Goethe’nin meşhur eseri Faust’ta insanın şeytan tarafından yoldan çıkarılması hikâyesi batı insanının kültürel kodlarına etki eden en çarpıcı örneklerdendir. Şeytanın her daim insanın peşinde olduğu düşüncesi çok köklü bir korku malzemesi oluşturmuştur.
Hiç, sinemaya bir korku filmi izlemek için gidip salonda korkmak, gerilmek ya da heyecanlanmak yerine kahkahalar atarak gülen insanlara rastladınız mı? Filmin en korkunç olması gereken sahnesinde kendinden geçercesine gülen izleyiciler gördünüz mü? Sizi bilmiyorum ama ben böyle durumlara çok şahit oldum. Ne zaman yerli yapım bir korku filmine gitsem çoğu sahnede tebessüm etmiş, birçok sahnede de gülmüşümdür. Hatta bir dönem bu filmleri komedi niyetine izlediğim bile olmuştur. Peki, hiç düşündünüz mü bizdeki korku filmleri neden Amerika ya da Avrupa yapımı korku filmlerinin bıraktığı seyir zevkinden bir hayli uzaktır? Çok mu beceriksiziz? Yönetmenlerimiz bu işi bilmiyorlar mı? Yoksa seyirci mi filmleri anlayamıyor?
Bizim sinemamızda birçok türde çok başarılı yapımlar (özellikle dram ve komedi) hem geçmişte hem de son dönemde ortaya koyulduğu halde korku türünde dünya standartlarının oldukça altındayız. Bana göre korku sinemamızın (bir korku sinemamız vardır denilebilir mi henüz bilmiyorum) istenilen noktanın gerisinde olmasının temel sebepleri şunlardır;
1.Yeşilçam’ın alışılmış kalıpların dışına çıkamaması
2.Seyircinin korku, gerilim vb. türlere ilgisinin diğer türlere nispeten az olması
3.Seyircinin yerli yapımlara karşı kemikleşmiş bir ön yargısının bulunması
4.Finansal ve teknik yetersizliklerin var olması
5.Bu tarz filmlerde oyuncu seçimlerinin yanlış yapılması ve birçok yetenekli oyuncunun böyle filmleri kariyeri için risk olarak görmesi
6.Tematik anlamda kültürel kodlarımızın kullanılmaması veya kullanılamaması
Elbette bu maddelere başka eklemeler yapılabilir ki bazıları sinemamızın genel sorunlarıdır. Her biri ayrı ayrı önemli olmakla birlikte bence en etkili olanı son maddedir.
Korku, şüphesiz yaratılışımızın ve varlığımızın ayrılmaz bir parçasıdır. Korku son derece insani bir histir. Hayatımızın her evresinde çeşitli korkularla yüz yüze geliriz. Yükseklik korkusundan kapalı mekân korkusuna, batıl inanç korkularından başarısız olma korkusuna, ölüm korkusundan şeytan korkusuna kadar bir yığın korku çeşidi vardır. Sinema, insanın yaratılışından veya yaşantılarından gün yüzüne çıkan korku duygusunu, seyirciye bir ayna tutarcasına işleyen, izlerken seyircinin bu duyguyla yüzleşmesini sağlayan, görsel boyutları çok güçlü olan bir sanattır.
Korkuya dayalı bir sanat ve edebiyatın kökenleri, arketipleri bütün dünya toplumlarında ve kültürlerinde mevcut olmakla beraber, sofistike bir sanat ve edebiyat ürünü olarak, korku, yalnızca batıda mevcuttur.(1)
Şeytan:
Korku sineması dendiğinde aklımıza bu türe ait sayısız kült tema gelir. Büyü, vampir, kurt adam, zombi, cin, yaratık, hayalet, akıl hastanesi, çılgın bilim adamı, vahşi hayvan, kıyamet, psikopat katil vb. Ancak bu türlerin içinde hem nitelik hem de nicelik olarak en ön planda olan filmler şeytan temalı korku filmleridir. Kurgusunu şeytan ve onun kötülükleri üzerine temellendiren çok sayıda başarılı film yapılmıştır. Bu başarının kültürel ve toplumsal arka planını incelediğimizde üç temel unsurdan beslenen zengin bir kaynak karşımıza çıkar. Hristiyanlığın teolojik yapısı, Avrupa’nın Ortaçağ’daki karanlık mazisi ve buna bağlı olarak gelişen Gotik edebiyat ve sanat olgusu.
