Demokrasi bir trendir. Amacımıza vardığımızda o trenden ineriz, demişti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan politik kariyerine başladığı ilk yıllarda. Peki, demokrasi treni son istasyona ulaşır mı?
İlk zamanlar oldukça muhafazakar söylemlere sahipti Erdoğan ve bu tavrı dindar kesim tarafından çok seviliyordu. Konuşmalarında okuduğu bir Ziya Gökalp şiiri ise oldukça manidardı: … Camiler kışlamız, minareler süngümüz, mü’minler asker…
Erdoğan 1998 yılında Türk Ceza Kanunu’nun 312/2 maddesinden Halkı din ve ırk farkı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek suçunu işlediği gerekçesiyle on ay hapis yattı. Hapisten çıktığında ise bir kahraman gibi karşılandı. Çoğunluğunun bu ya da benzer bir konuda mağduriyeti olan halka artık daha da yakınlaşmıştı.
Erdoğan partisini kurduktan sonra ise gömleğini değiştirdiğini açıkladı. Demokratik ve yolsuzluktan arınmış bir Türkiye kuracağı vaadini verdi. Bu açıklamalarından sonra da liberaller ve entellektüellerin de politik desteğini almaya başladı.
Erdoğan çok iyi bir hatip olması ve yüksek ikna kabiliyetiyle tanınır. En çok kullandığı kelimelerden biri Allah’tır ve ne kadar çok kullanırsa hitap ettiği topluluktan o kadar coşkulu tezahürat alır. Bir de halka bir baba gibi davranır. Çocuğuna doğru yolu göstermeye çalışan bir aile reisi gibi neyin doğru, neyin yanlış olduğunu söyler. Alkol, sigara, sezaryen, kürtaj, flört etmek, dekolte giymek, bale ve eşcinsellik gibi konular zararlıdır örneğin. Erdoğan’ın bu söylemi, çoğunluğu ataerkil muhafazakar kültürden gelen halk tarafından çok doğal karşılanır; sevildiklerini, değer verildiklerini hissettirir. O da onlar gibidir belli ki.
Milyonların umudu Erdoğan
Kasımpaşa’da dindar bir ailede katı kurallara sahip babası tarafından yetiştirilmiş, politikaya atılana kadar kısıtlı ekonomik şartlarda yaşamış olan Erdoğan’ın sosyal hayatının etkileri, kişiliği ve tavırları üzerinde görülebilmektedir (1). Türkiye’de birçok kişi Erdoğan’da kendinden benzerlikler bulmakta ve kendine yakın hissetmektedir.
O zor şartlarda yetişen genç adam, bugün seksen milyon nüfuslu bir ülkenin en iktidarlı kişisi. Bu da benzer şartlarda yaşayan milyonlarca Türkiye vatandaşına bir gün kendilerinin de Erdoğan kadar zengin ve güçlü olabileceğine dair umutlar vaat ediyor. Erdoğan ayrıca on yıllardır Avrupa ülkelerinde ikinci sınıf vatandaş muamelesi gören Türklerin de ülkeleri ve dinleri ile gurur duymasına vesile oldu.
Erdoğan’ın değişimi
Başlangıçta Erdoğan mütevazı ve sakindi ama üst üste kazandığı seçim zaferlerinden sonra söylemleri değişti, kendine güveni arttı. Makamına saraylar inşa etti, son model uçaklar, arabalar sipariş edildi, anayasayı hedefinin gerçekleşmesine uygun hale getirdi. Bu değişim, bilimsel olarak da gözlemlenebiliyor; birçok uzman, Erdoğan’a Hubris Sendromu teşhisi koydu (2). Birkaç yıl önce çoğunluğun ihtimal bile vermediği Başkanlık Sistemi’nin yakında gerçekleşeceği gözüyle bakılıyor artık. Zaten bugün dünyadaki birçok gazete, Erdoğan manşeti atarken isminin önüne Sultan ya da Padişah sıfatlarını ekliyor.
Demokrasi trenine bindiğinden bugünkü başarısına ulaşana kadar Erdoğan’ın önüne birçok zorluklar ve tuzaklar çıktı ama hiçbiri onu yolundan döndürmedi, bilakis hırsını kamçıladı. Tüm skandallar, suçlamalar, yolsuzluk haberleri treni gittiği istikametten saptırtmadı. Bir toplumu değiştirmenin kolay olmadığını, değişimin zamanla ve adım adım gerçekleşeceğinin Erdoğan da farkındaydı muhtemelen.
