Sıradanlığın bu kadar yüceltildiği bir ortamda bulunmadık hiç. Ya da çok ilginç olayların, gelişmelerin yüzyılda bir meydana gelebilecek hadiselerin sıradan şeylermiş gibi algılandığı ya da algılatıldığı ortamları, dönemleri görmedik.
Başarısızlığın başarı olduğu, kötülüğün iyilik gibi anlatıldığı, bencilliğin insanlığı yok ettiği, gözlerin kör olduğu, akılların tutulduğu, zihinlerin çabuk unuttuğu, gözyaşlarının anlamını yitirdiği bir dönem yaşamaktayız.
Siyasi, toplumsal, sosyolojik, ekonomik alanlarda çok şeyler yaşandı, yaşanıyor. Yaşanan her olay, her gelişme bazen güzellikler barındırıyor. Ama çoğu çirkinlikler, kötülükler, anlaşılmazlıklar içeriyor. Bazen bir tebessüm ve de çoğunlukla hüzün içeriyor. Neden? Nasıl? Aklı başında herkes anlamakta sorun yaşıyor. Güzelliklerin hakim olduğu bir dünya hayali içinde yaşayan, sadece kendini değil tüm insanlığı düşünen insanlar, olan biteni ve olan bitene karşı insanlığın tepkilerini anlayamıyor.
Devletin bir kurumuma ait olduğu iddia edilen araçlar, yine devletin bir başka kurumu tarafından belli bir sebepten dolayı devletin hakim olduğu sınırlar içerisinde durduruldu. Herkes bir şey söyledi. Herkes bir yorum yaptı. Sonuç ne oldu? Kimse bilmiyor. Araçları durduran kamu görevlisi görevinden alındı. Araçların ne taşıdığı, nereden gelip nereye gittiği, içindekilerin kim olduğu hiçbir zaman belli olmadı. Zaten unutulup gitti…
Karın hakim olduğu bir köyde çocuğunun rahatsızlığı ile ilgili olarak sağlık görevlilerinden yardım isteyen bir aileye kimse yardım götüremedi. Sağlık reformu yaptık diye övünenler, yaşanan trajedi sonrası sadece sustu. Gerçekleri görmeden körü körüne bir sıradana bağlanan kitleler her zamanki gibi sesini çıkarmadı, belki olayı bile duymadı, duyduysa bile kulaklarını tıkadı. Yavrusunun cansız bedenini karlı yollarda bir çuval içinde taşıyan babanın yaşadıkları Türkiye’nin ciğerini dağladı. Gözyaşları aktı, vicdanı sızlayan herkes bir şeyler yapmaya çalıştı. Bir fotoğraf karesi olarak kaldı o gerçek sonra… Gündemi oluşturan bir konu olarak birkaç haber oldu. Akıllar tutuldu. Sonra, unutuldu…
Bir grup milletin vekili, milli irade tarafından yetki verilmiş yetkinlik fakirleri kim olduğu belirsiz kişilerle bu milleti soymaya kalktı ve başardı. Bu başarı, onlara yetmedi. Bir de milletin aklıyla dalga geçtiler. Soydukları millete demediklerini bırakmadılar. Her şey bir yana da yaptıklarının cezasını ne yargı kesebildi ne de Millet. Tabi ki algılar yönetildi, akıllar tutuldu, zihinler karıştı. Sonuçta hepsi yine unutuldu.
Bir çocuk, gaz kapsülü ile başından vuruldu. Komaya soktular onu. 268 gün! Dile kolay, 268 gün dayanabildi, sonra gözlerini sonsuzluğa yumdu. Miting meydanlarında vicdansızca yuhalatıldı. Milletin iradesi, vicdanı bir yana bırakanlar tarafından acımasızlık timsali oldu. Sonra, tabi ki o da unutuldu.
21. yüzyıl dünyasında çok önemli sosyal medya siteleri erişime kapatıldı. Dünya bize güldü. Biz ise kendimiz için ağlayamadık, akıllanamadık. Özgürlük düşüncesinin uzağından bile geçmeyen örümcekler dört bir yanımızı sardı, ağlarını milli iradenin kafasının etrafına değil, doğrudan içine sokmaya çalıştılar. Hayretler içinde kaldığımız bu dönem de geçti, yerini bir yenisine bıraktı. Unutmamak mümkün değil. Kuşkusuz unutuldu…
Yerel seçimlerde elektrikler kesildi. Suçlu kimdi? Kediler, evet trafoya giren kedilerden başka suçlu bulunamadı. Trafoya giren kediler ise yok oldu. Yaşanan olaylar seçimden sonra doğal olarak unutuldu. Başka ne bekleyebilirdik ki? Unutulmak bir kaderdi, asla bir gerçek değil. Unutuldu.
