Kaç Kutuplu Dünya?

Elinde sağlam bir bilgisayarı, kaliteli bir İnternet bağlantısı olan, zeki ama sıradan bir çocuğun oturduğu yerden tüm dünyayı etkileyecek bir şeyler yapması mümkündür.

kutuplu

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından başlayan ve doksanların başında Sovyetlerin dağılmasına kadar geçen süreç “Soğuk Savaş” olarak adlandırıldı. Bu sürecin en belirgin ve en çok telaffuz edilen parametresi iki kutuplu dünya düzeniydi.

Fransızca bir sözcük olan parametrenin Türkçe’deki en uygun karşılığı değişken kelimesidir. Bu değişkenler ise iki kutuplu dünyanın iki büyük oyuncusu ABD ve SSCB idi. Bu iki güçlü ülkenin birbirleriyle mücadelesi iki kutuplu dünya düzenini temsil ediyordu. Gerçekten de genel dünya konjonktürü soğuk savaş döneminde ABD ve SSCB’nin politika ve icraatları ile şekilleniyordu. Bu denge öylesine hassastı ki her iki taraf da çok defa ciddi bir sıcak savaşın eşiğinden dönmüştü. Bu savaşta nükleer silahların da kullanılacağının çok aşikâr olduğu göz önüne alınırsa; hem bir üçüncü dünya savaşına hem de inanılmaz derecede yıkıma uğramış, yerle bir olmuş bir gezegen tablosuna tanık olmamıza ramak kalmıştı.


kutupluSoğuk savaşın bitişiyle iki kutuplu dünya düzeni tek kutuplu bir düzene dönüştü. Ancak bu tek kutuplu düzen çok uzun süremezdi. Terazinin bir tarafında ABD, diğer tarafında SSCB varken, yeni düzende ABD’nin karşısında dengeye yeni aktörler dâhil oldu. Çok kan kaybetmiş olmasına rağmen yıkılan Sovyetlerin küllerindeki Rusya, gücünü bir yere kadar korudu. Fakat yeni düzende, AB’nin yanı sıra Hindistan ve Çin gibi yeni dengeler de söz sahibi oldu.

Kaç Kutuplu Dünya?

Bu tek kutuplu düzende ABD bir süre başına buyruk hareket etti. Şahsi kararlar aldı. Güney Amerika’dan Ortadoğu’ya, oradan da Uzak Doğu’ya kadar birçok bölgeye elini uzattı. Askeri müdahaleler yaptı. Üsler kurdu. Yeni yönetimler inşa etti. Bu yönetimlere kendi denetimindeki idarecileri iktidar yaptı. Ukrayna’dan Gürcistan’a, hatta Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’ne kadar geniş bir coğrafyada askeri ve siyasi etkisini artırdı. Daha açık bir ifadeyle Rusya’yı adeta kuşattı.

Fakat son yıllarda yaşanan siyasi ve ekonomik gelişmeler gösteriyor ki bu tek kutuplu sistem miadını doldurdu. Bu tek kutuplu, yani ABD hegemonyasındaki ilerleyişin böyle devam edemeyeceği çok açık. Olan bitenleri dikkatli okuyabilirsek bu dönüşümün kaçınılmaz bir gerçek olduğu ortaya çıkıyor. Yapmamız gereken, parçadan bütüne giderek çıkarımlarda bulunmak değil, aksine çerçevenin tamamına bakıp, bütünü görmek ve gelişmeleri irdelemek.

Küreselleşme ve İnternet

Her şeyden önce tek kutuplu gidişatın önündeki en büyük engel; son on beş yılın çok popüler bir kavramı olan küreselleşme. Teknoloji ve iletişimin böylesine güçlü ve pratik olduğu ve giderek maliyetinin düştüğü bir çağda, tek güç olabilmek imkânsız. Bilginin bu kadar hızlı yayılabildiği, en ücra yerlerdeki olayların anında dünyanın her yerinden görülebildiği bir dönemde ülkelerin gizli çalışmalar yapabilmeleri, yaptıklarında da bunları uzun süre saklayabilmeleri günden güne çok zor bir hale geldi.

Teknoloji demişken İnternet için ayrı bir parantez açmak istiyorum. Çünkü küreselleşmenin en önemli ve en etkili tetikleyicisi İnternet’tir. Elinde sağlam bir bilgisayarı, kaliteli bir İnternet bağlantısı olan, zeki ama sıradan bir çocuğun oturduğu yerden tüm dünyayı etkileyecek bir şeyler yapması mümkündür. Bu çocuk güçlü bir ülkeden de olabilir, alelade Afrika’daki bir üçüncü dünya ülkesinden de… Önemli olan yaptıklarının sonuçlarıdır. Sosyal medya üzerinden kitlelerin organize olup, birlikte hareket edebilmeleri İnternet’in ne denli etkili bir faktör olduğunun en güzel örneğidir.

