Eğitim; yasalara göre zorunlu olan, insan haklarının kapsamına giren, herkesin sahip olduğu bir haktır. Kâğıt üstündeki bu tanım hayatın gerçeğine ne kadar yansır?
[divider]
AT
YÖNETMEN: Ali Özgentürk
SENARYO: Işıl Özgentürk
YAPIMCI: Kenan Ormanlar, Ali Özgentürk
GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ: Kenan Ormanlar
MÜZİK: Okay Temiz
YAPIM YILI: 1981
ÜLKE: Türkiye
OYUNCULAR: Genco Erkal, Hakan Yeşilyurt, Ayberk Çölok, Yaman Okay, Güler Ökten, Selçuk Uluergüven, Erol Demiröz, Macit Koper
[divider]
Hüseyin, oğlu Ferhat’ı okutmak için köydeki evini ipotek ettirir. İstanbul’a gelir. İstanbul’da bir süre kalmayı, para biriktirip Ferhat’ı okutmayı planlar.
Süleymaniye civarında çoğunluğunu seyyar satıcıların oluşturduğu bir handa kalmaya başlar. Memleketlisi Remzi’nin ön ayak olmasıyla üç tekerlekli bir araba alır. Seyyar satıcılığa başlar. Bir yandan da Ferhat’ı okutmak için girişimleri devam eder.
Hüseyin parkta otururken biriyle konuşur. Konuştuğu kişi, devletin parasız yatılı okulu olduğunu söyler. Arzuhalciye dilekçe yazdırıp okula gider. Okuldaki yetkili, çocuğun babası öldüğü takdirde çocuğun o okulda okuyabileceğini söyler.
Seyyar satıcılık işleri de Hüseyin’in umduğu gibi gitmez. Zabıtalar sürekli peşindedir. Bir gün zabıtalara yakalanır. Malları zabıtalar tarafından denize dökülür. Ferhat köye dönmek ister. Hüseyin sinirlenir, kabul etmez. Çünkü köye dönmek daha büyük yenilgidir.
Ferhat’ı okutmak için koşulları zorlamaya devam eder. Fakat önündeki olasılıkların gerçekleşme ihtimali zayıftır.
Ali Özgentürk, Yılmaz Güney’in yönetmen yardımcılığını yapmıştır. Bu sebeple Özgentürk’ün ilk filmlerinde Güney etkileri belirgindir. İlk filmi Hazal’da (1979) Güney etkisi olsa da gerçeküstü ögeleri başarıyla kullanıp özgün bir damar yakalar. Hazal’dan sonra çektiği At filmi için de benzer durum söz konusudur. Hazal’ın başarısını sağlayan özellikleri kullanmaz. Yeni arayışlar peşindedir.
Hüseyin ve Ferhat bir dükkânın önünden geçer. Dükkânın önünde fotoğraflar vardır. Bu fotoğrafların biri, Kenan Evren’in asker selamı verdiği üniformalı fotoğrafıdır. At, 80’li yılların Türkiye’sini merkezine alır. Askeri darbe siyaset, ekonomi, kültür, eğitim gibi birçok etmeni darmadağın ettiği gibi sinemayı da darmadağın etmiştir. İçinde az da olsa deneysellik barındırmasına, gerçeküstü ögelere yer vermesine ve dönemin sansür anlayışına rağmen At filmi 80’ler Türkiye’sini belgesel bir gerçekçilikle perdeye yansıtır.
Darbe ve sansürün etkisiyle Özgentürk üstü kapalı bir anlatım tercih eder. Ferhat’ın okuduğu gazete haberi Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu anlattığı gibi Hüseyin’in trajik sonunun da habercisidir: “IMF heyeti Türkiye’ye yardımı görüşüyor… Bir adam ailesini geçindiremediği için intihar etti.” Özgentürk bu sahneyi Ferhat’ın okumasını ön plana alarak verir. Çünkü Hüseyin, Ferhat’ın motor gibi okuduğunu etrafındakilere ispatlama derdindedir.
