Türk sinemasında muhalefet kavramı, aslında 1930’lu yılların sonundan itibaren çeşitli şekillerde varlığını göstermeye başlamış ve günümüze değin ulaşmayı başarmıştır. Eleştiri dozajı bazen yetersiz, bazen şiddetli, bazen dokunaklı, bazense trajikomiktir.
Uzun bir süre Türk Sinemasını tek başına sırtlayan Muhsin Ertuğrul, olgunluk döneminde çektiği 1938 yapımı Aynaroz Kadısı ve 1939 yapımı Bir Kavuk Devrildi ile Osmanlı döneminin çarpıklıklarına değindi ve muhalif sinemanın tohumlarını atmış oldu.
1949 yılında Türk sinemasının büyük ustası Ömer Lütfi Akad, Halide Edip Adıvar’ın aynı isimli romanından uyarlanan ilk filmi Vurun Kahpeye ile cumhuriyetin gerici muhaliflerine değindi. Film, 1964 ve 1973 senelerinde yeniden çevrildi.
Üretim anlamında ancak 1950’li yıllarda belli bir film adedine ulaşabilen Türk Sineması‘nda köy hayatı üzerinden, erk eleştirisi yapılmaya başlandı. Sadece 50’li yılların değil tüm zamanların en iyi Türk filmlerinden biri olan Sürgün, benzeri görülmemiş bir anlatım diline sahipti. Çünkü ana karakter; bir saltanat taraftarı ve cumhuriyet muhalifiydi. Ancak karakter, sürgün yıllarında yanlış yolda olduğunu farkına varıyordu.
1960’lı yıllarla beraber ezilen insan, sanayileşme ve sınıf ayrımı gibi toplumsal konulara da değinilmeye başlandı. 60 Darbesi‘nin de etkileriyle gittikçe güçlü bir muhalefet aracı olmaya başlayan sinema, sansür ile susturulmaya çalışıldı. 1962 yapımı Metin Erksan filmi Yılanların Öcü, ağalık sistemi üzerinden sistem çarpıklığını eleştirdi. Vedat Türkali’nin senaryosunu yazıp Ertem Göreç’in yönettiği 1964 yapımı Karanlıkta Uyananlar, işçi direnişi, sendikal haklar ve greve değinen güçlü bir filmdi. Ancak film, gösterimi ve sonrasında sorunlarla ve engellemelerle karşı karşıya kaldı.
Duygu Sağıroğlu’nun yazıp yönettiği 1965 yapımı Bitmeyen Yol, işçilerin ezilişini ve çaresiz insanların suç işlemeye itilişlerini anlattı ve sansüre uğradı. 1966 yapımı Ömer Lütfi Akad filmi Hudutların Kanunu, insanların kaçakçılık yapmak zorunda kalışlarına değindi.
1970’li yıllarda film adedindeki muazzam artış, muhalif film adedinin de artması sonucunu doğurdu. Muhalif filmler, mafya, bankerlik, büyük şehre göç gibi dönemin güncel sorunlarına kaydı. Özellikle arabesk filmler, büyük şehre göç temelinde hayat buldular. Kariyerinin büyük bölümü vurdulu kırdılı filmlerden oluşan Yılmaz Güney, 70’lerde kayda değer muhalif filmlere imza atmaya başladı. Güney imzalı 1970 yapımı Umut, İtalyan Yeni Gerçekçilik akımından izler taşıyan bir fakirlik ve çaresizlik eleştirisiydi. 1974 yapımı Arkadaş filmi, sistemin çürüklüğüne ve kurtuluşun işçi sınıfında olacağına değiniyordu. Güney’in senaryosunu yazıp Şerif Gören’in yönettiği 1978 yapımı Sürü, düzenin insanı şehre göçe zorlayışını ve insanın tükenişini işliyordu. Cüneyt Arkın ve Tarık Akan’ı bir araya getiren Yavuz Özkan imzalı, 1978 yapımı Maden, maden işçileri özelinden işçi hakları eleştirisi yaptı. İhsan Yüce’nin yazıp Atıf Yılmaz’ın yönettiği 1978 yapımı Kibar Feyzo gibi yapımlar ise ağalık sistemini ve faşizmi komediyle eleştirdiler. Zeki Ökten imzalı 1974 yapımı Askerin Dönüşü, bir asker özelinden doğu ve batı kıyaslaması yapıp şehirde rahatça kaçak mal satan satıcıların hudutta öldürülen kaçakçılardan çok da farklı olmadığını gözler önüne sermekteydi.
1980’li yıllara damga vuran iki olay, 80 Darbesi ve Banker Krizi, Türk Sineması’nda da etkilerini gösterdi. Yılmaz Güney’in senaryosunu yazdığı, hapiste olduğu için Şerif Gören’in yönettiği 1982 yapımı Yol, mahkumların bireysel hikayeleri üzerinden sistem eleştirisi yaptı. Yılmaz Güney’in hapisten kaçışı ve filmin Altın Palmiye kazanışı, filmi farklı bir noktaya getirdi. Yılmaz Güney’in 1983 yılında çektiği Duvar filmi, çocuklar koğuşundaki şiddeti ve mahkum isyanını gözler önüne serip hapishane yaşamını anlattı. 1987 yapımı 72. Koğuş, 1989 yapımı Uçurtmayı Vurmasınlar ve Karılar Koğuşu, tamamına yakını hapishanede geçen ve mahkum hikayeleri üzerinden adaletsizliklere değinen 80’li yılların diğer muhalif filmleri oldular.
