Zora yolculuğa empati zordur!

Hiç kimse tam anlamıyla aynısını yaşamadığı bir deneyimle ilgili sağlıklı bir empati kuramaz. Bu gibi durumlarda empati kurma çabası hiç de sempatik değildir. Bu çaba “Sen nereden bileceksin ki?” cümlesinin tokadıyla yere serilir. Doğrudur. Bilebilir misiniz?

empati

Zor hayat hikayeleri olan insanlar vardır çevremizde. Genellikle kendilerini insanlara kapatmış, gerçek özlerini gizleyen, sığ, yüzeysel ilişkiler yaşamayı seçen insanlar. Anne babası tarafından terkedilmiş ya da kötü muameleye uğramış, ya da en yakınlarını zamansız kaybetmiş, yalnız kalmış, sevgilisi ya da dostları tarafından aldatılmış, kandırılmış, maddi yıkıma uğramış vb. örnekleri çoğaltabiliriz.

Aslında her insan hayatında en az bir kere bu tarz yıkımlar yaşar. Ama bazı insanların hayatları baştan sona yıkımla geçer. Ta ki aslında farklı bir boyutta bu yıkımları ruhunun ihtiyaçlarına göre isteyenin, isteyenin demeyelim de kendini gerçekleştirmek adına kendi kendine yazanın kendi ruhu olduğunu fark edene kadar…


Diğer insanlar, yani bir nebze normal standartlarda yaşayan, çevresinde sevdiği sevildiği çok kişiyle birlikte yaşayan şanslılar, bu peş peşe yıkım yaşayan yalnız insanlara ya antisosyal damgasını vurup ötelerler, ya acırlar ve güya empati kurarak, yardımcı olmak için debelenip dururlar. Kaş yapayım derken göz çıkartırlar ya da aşırı katı, inançsız, vurdum duymaz, negatif, suratsız tipler olarak görüp eleştirirler. Ama arkasından tabi.

Hiç kimse tam anlamıyla aynısını yaşamadığı bir deneyimle ilgili sağlıklı bir empati kuramaz. Ve bu gibi durumlarda empati kurma çabası hiç de sempatik değildir. Bu çaba ” Sen nereden bileceksin ki?” cümlesinin tokatıyla yere serilir. Doğrudur. Bilebilir misiniz?

Bu insanların hak ettiği şey acınmak, empati kurma aşkıyla anlaşılmaya çalışılmak ya da eğlendirmek, hayatın güzelliklerini keşfettirmek için oraya buraya çekiştirilmek değildir.

Hak ettikleri şey, ruhlarının bu deneyimi yaşamayı seçecek kadar asil olduğunun farkında olarak (kendisi farkında olmasa bile ki genelde değildir) saygı duymak, takdir etmek ve içinde bulunduğu acıdan, yalnızlıktan, öfkeden, kırgınlıktan, güçlü görünme takıntısından çıkabilmesini gerçekten dilemektir. Ki zaten çok güçlülerdir.

Bu insanlara öğretecek bir şeyimiz yoktur. Ne haddimizedir. Aksine onlardan öğrenecek çok şeyimiz vardır. Sadece samimiyetle, karşılık beklemeden, onlar istediği ve biz istediğimiz sürece enerjimizi paylaşıp yanlarında olabiliriz. Ve onlar istediği sürece farklı bir bakış açısı edinmelerini sağlayabiliriz belki de. Bizim onlardan edindiğimiz bakış açıları da yanımıza kardır her zaman.

Empati

atesÇok sevdiğim bir ablam vardı. Hayatta tutunacak tek dalı olan kızını bir trafik kazasında kaybetmişti. Yaşadığı yangın yüzüne o kadar yansıyordu ki, gözlerine her baktığımda ateş görüyordum. İnsanlardan kaçıyordu. Çünkü ona acıyarak bakan, yardımcı olmak isteyen ama çaresiz kalan gözler onun ateşini körüklüyordu. Evladıyla mutlu, hiç tanımadığı insanlar gözüne takılınca hayata olan öfkesi arttıkça artıyordu.