Her dinde şeytan ya da şeytanı temsil eden bir varlık bulunur. Fakat Hristiyanlıkta şeytan çok gerçekçi ve somut bir kalıba bürünmüştür. Şeytan tanrının zıttı, rakibi veya onunla mücadele edebilecek güçteki düşmanıdır. Şeytan bu dünyanın efendisidir. Şeytan her şeyiyle tanrının iyilik ve kötülük ekseninde karşıtıdır ve sürekli tanrıyı taklit eder. Rosemary’s Baby (1968) gibi filmlerden 2000 sonrası çekilen Constantine (2005) filmine kadar birçok filmde şeytanı teslis inancında olduğu gibi hep bir oğul edinme çabası içinde görürüz.
İncil’de şeytanla alakalı birçok bölüm vardır. Bazı kısımlarda şeytan Hz. İsa’nın aklını çelmeye çalışırken resmedilir.
Hz. İsa’nın Kadisiye Çölü’nde imtihan edilmesi kıssası anlatılır İnciller’de. İblis çölde Hz. İsa’ya musallat olur. Onu açlıkla, susuzlukla veya kendisine eziyet verdirmekle çeşitli şekillerde imtihan eder. Hz. İsa kendisine kanmadıkça imtihanlarını zorlaştırır ve sonunda tepelik bir yere gelirler. Oradan aşağısı uçurum ve bir vadidir; vadiden bütün dünya şehirleri gözükmektedir. Orada İblis Hz. İsa’ya şunu söylüyor: “Sana yeryüzünün krallığ’ını vereyim (dikkatinizi çekerim, bunu Hz. İsa’ya söyleyen şeytan), yeter ki bana tabi ol.” O zaman Hz. İsa şöyle diyor (asla bizim Peygamberimizden beklenemeyecek bir söz): “Benim krallığım göktedir.” Burada bir şey dikkatimizi çekiyor. Bu bir bakıma dünyanın şeytana teslim edilmesi, onun bu dünyadaki hükümranlığının zımnen tanınmasıdır. Zaten Hıristiyan literatürüne baktığımızda dünyanın “şeytanın krallığı” diye tanımlandığını görürüz.(2)
Batıda şeytana ruhunu satmak denilen bir kavram vardır. Bu bir deyimden daha öte anlamlar içerir. Burada şeytan yine tanrıyı taklit eder ve insanlarla ahitname yapar. Dünyanın nimetleri karşılığında insanların ruhunu satın alır. Kanla yapılan bu anlaşmanın geri dönüşü yoktur ve ruhunu satan insan artık onun aşağılık, sefil bir kölesidir. The Devil’s Advocate (Şeytanın Avukatı 1997) filmi şeytana ruhunu satma vakasının en başarılı örneklerinden biridir.
Bir diğer şeytan kökenli tema ise şeytanın insan bedenini zorla ele geçirmesi hadisesidir. Eğer onu satın alamıyorsa zorla ele geçirmeye çalışır. Bu kişinin kötülüğe meyilli olması da şart değildir. Masum biri de onun kurbanı olabilir. 1973 yapımı The Exorcist ise bu konunun işlendiği ve defalarca benzerleri uyarlanan, hem dünyada hem bizde taklitleri çekilen kült filmdir. Şeytan bedeni ele geçirerek bildiğimiz dünya gerçekliğine geçmeye çalışır. Son derece gerçek ve somuttur. Hristiyanlıkta şeytan hayatın içindedir. Adeta kanlı canlı bir varlıktır.
Şeytanla ilgili başka bir önemli faktör ise ilk günah mevzusudur. Âdem ve Havva’nın işledikleri günahtan üç büyük dinde de bahsedilir. Ancak Hristiyanlıkta bu konuya bakış çok farklıdır. Âdem’le Havva şeytanın kandırması sonucu günaha girerler. Tanrı onları cezalandırır ve cennetinden kovar. Onları dünyaya gönderir. Bu gönderilme bir düşüştür. Âdem ve onun soyundan gelen her insan düşüktür. Âdem’den bugüne kadar doğan her insan onların işlediği günahların ağırlığı omuzlarında olarak dünyaya gelir. Hristiyan çocukların doğduklarında vaftiz edilmelerinin sebebi bu ilk günahın insanlığın tümüne ait olduğu inanışıdır. Sırf basit ve tek bir günah işledikleri için tanrı tarafından cezalandırıldıklarını düşünen Hristiyanların, tanrının merhametine ve adaletine olan güvenleri zayıftır. Bu tuhaf ikilem tanrı ve şeytan kavramlarını teolojik anlamda bir araya getirir. Şeytan tanrıya karşı öne geçmiştir. Yeryüzü onun krallığıdır. En az tanrı kadar korkulmaya layıktır. Bu karmaşık tanrı ve şeytan inancı Batıda insanların dini algılayışını şekillendirir.
