Zihin Hapishanesinde Özgürlük Mücadelesi

Amerika’da bir lokantada 4 genç kız, başka bir genç kızı tekme tokat yumrukla bayılana kadar dövüyorlar ve orada bulunanlar ayırmak veya dayak atılan kıza yardım etmek şöyle dursun tezahürat yapıyorlar…

özgürlük kadın erkek şiddet

Cennet de cehennem de bu dünyada!

Geçen akşam bu haberi televizyonda izlediğimde, yine gözlerime inanamadım. Yani her gün bu türden bir haberle karşılaşıp alışacak mıyız? Sürekli seyirci pozisyonunda kendi yazdığımız filmi izleyip ‘ah vah’ mı diyeceğiz? Nedir bu insanın içindeki şiddet?

Başka bir haber; bir baba ikinci kez kız çocuğu oluyor ve sinirlenip bebeği duvara fırlatıp ölümüne sebep oluyor. Bir insan bu hale nasıl gelebiliyor? Bir insana zarar vermek istemenin sebebi ne olabilir? Dünyada bunca yaşanan şiddet nasıl anlam bulabilir ya da karşılığı nasıl aranabilir insansanız eğer?


Hani bazen birilerinden şu cümleyi duyarız ya; “Cennet de cehennem de bu dünyada!”

Dünyada yaşanan tüm şiddet olaylarını kınamak değil olay, insan bilincinin yarattığı sonuca dikkat çekmek. Çünkü her ne yaşanıyorsa dünyada, insan bilincinin bir yansıması, maddeye dönüp size görünmesidir.

İnsan özgürlük içinde mi?

Böyle bir dünyada yaşamak mı istiyoruz sorgulamalı ve önce kendi yaşamımızdaki geri dönüşlere bir bakmalı… Çok çabuk öfkelenebiliyoruz, niye? Kırılıyoruz, beklenti içinde yaşıyoruz, hayatı birbirimize zorlaştırıyoruz.

Affedemiyoruz… Sevgilerimizi, sevgisizliklerimize tercih ediyoruz. Kimi cezalandırıyoruz düşünüyor muyuz gerçekten? Bölünmüş, parçalara ayrılmışız insanlık olarak… Sonra kendimize “insanız” diyoruz. Oysa kendi içimizde bile bütünlüğümüz yok. Kendimize biçilen ya da biçtiğimiz rollerin dışına çıkamıyoruz. Toplumun, birilerinin bize çizdiği sınırlar içinde özgürlük çığlıkları atıyoruz. Sınırlar koyup, zaten var olan sınırlar içinde oradan oraya koşuşturup duran, kafesin içindeki saldırgan hayvanlar gibiyiz bazen. Zihnimizin hapishanesinde oyun oynamaya devam ederken özgürlük mücadelesi veriyoruz. Ve bunun farkına varmadığımız gibi, haklılık senaryoları üretip, kendi masallarımızda oyuncu oluyoruz. Acıdan ve ıstıraptan beslenen bağımlılıkların tutsağı olmuşuz.


Acı içindeki bağımlı insan özgürlük şarkısı söyleyebilir mi?

Evet, acıdan ve ıstıraptan beslenen bağımlı insan!

Bütün çabasını sahip olmak ve sahiplenmek üzerine kuran insanoğlu, sahip olduğunu sandığı her şeyin tutsağı olduğunun farkında mı peki? Tüm kavga bunun için!

Oysa sahip olduğumuzu sandığımız her şey, sadece şu anın görüntüsü. Birer yanılsama! Ve bir yanılsama içinde aynalara bakmaya, kendimizi kaybetmeye devam ediyoruz. Durup bir düşünmeli, yaşamayı yeniden öğrenmeli, keşfetmeli. Bu güçlü sahip olma dürtüsünün hemen yanı başındaki korkuyu görmeli. Tüm zamanımızı boşa harcadığımız sahip olma arzusunun bize neler yaptığının bilinciyle yaşamını gözden geçirmeli insan.

Bütün bunları farkedip bir adım öne çıkarak ben buradayım ve gerçek özgürlük için tüm sorumluluğumu alıyorum diyebilmeli. Kadercilik ve ataletten silkelenip kendine gelmeli, uyanmalı. Ne kadar çok insan kendi içinde bu uyanışı yaşarsa özgürlük içinde, bir yaşam dönüşümünü gerçekleştirir ve içindeki şiddetten arınarak bir adım öteye geçebilir.


Öyleyse işe önce kendimizden başlayarak, ailemize, çocuklarımıza, eşimize, dostumuza ve tüm yaşamımıza yayalım. Ve görünür olan şiddet görünmez olsun artık!


Hale Karaarslan
İndigo Dergisi’nde Yazı İşleri Müdürü ve Yayıncı olarak görev yapıyor. İndigo Dergisi’ni kendisi ve yazarlar için bir okul olarak görüyor. Yaşama ve insana dair pek çok şey öğrenerek, yürekleri sonsuz güzellikle çarpan bir sevgi ailesinin içinde her gün biraz daha maskelerinden arınarak, özünü, kendi olanı buluyor. İki harika çocuğunun öğretmenliğinde ve eşinin her konuda kendisini destekleyen sevgisi eşliğinde öğrenmeye devam ediyor. İstanbul ve Marmaris'te yaşıyor.