Ben onun acısı üzerinden rant sağlamaktan ziyade tüm içtenliğimle Özgecan için kalemime dökülen bu yazıyı paylaşmak istedim. Beni ayıplarsanız, ya da kınarsanız sözüm yok. Ben yarın giymeyeceğim kara bir elbise. İnadına rengerenk giyinip çıkacağım sokağa ve bugünden daha güçlü bir şekilde. Niye mi? O zaman bu yazı sizlere sebebini söyler sanırım.
Herkesin var bir kesi
Ben bi kesin yok kimsesi
Sen bi kesin ben bi kesi
Ey kimsesizler kimsesi
Diyerek başlamak isterim sözlerime…
Bir melek olarak dünyaya gelir, bir yoksunluk olarak yoğrulur, bir yoksulluk olarak da tükenip gidiveririz öyle değil mi?
Bu hep böyle oldu ve olmaya da devam edecek.
Bir çocuk dünyaya gelir. Ya kızdır ya da erkek. Önce onu kendimizce yoğurmaya çalışır eğer kız ise eline tutuşturuveririz ince belli dolgun göğüslü barbie oyuncakları. Bir taç konduruveririz başına. Ya prensestir kızımız ya da kraliçe. Oğlumuzun elinde ise oyuncak bir tabanca.
“Kaç kızın canını yakacak benim aslan evladım?” diyerek yoğurmuyor muyuz o melek varlığın geleceğine yön verecek olan düşlerini?
Sonra, “Haydi evcilik oynayın çocuklar. Sen anne ol, o ise baba.”
Bir de boy boy çocukları olur o körpe minicik meleklerin düşlerinde. Oyuncak olsa da kız çocuklarımızın elinde, bir far ve ruj… Erkeklerin elinde ise süslü bir tabanca ile son model oyuncak bir araba…
— Evladım bu arabayla kaç kızı tavlar acaba?
Sonra büyürüz. Kısıtlamalar konulur üzerimize.
— Artık çocuk değilsin, evcilik yok. Erkek arkadaş mı sakın ha!
— Artık büyüdün genç oldun. Aslansın, kız arkadaş mı, helal olsun benim aslan oğluma.
Kızınıza, kardeşinize kondurmadığınız o vasfı, evladınızın arkadaşlarına kondurursunuz, öyle değil mi? Kusura bakmayın ama, yazıklar olsun öyle anne ve babaya!
Genç kız olursun. Azıcık mini giysen;
— Ayıp sakın ha!
Tercihlerinin, düşüncelerinin hislerinin bir önemi yok. Özgürce, sırf hissettiğin bir varlığın huzurunda için rahat olacak diye tercihin kapanmaktan yana olursa, o zaman da yobaz olursun öyle değil mi? İki denklem, dayatmalarla özgürlük adı altında kurulup da yoksunluklarla yoğrulmuş hürriyetsizlik dünyasındaki kısıtlamalar arasında sıkışıp kalmışsın.
Tercihlerinin, hislerinin hiçbir önemi yoktur. Sonra gelirler yanına da azıcık kendin olmaya çalışsan kınarlar seni. O zaman da iyi niyetli masum bir kurban olursun da sömürürler, iyi niyetini de silikleştirmeye çalışırlar o kapkaranlık dünyalarında.
Hiçbir zaman seni asla kendine bırakmazlar. Dizilerle, filmlerle, reklamlarla hayatına aslında bir parça da olsa tecavüz ederler de sesini çıkaramazsın. Kendi yazdıkları o ruhsuz oyunda sen yalnızca figüran olursun. Beklentiler varlığının her zaman önündedir ve öyle de olmaya devam eder ya, o zaman da anlamlandıramayacağımız esir bir hayatın içinde kaybolmaya mahkum tutuluruz.
Özgeciğim, şimdi biliyorum ki çoğu insan senin acın üzerinden siyaset rüzgarı estirecek TV ve Sosyal Medya’da. Biliyorum ki, nice silik ve yüreği masumiyetten uzak akbabalar dökülecek sokaklara… Bunların içinde gerçekten acını hisseden nice insanlar da olacak ama yine biliyorum ki ateş yalnızca düştüğü yeri yakacak.
Yarın olacak, evinin o soğuk duvarları annen ve babanın üzerine üzerine gelecek de, herkes hayatına kaldığı yerden devam edecek. Hani senin ismini verecekler bir yerlere ya, bu seni geri getirebilecek mi bizlere? Asla!.. Bugün bu yüksek sesler var ya, yarın öbür gün emin ol ki bir bir duruluverecek. Çünkü daha önce de böyle olmadı mı?
Özgeciğim, senden çok özür dilerim. Her gece başımı yastığa koymadan önce insanlık için ettiğim duaları son günlerde yorgun düşüp de yoksunlaştırdığım için özür dilerim. Sonra hani son zamanlarda kalemimi yalnız bırakıp, kendimi ifade etmekten yoksun kaldığım için özür dilerim.
O kalemde nice sevgi sözcükleri vardı insanlara. Onları esirgediğim için utanıyorum senden. Belki de birileri okurdu da yol olmasam da düş olurdum onlara, ama okumadı. Özür dilerim…
Özgeciğim; kendi düşüncelerimle değil de başkalarının düşünceleriyle bu aralar yol aldığım için özür dilerim. Sırf başkaları ne düşünür, ne der diye kendimi ifade etmediğim, sırf kırılırlar diye sessiz kaldığım için özür dilerim.
Biliyorum özrüm geri getirmeyecek seni anne ve babana. Ama söz veriyorum, artık her gece dualarım düşmeyecek dudaklarımdan. Sonra düşlerle kurduğum o paylaşım dünyası var ya onu kuracağıma dair söz veriyorum sana.
Evet yarın olacak, ama ben herkese inat karalar giymeyeceğim, yas tutmayacağım. İnadına rengarenk giyinip, daha güçlü olacağım. Sanki sen hiç gitmemişsin, cennetten bize bakıyormuşsun gibi yürüdüğüm yolda daha güçlü olacağıma dair sana söz veriyorum.
Kimsenin kapitalist siyasi oyunlarında piyon ve figüran olmayacağıma dair söz veriyorum. Yine sana söz veriyorum ki her ne pahasına olursa olsun, kuracağım o şehvetten uzak kardeşlik ve paylaşım ruhuyla düşlediğim dünyayı…
Belki şu anı düzeltemem ama Mevlam izin verir de yarını görürsem eğer; işte o zaman kendi ellerimle inşa edeceğim o güzel dünyayı. Biliyorum şu an yalnızca bir rüzgarım, gücüm yetmez bunu yapmaya. ama biliyorum ki rüzgar olmadan bulut gelir mi bana? Yağmur düşer mi toprağa? Toprak besler mi o körpe tohumları? O tohumlar boy verip de nesil olabilir mi acaba? İnan o nesilerde ise bugüne dair şehvet ve kötü bakışlar olmayacak. Dostluk, paylaşım ve insanlık ruhu kokacak her birinde.
İşte benim o yağmur yüklü bulutlara andım olsun ki, yapmış olduğum etkinliği daha da büyütüp, yarını güzel bir nesil ile süsleyeceğim de cenneti sereceğim senin ayakların altına ve sen de bir melek olarak gülümseyerek bakacaksın o nesillere.
Öyle değil mi?
Sevgilerimle…