Kötülük bir kültürde insanın zihninde bir parçalanmaya sebep olmayacak şekilde konumlandırılmışsa, eğer çatışma insanın iç dünyasında bir parçalanma meydana getirecek bir “açıklık” (kendisiyle öteki arasındaki mesafe gibi bir bakıma) ortaya çıkarmıyorsa Batı kültüründe gördüğümüz anlamda trajedi dediğimiz psikolojik gerilimlerin anlatılmasını üstlenen eserlerin ortaya çıkması bizim kültürümüzde söz konusu olamaz.(3)
Hristiyanlıktaki şeytan düşüncesi sadece insanların algısını değil Ortaçağ boyunca Avrupa toplumunun yaşayışlarını da tümüyle şekillendirmiştir. Ruhban sınıfı denilen din adamları tanrı ve insan arasındaki tek iletişim yoludur. Bu din adamları ne diyorsa bu tanrının buyruğudur. Karşı gelinemez ve sorgulanamaz. Bu gücü elinde bulunduran kilise yegâne otoritedir. Kiliseye karşı gelmenin sonucu aforozdur. Kiliseye karşı gelen insanların şeytanın yönetimine girdiğine inanılır ve aforoz edilir. Engizisyon adı verilen mahkemelerle birçok insana işkence edilir, birçok insan içine şeytan girdi diye yakılır. On sekizinci yüzyılın ortalarına kadar hem kilise hem de şeytan korkusuyla yaşayan batı toplumunda sarsılmaz bir korku kültürü meydana gelmiştir. Bu dönemdeki engizisyon, cadı, aforoz, işkence, şato, vampir, büyü ve çoğunlukla da şeytan kavramları mimariden edebiyata kadar geniş bir yelpazede batı sanatında yer edinmiştir. Özellikle de edebiyattaki yansımaları sinemaya çok geniş bir beslenme havzası sunar. Gotik diye adlandırılan bu edebiyat batının sanat ve kültür dünyasında derin izler bırakmıştır. Goethe’nin Faust’undan Dante’nin Inferno’suna değin birçok başyapıtın yazılmasına sebep olmuştur.
Ortaçağlar boyunca birçok dinî mimarîde, müzik, resim, heykel gibi fonetik ve plastik sanat alanlarında hâkim bir unsur hâline gelen Gotik kültürü, ürpertici, kasvetli, soğuk ve karanlık bir ortam yaratmaktadır.(4)
Özellikle Goethe’nin meşhur eseri Faust’ta insanın şeytan tarafından yoldan çıkarılması hikâyesi batı insanının kültürel kodlarına etki eden en çarpıcı örneklerdendir. Şeytanın her daim insanın peşinde olduğu düşüncesi çok köklü bir korku malzemesi oluşturmuştur.
Batı edebiyatında insanın şeytan tarafından iğvâsı, baştan çıkarılması sıkça ele alınan bir tema olagelmiştir. Dünyada payına hep mahrumiyet ve keder düşen mutsuz adam, güç ve iktidar karşılığında şeytana kanıyla imza verir. Artık bütün ipler şeytanın elindedir. Kahraman, şeytanın sağladığı sahte dekor ortamında dünyevî nailiyetlere erse de, sonunda yine şeytanın ördüğü felaketlerin ağında rezil ve rüsva bir şekilde kendi akıbetine doğru sürüklenir.(5)
1700’lerden sonra yazılan Frankenstein, Dracula, Dr. Jekyll and Mr. Hyde benzeri eserler korku sinemasına çok zengin bir kaynak oluşturmuştur. Gotik edebiyat birikimi ile Hristiyanlıktaki şeytan inancının birleşmesi benzersiz bir korku altyapısının temellerini atmıştır.
