Nahv-i Osmani lisanı ile Peyam-ı Mecmua-i İndigo’dan selamlar olsun. Mizac-ı aliniz eyidir inşallah? Suret-i halde addettiğüm ve havsala etdiğüm üzere pek âlâsınız. Neşeniz ve arz-u haldeki huzurumuzun daimi olmasıdır efendim. Aşk ile hoş olunuz…
Efendim demek istedim ki:
“Osmanlı Türkçesi ile İndigo Dergisi’nden haberlerle selamlar olsun. Sağlığınız iyidir inşallah? Gördüğüm ve anladığım kadarıyla çok iyisiniz. Neşeniz ve dileğimizdeki huzurumuz sürekli olsun efendim. Aşk ile hoş kalınız…”
Bilmek için dil mi gerek? Ders ille de derslikte mi çalışılır?
Kütüphanelerde ya da internet ortamında mı araştırılır bilinmeyen tarih ya da bilinmeyen sanat?
13 yaşındaki lise öğrencisi Canan da Türk eğitimi müfredatına yeni getirilen Osmanlı Türkçesi dersinde öğrendiği kadarıyla Sanat Tarihi dersi ödevi için bir gece ansızın evinin yakınındaki bu Osmanlı Mezarlığına gelerek mezar taşlarını incelemeye başlar. Endişeye kapılan ailesi, kızlarını odasında bulamayınca en yakın arkadaşlarından öğrenirler ertesi günün ödevinin “Osmanlı mezar taşları ve geçmişimiz” konusu olduğunu… Anne ve baba bunu öğrenir öğrenmez ellerine bir fener alarak en yakın mezarlıkta bulurlar kendilerini. Canan çok meraklı ve başarılı bir öğrencidir. Hemen bir hevesle birkaç mezar taşını okumaya başlamıştır bile. Osmanlı Türkçesi ders kitaplarını da yanına alarak başlar çevirilerini yapmaya…
Mezar taşlarındaki yazılar, Canan’a büyük büyük babasının 120 yıl yaşadığını öğretirken ailesi de heyecanla dinlemeye devam ederler;
Hüve’l Bâkî
Ol Muhammed Mustafa’nın Hürmeti çün
Ey Hûdâ kılma bu ‘abdî za’ifi
Nâ-tuvâne-i pûr-ı ezâ ism-i pâkîdürür
Fatma bint-i hâkimi es-Seyyid Muhammed
Eşref okusunlar rûhu içün Fâtiha
Bây-ı gedâ sene 1230 (1)
Osmanlı Türkçesi ile tarihin kapıları aralanıyor
Ne ilginç bir gecedir ki müfredata giren bir ders yardımıyla bir çocuktan öğrenmek bugüne dek hiç merak etmediğimiz geçmişimizden izleri… Yine ne ilginçtir ki Canan ve ailesinin gecesinin Osmanlı Türkçesi ile aydınlanışı…
Canan ve bu küçük hikâyesi misali günlerce yapmış olduğum araştırmalar sonucu Osmanlı mezarları ve mezar taşları hakkında ne yazık ki çok detaylı ve tatmin edici bilgilere ulaşmamamın üzgünlüğünü yaşadığımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Kitaplığımda bulunan Sanat Tarihi Ansiklopedi setlerinin neredeyse yalnızca Avrupa Sanatını bize anlatması ve kültürümüzde belki de en önemli yere sahip olan Osmanlı Medeniyetinde aslında o sessiz dili ile bize adeta tüm yaşamları anlatan mezar taşları hakkında çok az bilgi bulmam ise daha da üzücüydü… Yalnızca internet üzerinden ulaşabildiğimiz elle sayılır bilgilerin ışığında, tarihin buluşma ve kilit noktaları olan Osmanlı mezar taşları hakkında yine günümüzün konuya özel ilgi duyan eğitimcilerinin tez konuları ve Fransız gezgin ve araştırmacılarının yayınladığı kaynaklardan bilgi sahibi olabiliyoruz.
Osmanlı mezarlıkları yalnızca birer mezarlık değil
Tarihin, sanatın buluşma noktası olan Osmanlı mezarlıkları yalnızca bir mezarlık değildir. Zamanında, hakla iç içe, halkın rahatlıkla yürüyerek içinden geçebildiği, dışında duvarları olmayan bu mezarlıklar sanki “Hayatın içinde biz de varız! Hayatta ölüm de var!” der gibi hepimize. Dışında koruma duvarı olan mezarlıklara (İstanbul, Karacaahmet, Eyüp, Edirne kapı…) ise bu duvarlar, 1950 yılından sonra eklenmiş.