Bankerlerin insanları dolandırmasını dramatik bir dille anlatan 1982 yapımı Faize Hücum, güldürü olarak işleyen 1980 yapımı Banker Bilo, Aziz Nesin’in aynı adlı eserinden uyarlanan 1980 yapımı dolandırıcı siyasetçi hikayesi Zübük, işkencecisinden intikam almak isteyen bir darbe mağdurunun hikayesini anlatan 1986 yapımı Ses, sağ – sol çatışması yaşayan 2 kardeş özelinden 80 darbesine değinen Zülfü Livaneli imzalı 1988 yapımı Sis, cezaevinden çıktıktan sonra bozuk sistemden dolayı ikilemde kalan bir kişiyi anlatan 1988 yapımı Bir Irmağa Yolculuk ve komedi filmi sayılmasına karşın, aslında bir kara film örneği olan ve 15 – 16 Haziran 1970’teki işçi hareketine değinen Zengin Mutfağı, 80’lerin akılda kalan muhalif yapımları oldular.
1990’lı yıllarda çekilen film adedi ciddi oranda düşüş gösterdi. Bununla birlikte muhalif film adedi de azaldı. 1990 yapımı Tatar Ramazan ve devam filmi niteliğindeki 1992 yapımı Tatar Ramazan Sürgünde, hapishane içi iktidar mücadelesini ve gerek yönetici kadrosunun, gerekse gardiyanların bu mücadeledeki acizliklerini resmetti. 1996 yapımı Işıklar Sönmesin, Kürt sorununu ve terörü her 2 cepheden de işlemeye çalıştı. 1999 yılında çevrilen Gülün Bittiği Yer, Propaganda ve Eylül Fırtınası, diğer akılda kalan muhalif temalı yapımlar oldular. Gülün Bittiği Yer ve Eylül Fırtınası, 80 darbesine dair filmlerken, Propaganda ise 1948 yılında geçen trajikomik bir iktidar taşlamasıydı.
2000’li yılların ilk yarısı, üretimin dibe vurduğu bir dönemken; 2000’li yılların ikinci yarısında ise film adedinde ciddi artış gözlendi. 2001 yapımı Büyük Adam Küçük Aşk, Kürt sorununa değinen bir film olur. Deliyürek isimli dizinin, dizi hikayesinden bağımsız sinema uyarlaması olan Deliyürek: Bumerang Cehennemi, derin devlet yapılanmasıyla ilintili uyuşturucu ticareti ve silah kaçakçılığı konularına değindi. Yanlışlıkla 6 yıl 3 ay hapis yatan ve ardından devletin özür dileyerek serbest bıraktığı bir adamın gerçek hikayesini anlatan 2004 yapımı Pardon, adalet sisteminin çarpıklığına değinen trajikomik bir film olur.
2006 yapımı Beynelmilel, 80 darbesini en naif işleyen yapımlardan biri oldu. 2006 yapımı Eve Dönüş, 80 darbesi sırasında örgüt üyesi olmakla suçlanan bir kişinin gördüğü işkenceleri anlattı. 2008 yapımı Osmanlı Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti yıkılmasıydı ne durumda olurdu sorusundan hareketle projeksiyon yapar ve günümüzün Osmanlı yandaşları için muhalif bir yapım oldu. Bir kurgu belgesel olan 2009 yapımı 2 Dil 1 Bavul, ana dilde eğitim alamayan Kürt çocukların bir öğretim yılı boyunca Türkçe ile yaman imtihanlarını anlattı. 2009 yapımı Güneşi Gördüm, biri asker, diğeri terörist olan 2 kardeşin karşı karşıya kalmak zorunda kalışlarına değindi. 2009 yapımı Gecenin Kanatları, 80 darbesi sırasında annesi ve babası, gözleri önünde polis tarafından öldürülen bir kız çocuğunun yıllar sonra canlı bomba olmaya karar verişini işledi. 2009 yapımı Kurtlar Vadisi: Gladio, derin devlet yapılanması, Turgut Özal’ın şüpheli ölüm süreci, yapılan ve yapılmasından vazgeçilen suikastlara değindi.
2010 ve sonrasında muhalif yapıdaki filmler, ağırlıklı olarak Kürt sorunu, toplumsal ayrımcılığa ve trajikomik devlet uygulamalarına değindi. 90’lı yıllarda yerel bir gazetenin Diyarbakır’da yapılan insan haklarına aykırı olayları haber yapması üzerine engellenmeye çalışılmasını ve baskılara karşın insanları haberdar etme çabasını anlatan 2010 yapımı Pres, güçlü anlatım diliyle dikkat çekti. Toplumsal ayrımcılıklara bir aşk hikayesi üzerinden değinen 2010 yapımı Çoğunluk, büyük beğeni kazandı. Sansür ve bürokrasiden dolayı hayatı kararan genç bir yönetmenin yaşantısını anlatan 2010 yapımı Kağıt ise hak ettiği ilgiyi göremedi. 2012 yapımı Bu Son Olsun, 80 darbesi döneminde sokağa çıkma yasağı uygulanırken sokakta yaşayan beş evsiz arkadaşın siyasi suçlu olarak tutuklanmalarını, sağ – sol kavgalarını ve hapishane içi güç savaşlarını işledi.
13 Şubat 2015 itibariyle gösterime giren Netekim Karakolu, 80 darbesi öncesi aksiyon filmi çekmeyen çalışan gençlerin darbe sonrasında terör örgütü suçlamasıyla tutuklanışını komedi diliyle işledi.
80 yıla yaklaşan muhalif sinema tarihimizde yazıda değindiğimiz filmlerin yanı sıra isimlerini anamadığımız filmler de olmuştur. Bu durum, elbette ki o filmleri isimlerini andıklarımızdan daha değersiz kılmaz. Olsa olsa bizim unutkanlığımızdır.