosyalist bir düzen savunulurken, sonraları bazı kesimlerin çıkarları doğrultusunda değişebilen “Bütün hayvanlar eşittir ama bazı hayvanlar daha eşittir” anlayışının hüküm sürdüğü bir düzen getirilmiştir.

Sadece kendi refah ve özgürlükleri için çalışacakları bir dünya hayal ederken, komünist bir düzene geçiş ile tavukların ürettikleri ve kendilerine ait olan yumurtalarının çiftlik dışına satılması gerektiği ve bu sebeple kuluçkaya yatmalarının yasak olduğu ilan edilmiştir. Buna karşı çıkan tavuklar Napolyon’un otoritesini koruyan köpekler tarafından öldürülmüş ve yine Yedi Emir “Hiçbir hayvan başka bir hayvanı geçerli bir sebep olmadan öldürmeyecek” şeklinde değiştirilerek yapılan zulme bir kılıf bulunmuştur. Üstüne üstlük tüm bu yapılanlar görmezden gelinerek Napolyon “asrın lideri”, “hayvanların babası”, “koyunların hamisi”, “yavru hayvanların dostu” gibi sıfatlarla yüceltilmeye devam etmiştir. Kaybedilen savaşlar, düşman işgali ve değirmenin yıkılması gibi olaylar örtbas edilip Napolyon’un liderliği ile kazanılmış gibi gösterilmiştir. Sosyalist hareket yerini maalesef komünizme bırakmış, kendilerinden olmayana ve karşı çıkanlara eziyet etmeyi, yok saymayı hak görmeye başlamışlardır.

hayvan-ciftligi-domuzİnsanların hayvanları sindirmek için kullandıkları kamçı, gem, burun halkası ve zincir gibi korku unsurları tekrar ortaya çıkmış ve domuzlar tarafından diğer hayvanları bastırmak için kullanılmıştır.


İçinde yaşadığımız toplumda da aslında ne kadar çok domuz olduğu gerçeğini hatırlattı ve hatta yüzüme vurdu bu tiyatro oyunu bana. Dilerim ki topluma kendi çıkarları için zulüm eden, farklılıkları ve zekayı köreltip toplumu zayıflatarak böylece daha kolay yönetebileceğini düşünen aslında kendisi zayıf olan domuzlardan bir an evvel kurtuluruz.


Hatice Ergüven
Eğitmen ve kalite uzmanıyım. Mayıs 1986 Ankara doğumluyum. 1987'den beri İstanbul'da yaşamaktayım. 2005 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Kimya Mühendisliği bölümüne girip laboratuvarda asistan öğrenci olarak başlayan akademik hayatıma yine aynı bölümde Yüksek Lisans (2010-2011) ve Doktora (2011- devam) ile devam etmekteyim...