Atatürk ve Erdoğan
Erdoğan, kişiliğiyle toplumda hem büyük bir sempati hem de bir o kadar büyük antipati hatta nefret duygusu uyandırıyor. Politik görüşleri bu kadar geniş bir kitleden destek alan ama öte yandan fikirlerine bu kadar çok karşı çıkılan ender liderlerden… Atatürk’ten sonra Türkiye’de hiçbir devlet adamı Erdoğan kadar coşkuyla sevilmemiştir belki ama bir o kadar ağır hakaretlere de hiçbir politikacı maruz kalmamıştı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, batıya yönelmiş ve laik bir devlet adamıydı. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, yasal olarak laiklik prensibini benimsedi ve kadın haklarını kabul eden ilk Müslüman ülke olarak tarihe geçti. Atatürk, hala modern ve laik Türkiye’nin sembolü ve birçok Türkiyeli için en büyük ulusal kahramandır.
Erdoğan birçok mecrada birçok konuyla ilgili Atatürk ile kıyaslanmakta ve icraatları Cumhuriyet Devrimleri’ne benzetilmektedir. Ne var ki Atatürk, Cumhuriyet’i kurduğunda, Türkiye toplumunu Osmanlı’dan farklı olarak eğitimli, kültürlü ve laik bir seviyeye çıkarmayı amaçlıyordu. Erdoğan’ın politik duruşu ise bugün ülkeye laiklikten çok, İslami değerlerin sembollerini yerleştirme çabasında olduğu izlenimi veriyor. Ki bu da Atatürk’ün ideali dışında olduğu öngörülebilir.
Türkiye’nin yeni Eğitim Sistemi
AKP Hükümeti, Türkiye’nin eğitim sistemini baştan aşağı değiştirdi. Birçok devlet okulu İmam Hatip okullarına dönüştürüldü. İmam Hatip okullarının açılma sebebi, başlangıçta camilerde çalışacak imam ve müezzin yetiştirmekti, fakat zamanla bu okullar muhafazakar kesim için standart orta öğretimin yerini almaya başladı. Türkiye’de kadınlar imam ya da müezzin olarak çalışamadığı halde kız öğrenciler de bu okullarda eğitim görüyor. Yeni düzenlemeden sonra özel okula parası yetmeyen birçok öğrenci, istemese de evine yakın başka devlet okulu olmadığı için din ağırlıklı eğitim görmek durumunda kalıyor. (3)
Erdoğan’ın da mezun olduğu bu eğitim sisteminde yetişen gençlerde gözlenebilen bazı ortak özellikler; çoğunlukla otorite ile aynı fikirde olmaları ve isyankar olmamalarıdır. Dolayısıyla ülkedeki bu yeni eğitim sisteminin amacı; İslami kuralları kabul eden bir toplum kurmaktan ziyade, isyankar olmayan ve hükümete saygı duyan bir halk yaratma isteği olarak algılanabilir.
Türkiye Avrupa Birliği’ne girer mi?
Son on üç yılda Türkiye’de çarpıcı değişiklikler oldu: Ataerkil sistem yaygınlaştı, aile içi şiddet arttı, türban ilköğretime kadar girdi, birçok yeni ve modern yapılar inşa edildi, yeşil alanlar küçüldü, minare sayısı arttı, mimari ve sanatta İslami etkiler daha çok görülmeye başladı. Mescit açan iş yerleri çoğaldı, alkol satışı sınırlandırıldı ve toplum daha asabi ve şiddet sever bir hale geldi. Ne var ki bunlardan hiçbiri Avrupa Birliği’nin kabul kriteri değildi.
Bugün dünyada hiç kimse artık “Türkiye Avrupa Birliği’ne ne zaman girecek?” diye sormuyor. Türkiye’de de Avrupa hevesi pek kalmadı, eğilim daha ziyade Doğu’ya yönelmekte. Erdoğan’ın kişiliği ve icraatlarından dolayı bugün Türkiye iki kutba ayrılmış durumda: Ona karşı olanlar ve Onun tarafında olanlar… İkisinin arası yok gibi. Bugün artık herkes başka bir soru soruyor:
Bu politik savaşı kimler kazanacak? Güçlü olanlar mı, yoksa haklı olanlar mı?
Resim altı: Atatürk, kadınların kendinden emin ve modern görünümlü olmasını isterdi. Ne var ki Türkiye’nin muhafazakar kesiminde ataerkil aile sitemi ve dolayısıyla cinsiyet ayrımcılığı oldukça yaygındır. Kadınlar da bu adaletsiz muameleyi kanıksamıştır…
Bugün İmam Hatip okullarında okuyan kız öğrenciler ise daha ziyade utangaç… Geçen yıl İstanbul’da bir yarışma kazanan İmam Hatip öğrencisi, kaymakamdan ödülünü alırken elini sıkmaması gazetelere bu şekilde yansımıştı.
[divider]
Kaynaklar:
(1) Erdoğan: Babam çok otoriter bir babaydı; yanlış yaptığımızda hesaplaşırdı
(2) Le Monde’un Erdoğan teşhisine @fuatavni de katıldı: Hubris sendromu ve mitomani
(3) Türkei Proteste gegen “Islamisierung” im Schulwesen
* Yazının esin ve bilgi kaynağı: Der Spiegel Dergisi Ağustos 2014 Türkçe özel sayısı