Bizde ise şeytan algısı bambaşkadır. Şeytan pek te öyle korkulacak bir varlık değildir. Deyimlerimizde bile bunu rahatça görebiliriz. Çok kurnaz insanlara şeytana bile pabucunu (külahını) ters giydirir deriz. Bazı zorlukları ya da şansızlıkları aştığımızda şeytanın bacağını (ayağını) kırdık deriz. Kendini çabucak sevdiren insanlara bu adamda şeytan tüyü var deriz. Hatta bazen şeytan o kadar bizden biridir ki iç sesimiz olur ve kızdığımız birine şeytan diyor ki onu şöyle böyle yapmak lazım deriz.
Sözlü ve yazılı edebiyatımızda da şeytanın pek bir yeri yoktur. İçinde şeytan geçen masal, efsane ya da romanlarımız varsa da sayıca sınırlıdır ve kayda değer bir yeri yoktur. Masallarımızda şeytansı yaratıklar (ifrit gibi) vardır ama bunlar korkutucu bir tarzda tasvir edilmezler. Sadece kötüdürler o kadar. Halk arasında anlatılan öykü ve masallarda geçen şeytansı yaratıklar olağanüstüden ziyade sıradan, hayatın içinden varlıklarmış gibi sunulurlar.
Batı insanının ruhunun derinliklerine işlemiş bulunan şeytan korkusu, bizim için efektler düzeyinde şaşırtıcı bir fantastik dünyadan ibaret kalmış, bir türlü iç dünyamızın derinliğine nüfuz edememiştir.(6)
İslami açıdan ele alacak olursak da şeytan korkulacak bir varlık değildir. “O şeytan sizi ancak kendi dostlarından korkutuyor. Onlardan korkmayın, eğer mümin iseniz, benden korkun.” (Âl-i İmran 175) İslam’da korkulması gereken tek varlık Allah’tır. Allah tektir ve rakibi ya da dengi yoktur.
“İş bitirilince şeytan da diyecek ki: Şüphesiz Allah size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen bana geliverdiniz. O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah’a ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Şüphesiz, zalimlere elem dolu bir azap vardır.” (İbrahim 22) Bu ayette de görüldüğü üzere şeytan Hristiyanlıktakinin aksine aciz ve güçsüz bir varlıktır. Zaten İslam’da şeytan çoğu zaman sembolik bir anlamdan öteye gitmez. Çünkü kötülüğün menşei o değildir. Kötülük insanın içinde, nefs diye tabir ettiğimiz bir tür iyi-kötü denge mekanizmasındadır. İyi olmak ta kötü olmak ta kişinin kendi elindedir.
“Hani biz meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis’ten başka hepsi saygı ile eğilmişlerdi.” (Kehf 50) Bu ayetten insanın Allah tarafından şeytandan üstün tutulduğu sonucunu çıkarabiliriz. Bizden daha aşağı bir varlıktan neden korkalım ki? Bu ayetin devamında şeytanın melek değil bir cin olduğu belirtilir. Hristiyanlığa göre İblis, meleklerin başkanı iken, emrinde bulunan meleklerle beraber Allah’a isyan etmiş ve hep birlikte kovulmuşlardır. Matta İncil’inde yer alan şu cümle de bunu doğrular niteliktedir: “(Kıyamet günü Kral) o zaman solundakilere diyecek: Ey lanetliler, benim yanımdan iblis ile onun meleklerine hazırlanmış olan ebedî ateşe girin.” (Matta, 25:41)
Tüm bu bilgiler ışığında ortaya çıkan sonuç şudur. Bizde şeytan konusunun dini, kültürel veya sanatsal anlamda karşılığı yoktur. Korku filmlerimizin bu anlamda beslenebileceği bir kaynak olmadığı için de şeytan ve benzeri varlıklara dayalı olarak yapılan filmler taklitten öteye geçememekte ve istenilen başarıyı gösterememektedir. Metin Erksan yönetmenliğinde 1974 yılında çekilen Şeytan filmi bu durumun en çarpıcı örneğidir. Şeytan çıkarma ritüelini Müslümanlığa uyarlamak, papaz yerine imam koymak ve zem zem suyu serpmek gibi senaryolar komik ve saçma bir tablo ortaya çıkarmıştır. 2000 sonrasında kayda değer gelişmeler elbette olmuştur. Hasan Karacadağ tarafından yönetilen Dabbe serisi, Semum ve El Cin gibi filmler görsel açıdan yetersiz ve oyunculuk açısından zayıf kalsa da büyü ve cin gibi İslam’da karşılığı olan konuları temel aldığı için türünün diğer örnekleri arasında ön plana çıkmıştır.