Bir bahar ayında 301 can gitti. Toprak altında 301 can kaybedildi. Ülke tarihinin en büyük kaybı, en acı olayı olarak tarihe geçti. Yürekler yandı. Gözler yaşardı, sesler yükseldi ve sonra alçaldı. Yarattıkları ölüm mahzenlerini savundu bazıları. Bu işin fıtratında bu var dediler vicdansızca, kader dediler. Günlerce bekledi madenci yakınları yangın yerinde, gözler yaşlı, yürekler heyecanlı, bir umut. Yetmedi, bir de tekme yediler. Devlet dediler, aman çektiler, bir yardım dediler. Suratlarına tokat yediler. Tekme atan vicdansız, rapor alırken toprak altında, ölüm mahzenlerinde canını yitirmiş insanlar insanlıklarından utandılar. Çizmelerinin temiz örtüleri kirleteceğini düşünen masum madenciyi tanıdı bu ülke. Sıradanlığın değer kazandırıldığı, insanların değersizleştirildiği bir ülkede kendini bir çarşaftan daha az değerli gören yürekli insanları gördük. Ama, sonra ne oldu? Çaresizliğin hüküm sürdüğü topraklarda maden çalışmaya başladı. Ölüm mahzenlerinin sahiplerinin akıbetini bilen yok. Milletin iradesini temsil edenler koltuklarına yapıştılar, kalkamadılar. Konu kapandı, giden canlar unutuldu. Bir sonraki faciaya kadar…
Bir terör örgütü, konsolosluğumuzu bastı ve tüm çalışanları esir etti. Günler sonra kurtarıldılar. Nasıl olduğunu her zamanki gibi bilmiyoruz tabi ki. Ama bir savaş kazanmış gibi, insanlığa bir fayda sağlamış gibi gururlandı milletin iradesini temsil edenler. Ballandıra ballandıra anlattılar. Hiçbirine dokunulmadı dediler. Dayanamadı konsolos aylar sonunda. Ne yaşadıysa anlattı, yüreğimiz burkuldu. Unutulmuş bir olayı anlattı aslında. Çok dikkat çekmedi. Zaten, çoktan unutulmuştu.
Asansör düştü 32’inci kattan, 10 can daha gitti. Tepkiler yükseldi. İşveren kendini savundu, milletin iradesinin temsilcileri onu destekledi. 10 can gitti, onlarla birlikte arkada kalanlar yandı, kavruldu. Türkiye üzüldü, isyan etti. Sonuç mu? Hiç farklı değil. İnşaat tam gaz devam ediyor. İşverene ne oldu bilen yok. Giden canlar da unutuldu, her zamanki gibi.
Yetmedi, bir maden faciası daha yaşandı. Benim oğlum yüzme bilmez diyen temiz yürekli ve masum ananın, yırtık ayakkabıları ile acısını içinde yaşayan babanın trajedisini yaşadık. Yandık evet, çok üzüldük. 18 can gitti, 18 can daha çaresizce. Artık söylemeyeceğim. Sular altında kalan canlar ve ocağına ateş düşen yakınları dışında herkes bu olayı da unuttu. Ne olayın sorumlusu bulundu ne de bir daha olmaması için önlem alındı. Tarihin kara sayfalarında yerini alırken hafızalardan sessizce yok olup gitti, evet onlar da unutuldu.
Özgecan da unutulacak, Fırat da. Erkekler tarafından katledilen tüm kadınlar da. Sözde başarı operasyonu olan Şah Fırat’ta şehit olan asker de. 2014 yılı içinde yaşanan tüm olaylar gibi 2015 yılında yaşananlar da unutulacak. Yitip giden canlar, kaybedilen değerler, millet ayrımı olmaksızın yitirdiğimiz insanlar… Birkaç günlük haber olmaktan öte bir anlam ifade etmeyecekler öyle mi? Unutmak ve unutulmak kader mi? Yapmayın, artık unutmayın! Bir daha tek bir canlının canının acımaması için unutmayın! Güzelliğin ve iyiliğin hakim olduğu bir dünya için unutmayın!
Unuttuk ey canlar! Affedin bizi!