Bana “Sen bana farklı bakıyorsun ve ne yapıyorsan bana huzur veriyorsun” derdi. Çünkü ben bu acıyı taşıyan, baş etmeye çalışan asil ruhuna gerçekten saygı duyuyordum. Ruhum onu her gördüğümde ruhunun önünde eğiliyordu. Ve bu saygı, enerjime, davranışıma, bakışlarıma yansıyordu. Acıma duygusunu barındırmadığım için samimi bakışlarım onu rahatsız etmiyordu. Aksine güç veriyordu.


Bir çocuk önce annesine güvenir. Koşulsuz, saf sevgidir anne. Güven deyince ilk akla gelen kişidir. Bir erkek düşünün annesi tarafından kötü muamele görerek büyümüş, baba idolü zaten yok. Yaşıtları ergen triplerine girerken, hayatta yalnız kalmış. Tek başına hayatta ve ayakta kalma mücadelesi vermiş. Yani ilk ihanetini en güvendiği kişiden anneden görmüş.

Sonra yaşadığı duygusal boşlukların etkisiyle aşık olup evlenmiş. Hayata inat güvenmeyi seçmiş. Evlendiği kadının onu çok sevdiğini sözlerinden değil, ta göz bebeklerinden bilmiş. Güvenmiş. Ve sonrasında emek emek üstüste koyduğu güven kulesinin taşları, sevdiği kadının ihanetiyle yıkılmış.

empatiBir insana sevginin sembolü annesi ihanet etmişse ve kendisine bakarken aşktan gözleri parlayan karısı ihanet etmişse onun karşısında güven duygusunun güzelliğinden nasıl bahsedebiliriz.

İnsanlara kendisini kapatmasını, sığ ilişkiler yaşamasını hatta ileri gidiyorum ihanet etmesini nasıl yadırgayabiliriz.
‘Sana yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapmamalısın’ gibi gayet edebi, ahlaki bir söz söyleriz söylemesine de ‘Neden? Nasıl?’ dese ne cevap veririz.

Anlamlı ama onun yaşanmışlıkları arasında anlam ifade etmeyen birçok cümleyle devam etmeniz gerekir, yanına ikna etme çabasını da takarak iyi niyetle ama bencilce.

Sözler etkileyicidir ama davranış, samimiyet ve şeffaflık kadar etkili değildir. O kadar yıkıntının arasında sıkışmış sevgi duygularını kıpırdatmanın tek yolu (ki bu bizim amacımız olamaz. Kendisi isterse), bu insanı gerçekten samimi, iyi niyetli duygularla sevip, gerçekten güvenilebilecek bir dost olduğunuza yaşayarak ve yaşatarak ikna etmektir. Tabi ki bizi hayatında istediği ve biz onu hayatımızda istediğimiz sürece. Hatta ilk başta sizin de samimi olmadığınızı, ona acıdığınızı, ya da başka bir niyet beslediğinizi bile aklından geçirecektir normal olarak.

Bunu yaparken ona öğretecek bir şeyiniz yoktur. Burada asıl öğrenci biziz. Ve farkına varmamız bizim uyanışımızdır.

Ancak yaşayarak öğrenebiliriz ki:

Dünyada güvenilecek, güvenen, bizi gerçekten biz olduğumuz için sevecek ve bizim samimi dostane duygularla sevebileceğimiz insanlar da var. İçimizdeki acı çarkını değiştirip, olmasını istediğimiz şeyi önce biz olduğumuzda ve böylece doğru frekanstaki insanları seçebildiğimizde bu mümkün…


Bilmem anlatabildim mi?

‘Empati ve Ayna Nöronlar’


Özgül Süsler
Falanca yılın, filanca ayının, bilmem kaçıncı gününde doğmuşum. Kutu kutu pense, yakan top ve misket oynamışım. Komşuların zilini çalıp kaçmışım. Balkondan sarkan komşu teyze “kimdi o? “ diye sorunca, “Bilmem” demişim...