Her bir mezar taşı sanki birer sanat eseri olan mezarlıklara defnedilmiş kişinin cinsiyet ayrımını yapabilmek de yine sahip olduğu başlık (serpuş) ve sembollerinden anlaşılmaktadır. Kadınların mezar taşlarında genellikle, şayet evlenmeden öldü ise günümüzde nasıl tabutunun üzerine duvak konuyorsa o gün de merhume mezarları duvaklı bir şekilde işlenmiş ve ayak uçlarına kırılmış oyma bir gonca figürü yerleştirilmiştir. Ayrıca Osmanlı kadınının günlük yaşamda süs için saçlarının üstüne takmış olduğu “hotoz” lu başlıklardan hemen o mezarın bir kadın mezarı olduğu anlaşılmaktadır. Bazı mezar taşlarında “yıldız” şeklinde arma bulunmakta fakat zerâfeti anlatan çiçek ve süslemeler ise daima kadın mezar taşlarında yerini almıştır.
Osmanlı mezar taşları o derece sanatlıdır ki mezar taşında başlık varsa bu mezarın bir erkeğe ait olduğunu, başlığın türüne göre de Merhum’ un meşreb ve mesleğini anlayabilmekteyiz. Erkek için yapılan mezar taşları genel anlamda en basit haliyle “kavuklu, sarıklı, başlıklı ve fesli” olarak dörde ayrılmıştır. Eyüp’te “Sokullu Mehmet Paşa Türbesi Mezarlığı” nda da örneklerine rastlanılan ve “Sarıklı” olan mezar taşları, 16.yy’a ait ve en eski olanlardandır. Osmanlı minyatürlerinin bir çoğunda gördüğümüz sarık çeşitlerinden; kalın ve ensiz ve “çapraz dilimli” olarak sarılanların yanında “kafes dilimli” olarak adlandırılan sarıklı başlıklar da mevcuttur.
Osmanlı’da bu tarz sarıkları daha çok Müderrisler, defter emini vb. vazifeliler giymişlerdir. “Kavuk” şeklindeki 17. yy.’ da daha çok görülen başlıkları sarık şeklinde olanlardan ayıran özellik ise sarığın sarıldığı ve çok süslü olan iç kısmının büyük miktarda görülüyor olmasıdır. Yukarıdan aşağıya çubuk dilimli olanlarını orta dereceli memurlar, yanlarından şişkin dilimli olanlarını da saray görevlileri giymişlerdir. Osmanlı mezarlıklarında görülen en gösterişli mezar başlığı ise “kallâvi kavuk” denilen başlık çeşididir. Genellikle Sadrazam, Kubbealtı Vezirleri ve Kaptan-ı Derya’nın giydiği bu kavuk çeşidine örnek olarak İstanbul’da Vezneciler’ de bulunan “Nevşehirli Damat İbrahim Paşa”nın mezar taşı örnek gösterilebilir.
Osmanlı mezar taşlarındaki başlıklar
Osmanlı mezar taşlarındaki başlıkların, kişilerin meslekleri yanında meşrepleri hakkında bilgi vermesi cemiyetteki hoşgörü ve inanca olan saygının bir ifadesiydi.(2) Ayrıca Osmanlı toplumu bilindiği üzere çok farklı inanç ve mezheplere kucak açmış bir medeniyetti. Değişik tarikatlardaki üyeler de bu sebeple değişik başlıklar kullanmışlardı ve mezar taşlarında kendilerine has işaretleri mevcuttu. Örneğin “Mevlevi” tarikatına mensup olan kişiler kavuklu başlık giyerken, “Nakşibendi” tarikatına bağlı olanların mezarlarında ise “Nakşi yıldızı” simgesi dikkati çekmektedir. Süleymaniye’deki mezar taşları bunlara verilebilecek en iyi örneklerdir. Bunların yanı sıra bazı meşrepler de kendini belli etmezdi, bunların en önde gelenlerinden olan “Melamiler”, kendilerini “başsız, ayaksız” diye nitelendirerek mezar taşlarında kesinlikle başlık bulundurmamışlardır.
