Türkiye’de 600 bin vatandaş açlık sınırında yaşarken günde 5 milyon ekmek çöpe atılıyor. Tüketim çılgınlığı almış başını giderken bilinçli tüketici olmanın zamanı gelmedi mi?
Tüketimin tanımı, mal ve hizmetlerin insan ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde kullanılmasıdır. Bu şekilde ihtiyaçların karşılanması insana bir fayda sağlar. Tüketim, mal ve hizmetlerin doğrudan doğruya insan ihtiyaçlarının karşılanması için satın alınmasıdır. İşte tam burada sorulacak soru şudur: Kaçımız gerçekten sadece ihtiyacımız olan mal ve hizmeti satın alıyoruz?
Türkiye’de 600 bin vatandaş açlık sınırında yaşarken günde 5 milyon ekmek çöpe atılıyor.
Birçok kişi kendine dahi itiraf edemese de araştırma şirketleri, satın alınıp da kullanılmayan ancak evde yer işgal eden çok fazla eşya ve gıdanın olduğundan söz ediyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, halen 600 bin kişi Türkiye’de açlık sınırında yaşarken, günde 5 milyon ekmek çöpe atılıyor.
Türkiye Fırıncılar Federasyonu verilerine göre, günlük üretilen 82 milyon ekmeğin, 77 milyon adedi tüketilirken günlük 5 milyon ekmek israf ediliyor. Bunun dışında henüz üretim aşamasında 1,5 milyon ekmek ziyan oluyor. Türkiye’de bir yılda israf edilen ekmek, ortalama 450 bin ton buğdaya karşılık geliyor. Türkiye’de israf edilen ekmek miktarı, 4 milyon 495 bin. Bu korkutucu rakam, 4.2 milyon nüfuslu Hırvatistan’dan, 4.3 milyon nüfuslu Gürcistan’dan ve 3.5 milyon nüfuslu Moldova’dan daha yüksek. Ekmeğin nimet olarak kabul gördüğü bir toplumda sadece çöpe giden ekmek miktarı günde 5 milyon ise siz düşünün diğer gıda ve eşyalardaki çöpe giden miktarı.
Türkiye’nin neresinde olursanız olun, hava ne zaman bozsa, karlı ya da fırtınalı hale gelse hangimiz eve stoklama yapmıyoruz? Çoğumuz yazlık evlerimize gittiğimizde ilk işimiz markete uğrayıp buzdolabını, ardiye dolabını şöyle tıklım tıklım doldurmak değil mi? Çoğumuz, arkadaşımıza dahi gitsek evinde olup olmadığını sormadan tatlı, içecek götürmüyor muyuz? Mutsuz ruh halindeyken birçok insan alışveriş yapmayı terapi olarak görmüyor mu? Bakın daha ilk örneklerden hepimizin, ihtiyacımız olanı tespit etmeden, liste yapmadan, ya da gideceğimiz arkadaşımıza sormadan yapılan bir alışverişi var.
Dünyadaki kaynaklar bir gün tükenecek!
Bilimsel gerçekler bize dünyadaki malzemelerin bu şekilde tüketilmeye devam etmesi halinde biteceğini söyler. Suyun bir gün biteceğini bizden sonra gelen nesillerin temiz içme kaynaklarına ulaşmada bizler kadar şanslı olamayacaklarını hepimiz biliyoruz. Şu an itibarıyla dünyada 708 bin insan su içme kaynaklarına ulaşamıyorken, çoğumuz suyu fütursuzca harcamaya devam ediyoruz. Petrolün tüm dünyada en fazla 38.8 yıl sonra biteceğini yapılan çalışmalar söylerken, halen plastik ve petrol kullanımı nasıl bu kadar abartılı bir şekilde tüketilmeye devam ediliyor?
Tüketim çılgınlığında 3 faktör
Tüm bu verdiğim örneklerin üç sebebi olabilir. İlki; bireylerin ihtiyaç duymadıkları halde alışveriş çılgınlığına girmelerinde en büyük etken; reklam sektörü. Reklamlar yoluyla üretilen mevcut ürünler tüketici adaylarına sunulmakta, bunların satılması için insan psikolojisinin zayıf noktalarından yararlanarak kampanyalar yapılmakta. Promosyonlar, indirimler, taksitli alışverişler, 3 al 2 öde şeklinde ödemeler vb… Bireylerin satın almanın ne kadar kolay olduğu konusunda beyin yıkaması yapılıyor. Cebinde tüketimi yapacak parası olmayan bireyler, yapılan kampanyalarla tüketebiliyorlar hem de hiç de ihtiyaçları olmayan bir ürünü… Reklamlar sayesinde toplum kendisine dayatılan ürünleri seçmeden, sadece ‘herkeste var’ diye kullanmaya başlıyor. Aradan geçen 5 yıl sonra “Ayy, ben nasıl almışım o ürünü…” diyerek beğenmediğini ve isterik bir krizle aldığını ifade ediyor. “Şimdiki aklım olsa almazdım” sözü ise dayatılan reklam gerçeği.