Küresel Terörizm

Tek kutuplu sistemin hayatiyetini korumasında en büyük engellerden biri de terördür. Burada terör derken en genel anlamını kastediyorum. Ayrılıkçı etnik örgütlerden radikal dinci örgütlere, faşist örgütlerden tamamen maddi çıkar amaçlı örgütlere kadar hepsi bu gruba dâhil. Küreselleşen bir dünyada terörün de küreselleşmesi çok şaşırılacak bir durum değil zaten. Düşmanlarını zayıf düşürmek için bizzat devletler tarafından kurulan, ya da yine benzer amaçlarla devletler tarafından başka devletler aleyhine maddi ve politik olarak desteklenen birçok terör örgütü kontrolden çıkmış bir haldedir. Çizilmiş sınırları, dilleri, dinleri, bayrakları olmayan, ancak fazlasıyla güç sahibi hayalet devletçiklere dönüşmüştür. Bu kontrol dışı küresel gücün dünya dengelerinde maalesef önemli bir yeri vardır.


Ekonomide enerji faktörü

Dünya dengelerinden bahsediyorsak eğer, ülkelerin ekonomik yapılarını, güç ve potansiyellerini elbette göz ardı edemeyiz. Dünyada şu an ekonominin en büyük lokomotifi enerjidir. Petrol ve doğalgaz başta olmak üzere diğer tüm enerji kaynakları ekonomik dengelerin belirleyicisi konumundadır. Özellikle petrol ve doğalgaz konusunda içinde Türkiye’nin de dâhil olduğu birçok ülke, diğerlerine öyle ya da böyle bağımlı durumdadır. Bu enerji kaynaklarını en çok barındıran ülkelerin içinde ABD, Rusya ve İran gibi ülkelerin olduğuna dikkat edersek durumun vahameti ve kritikliği gözler önüne serilmektedir.

Gerek Fransa, İngiltere, Almanya gibi belli başlı Avrupa ülkeleri, gerek İsrail, İran gibi Ortadoğu ülkeleri, gerekse Çin, Hindistan gibi Asya ülkelerinin hızlı bir silahlanma yarışına girmeleri ve her geçen gün yeni nükleer denemeler yapmaları bu tek kutuplu sistemin handikaplarından biridir.

***

kutupluGenel birkaç başlık halinde kısaca özetlediğim bu sebeplere yeni maddeler eklenebilir ve daha fazla ayrıntıya girilebilir. Sonuç itibariyle dünya yeniden bir denge politikası güden bir sisteme dönüşün eşiğindedir. Hatta bu dönüşüm çoktan başlamıştır da denilebilir.

Bu seferki dengeler eskisinden çok daha karmaşık ve hassas, soğuk savaş dönemini aratmayacak derecede gergin ve sıkıntılı olacak. Çünkü bu yeni dengede ABD ve Rusya’nın yanı sıra Almanya, İngiltere, İran, Çin, İsrail ve hatta Hindistan gibi yeni ülkeler var.

“Tarih tekerrürden ibarettir” sözünü pek sevmem açıkçası. Fakat dünya tekrar dengeler politikasının güdüleceği bir ortama geçiş yapıyor, tarihte birçok defa yaşandığı gibi. Geçmek de zorundadır zaten. Geçmişteki en büyük imparatorluklar bile, en güçlü dönemlerinde dahi dengeleri gözetmek zorunda kalmışlardır. Tabiattaki her şey gibi ülkeler de bir denge mekanizmasına ihtiyaç duyar.


Türkiye şimdiden gerekli önlemleri almalı ve politikasını belirlemelidir. Hâlihazırda devam etmekte olan politikaların sağlıklı sonuçlar doğurmadığı ortadadır. Yeni dengeler sisteminde en kötü politika bile hiç politikasızlıktan iyidir. Son beş-on yıl içinde yeni anayasa, Ergenekon, AB üyeliği, laiklik, PKK terörü v.b. iç gündemleri olan Türkiye’nin dışarıdaki olay ve gelişmelere yönelik politikalarının ve planlarının olmadığı düşüncesi beni fazlasıyla endişeye sevk ediyor. Umarım yanılıyorumdur…