Mevlevilikte şeyhlerin taşları “Destarlı sikke” şeklinde olup birkaç çeşide ayrılırlar. | Bektaşi” şeyhlerinin mezar taşlarında çoğunlukla 12 terkli yani dilimli “Hüseyni” ve 4 terkli “Edhemi” başlık kullanılmış. Bektaşilere ait mezar taşlarında ayrıca 12 köşeli “Teslim taşı” ile “Teber”, “Keşkül” gibi tarikat eşyalarına da rastlamak mümkün. |
“Kadiri Tacı”. Kadiri ve Nakşî tarikatlarına ait mezar taşı başlıkları ise “Müjganlı”dır. Ayrıca Kadiri mezar taşlarında “18 köşeli yıldız” ile “8 yapraklı gül” motifli kabartmalar vardır. | “Melami Hamzavi”ler, özel derviş kıyafet ve taçlarını reddettiği için mezar taşlarında başlık bulunmaz. Taşların üzerinde kişinin tarikatla ilişkisine ait bir bilgi yoktur. Yalnız isim ve mesleğinden bahsedilir. |
Cellatların mezarlarında yazı yoktu
Osmanlı’da 2. Mahmut döneminde, “Fes”in günlük yaşama geçişi sebebiyle Osmanlı mezarlarında en yaygın görülen başlık türü ise fes olmuştur. Bu dönem mezar taşlarına bu sebeple “Mahmudi Fes” denilmiştir. Üst kısmı alt kısmından geniş olan bu fes türü, gerek orduda gerekse halk tarafından yaygın olarak kullanılmış olup küçük oğlu Abdülaziz Han dönemi’ nde “Azizi Fes” olarak yeni bir ad almıştır.
Sultan 2. Abdülhamit Dönemi’nde de “Hamidi Fes” adını almış olup, son bir başlık türü ise bugün de imam ve cami hocalarının kullanmış olduğu sarık ile sarılan başlık türüdür. Tüm bu türlerin yanı sıra o dönemin spor takımları mensuplarının ailesinden geldiği var sayılması açısından “Lahanacılar ve Bamyacılar” olarak adlandırılan, kökeni ise ‘Çelebi Mehmet Dönemi‘ne kadar inen başlık farklı başlık türlerinden sayılabilir. (Mezarın ayak kısımlarında Lahana ve bamya bulunması sebebiyle başlıklar bu adları almıştır.)
Bazı mezar taşlarının ise hiç yazıları yoktur. Bu taşlar Osmanlı cellatlarına aittir. O dönemde yaşayan, genellikle sağır ve dilsiz kimselerden seçilen cellatların mezar taşlarında yazı olmamasının sebebi ise yaptıkları iş her ne kadar yasal olsa da ailelerinin rahatsız edilmemesi ve beddua alınmaması amacıyla düşünülmüştür.
Görüldüğü gibi adeta “Taşın dili olmuş da konuşmuş, anlatmış bütün hikayelerini nice merhum ve merhumelerin” dedirten, mezarlıkları bile sanat kokan, ölümün bize ne denli yakın ve her an bizimle iç içe, dünya hayatının ne derece geçici olduğunu da kulağımıza fısıldayan, sadece savaşçı özelliğiyle değil mezar taşlarında neler anlatılacağına kadar ince düşünen, nereden geldiğimizi hatırlatan bir medeniyetti Osmanlı; hoşgörüsüyle, inançlarıyla, mezar taşlarıyla bile “Biz” olabilen… Son olarak ise İlyas a. adlı şairin sanki bugünü görürcesine yazmış olduğu şiirinin son iki dizesiyle yorumu sizlere bırakıyorum:
Boynumuzdan sırtımızdan yok olmaz zillet
Mezarını asla okuyamazsa millet!
Hüvel Baki
Kaynaklar:
- Tarsus Arkeoloji Müzesi’ndeki Osmanlı Dönemi Mezar Taşları /Ottoman Period Gravestones in Tarsus Archeological Museum /Savaş Yıldırım
- Osmanlı Mezar Taşlarının Dili/ Talha Uğurluel / Sızıntı Dergisi/Sanat Tarihi/Temmuz 2003 /(2) No’lu Alıntı cümlesi
- derindusunce.org / (1) No’lu Alıntı
- Osmanlı Mezar Taşlarında Semboller/ Nidayi Sevim/ Fotoğraf ve Açıklamaları
- Danışma-Facebook Osmanlıca Tarih Edebiyat Sayfası yöneticisi ve Osmanlı Türkçesi Eğitmeni/ Hüseyin Dağ
- Şiir alıntısı/Edebiyat Defteri.com/ Mezarını Asla Okuyamazsa Millet şiiri
- Çizim-Mezarlıkta Buldum Kendimi/ 40X55/ Kuru Pastel+Füzen