Tüketim çılgınlığının ikinci sebebi ise kredi kartları. Harcayacak parası olmayan bireyler kartlar sayesinde belki uzun zaman ancak para biriktirip alabileceği ürüne, anında sahip olabiliyor. Kredi kartlarındaki öteleme, taksitle ödeme, mil kazanma, puan biriktirme, anında kredi çekme gibi kendince avantajlarla kazandığından daha fazlasını harcayabiliyor. Türkiye’de kredi kartı borcunu ödeyemeyenlerin sayısı 619 bini geçmiş vaziyette. 95 milyon kredi kartı sayısı 70 milyonluk Türkiye de çok değil mi? Beşikteki bebeğin bile kredi kartı var bu durumda…
Üçüncü sebep: manevi tatmin duygusu. Toplum günlük hayatta yaşadığı huzursuzluk, başarısızlık, eksiklik gibi duygularını satın alarak, alışveriş yaparak gideriyor. Sevgisinden ayrılmış, aşk acısı çeken, aldatılan, iş yerinde kendine güvensiz, eşinden sevgi ve ilgi görmeyen büyükler ile ebeveynlerinden ilgi görmeyen, arkadaşları tarafından dışlanan çocuk, satın aldığı eşya ile varlık kazanıyor.
Ayrıca, günümüzde Kapitalist sistemde yer alan ekonomik sınıf farklılığını hisseden kişiler bu durumun dezavantajlarını satın alarak gidermektedir. Giyimi, cep telefonu, arabası, saati ile “ben varım” diyen büyükler ile sahip olduğu ama oynamaktan ziyade göstermek için kullandığı oyuncaklarını sergileyen çocuklar, toplumda paye alıyor. İhtiyacı için değil, manevi tatmin duygusunu geliştiren satın alma davranışı, yaşadığı her başarısızlıktan sonra tekrar almaya itiyor. Ruhsal tatmin yerine geçen tüketim çılgınlığı bireyin gerçekleşmesi sağlamaktan uzak geçici tatmin vermekte, bireyin acısı aynı yerde durmaktadır.
Bilinçli tüketici nasıl olunur?
Burada tüketim çılgınlığına kapılan bireyin bilinçli tüketici moduna girerek kurtulması gerekir. Aldığı ürünü kaç kere kullanacağı, gerçekten ihtiyacı olup olmadığını sorgulaması, nerede kullanacağı, ödediği parayla daha ucuzunu ya da daha iyisini bulup bulamayacağını kendine sorup araştırması gerekli. Birçok kişinin dolabında daha etiketiyle duran kıyafetlerin olması, son kullanım tarihi geçen yiyeceklerin atılması, az kullanılan eşyaların evlerde yer işgal etmesi gibi davranışlar bilinçli tüketici olamadığının kanıtıdır.
Bu durumla, sadece bilinçli tüketici olarak değil, sağlıklı ruhsal ve zihinsel beyinlere sahip kişiler olarak da reklamların ve kredi kartlarının cazibesine kapılmamayı, sorunlarımızla yüzleşmeyi, 30 yıl öncesinde olduğu gibi daha çok toplumsallaşmayı, paylaşmayı ve dayanışmayı öneriyorum.
Hadi, hep beraber evlerimizde kullanmadığımız kıyafet, eşya ve malzemeleri ayıklayalım, fazlalıkları ise sivil toplum kuruluşlarına, belediyelere, çevremizdekilere dağıtalım. Vermeye kıyamadıklarımızı ise değerlendirelim, elbisenin boyunu kısaltalım, eşarpla deneyelim, mobilyamızın rengini değiştirelim, dönüştürelim.
Evimizdeki fazlalıklardan sosyal yardım projeleriyle kurtulabilir hatta yaptığınız yardımlarla tatmin duygusunu da gerçekleştirebilirsiniz. Üyesi olduğum Facebook’taki Freecycle İstanbul sayfası bu konuda o kadar iyi ki… Siz de ihtiyacınız olanı satın almadan önce başkasından almaya ne dersiniz? Ya da başkasına vermeyi… Bir deneyin derim…
Bilinçli tüketeceğiniz bir ay geçirmeniz dileğiyle…