Çağan Irmak’ın yönetmenliğini yaptığı Kâbuslar Evi serisi tüm olumsuz yönlerine rağmen bana göre hak ettiği ilgiyi görememiştir. 2004 yılında Orhan Oğuz’un yönetmenliğinde çekilen Büyü filmi belki de en başarılı korku filmlerimizden biridir. Senaryosu, mekân seçimi ve yerli kültür öğelerinden beslenmesi gibi yönleriyle oldukça başarılı olan bu filmi çekim ve diyaloglardaki Amerikanvari(7) klişeler baltalamıştır. Filmde parçalanmış bir ceset gören profesör “Hay Allah”(8) diye tepki verir. Sinema öyle bir sanat dalı ki filmin bir sahnesindeki gereksiz ya da tutarsız bir cümle filmin tüm atmosferini darmadağın edebilir. Büyü filminin bu sahnesinde olduğu gibi.
Peki, yerli bir korku sineması mümkün değil midir? Elbette mümkündür. Korku motifleri böylesine köklü ve güçlü batı sinemasıyla mücadele etmekse amaç bu bence imkânsızdır. Ama bizim de kendimize has bir korku sinemamız olabilir. Eğer bize ait dini, kültürel ve sanatsal kaynaklardan beslenen filmler yapabilirsek ortaya çok güzel çalışmalar çıkacaktır. Bizde korku kültürünün batıya göre daha zayıf olması bu işi zorlaştırıyor olsa da imkânsız değildir. Her toplumun kendi korkuları vardır. Bunlar araştırılmalı ve sinemamızda işlenmelidir. Şeytan örneğinde olduğu gibi diğer birçok korku öğesinin bizde karşılığı yoksa sonuç alınamayacaktır. Örneğin lanetli ev veya zombi kavramları bizde korkutucu, ürpertici çağrışımlar yapmaz. Öyleyse bu tür temalarla amacına ulaşan filmler yapılamaz. Bizde korkuya kaynaklık edebilecek konular bulmak bu yazının sınırlarını aşar. Ancak ben bizim de kendimize göre zengin bir birikimimiz olduğu kanaatindeyim.
Hemen şimdi aklıma gelen iki örneği paylaşayım sizlerle. Dracula efsanesine kaynaklık eden Kazıklı Voyvoda’nın Fatih döneminde Romanya’ya yapılan seferler sırasında birçok Müslüman askere işkenceler ederek öldürdüğü tarihi kayıtlarda geçmektedir. Tümüyle yerli olmasa da bu konu üzerinden çok güzel bir korku filmi çıkarılabilir. Aklıma gelen diğer örnek ise şaman kültürü. Orta Asya’da günümüzde bile devam etmekte olan şamanlar hakkında esrarengiz ve ürkütücü bir senaryo ile farklı ve hoş bir sinema filmi yapılabilir.
Gülmeden izleyebileceğimiz korku filmlerimiz olması dileğiyle…
Kaynakça:
- Durmuş HOCAOĞLU, Korku Edebiyatı Üzerine: 1 – Korku Edebiyatı, Ölüm Mistisizmi ve Şeytan
- Mustafa ARMAĞAN, İslam ve Batı Kültüründe Şeytanın Farklı Konumları – 1
- Mustafa ARMAĞAN, İslam ve Batı Kültüründe Şeytanın Farklı Konumları – 1
- Durmuş HOCAOĞLU, Korku Edebiyatı Üzerine: 2
- Kenan DURU, Faust: Bugünkü Batının İcmali
- Şerif MARDİN, Türkiye’de Din ve Siyaset, İletişim Yayınları, İstanbul 1993, s.255
- Birgül KOÇAK, Doğu-Batı Arasında Türk Sineması: Korku Filmleri Üzerine Bir Değerlendirme
- Birgül KOÇAK, Doğu-Batı Arasında Türk Sineması: Korku Filmleri Üzerine Bir Değerlendirme