Türkiye’de her dönemde eğitim konusu içler acısıdır. 80’lerde reform gibi görünen birçok adım (Yükseköğretim Kurulu’nun kurulması, vs.) atılsa da bu adımlar karşılığını bulmamıştır. Okul sayısı artmıştır fakat eğitimin niteliği artmamıştır. Eğitimin toplumun her kesime eşit şekilde ulaşmadığı gerçeği de göz önünde bulundurulduğunda artan okulların bina yığınından başka bir şey olmadığı söylenebilir.
Köyden kente göç, barınma, sınıf atlama gibi konularla birlikte Özgentürk eğitim sorununu ele alır. Yasalara göre zorunlu olan, herkesin eğitim hakkına sahip olması gerekliliğinin gerçek hayatta karşılık bulmadığını gösterir.
Birleşmiş Milletler’e üye devletlerin çoğunun 6 Aralık 1966’da imzaladığı, 3 Ocak 1976’da yürürlüğe konulan Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 13. maddesi şu şekildedir:[quote]
1. Bu sözleşmeye taraf devletler, herkesin eğitim görme hakkına sahip olduğunu kabul ederler.
2. Bu sözleşmeye taraf devletler, bu hakkın tam olarak gerçekleşmesi amacı ile:
a. İlköğretimin herkes için zorunlu ve parasız olmasını,
b. Ortaöğretimin, teknik ve mesleki eğitim dâhil çeşitli biçimlerinin her önlem alınarak, özellikle ücretsiz eğitimin yaygınlaştırılması yoluyla herkese açık ve herkesçe görülebilir olmasını,
3. Bu sözleşmeye taraf devletler, ana ve babalarının ya da kimi durumlarda vasilerinin, devlet tarafından kurulanların dışında devletçe konmuş ya da onanmış belli eğitim ölçülerine uyan okullar seçme özgürlüklerine saygı göstermeyi ve çocuklarının kendi inançları doğrultusunda ahlak ve din eğitimi görmesini sağlamayı üstlenirler.
[/quote]Uluslararası düzeyde kabul gören bu sözleşmeyi Türkiye imzalamadığı gibi Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na ve Milli Eğitim mevzuatında yer vermez. Fakat 1948’de imzalanıp yürürlüğe giren İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni imzaladığından beyannamenin 26. maddesinde yer alan şartları yerine getirmek zorundadır: “Herkes eğitim hakkına sahiptir. Eğitim hiç olmazsa ilk ve temel eğitim safhalarında böyle olmalıdır. İlköğretim zorunludur. Teknik ve mesleki öğretimden herkes istifade edebilmelidir. Yükseköğretim liyakatlerine göre herkese tam ve eşitlikle açık olmalıdır. Anne ve baba, çocuklarına verilecek eğitimi seçmede öncelikle hak sahibidir.” Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. Maddesinin son fıkrasında “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bu hükümler hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz” hükmü mevcuttur. Bu hükmün kabulü ile uluslararası sözleşmelerin üstün norm niteliğinde olduğu kabul edilmiştir. Fakat Türkiye bazı kanunlardan dolayı uluslararası sözleşmelerin bir kısmına çekince koyup imzalarken bir kısmını da imzalamamaktadır. Bu çifte standart sonucu eğitim ya da diğer hak ve özgürlükler konusunda mesafe alınamaz.
Özgentürk eğitim konusunu sınıf atlama bağlamında inceler. Farklı bir inceleme şeklidir. Çünkü filmin başkarakteri olan Hüseyin’in sınıf atlama çabası kendi için değil oğlu içindir. Hüseyin’in tek derdi Ferhat’ı okutmaktır. Hüseyin durumunu şu şekilde açıklar: “Biz okumadık o okusun bari. Askerde bizim yüzbaşı öyle derdi. ‘Siz adam değilsiniz, bari çocuğunuzu adam edin’ derdi. ‘Sizin gibi ezilmesin, sürünmesin’ derdi.“ Darbeyi ve sözde eğitim reformu yapıp herkese eşit eğitim hakkı vermekle yükümlü askerlerin ya da devletin kendini halktan üstün görüp “Siz adam değilsiniz” demesi Özgentürk’ün verdiği üstü kapalı mesajlardan biridir.
Film devlet ve halk arasındaki uçurumun altını çizer. Dosyalar arasında sıkışmış memur, devleti temsil eder. Memur, Franz Kafka romanlarından fırlamış gibidir. Hüseyin fakir olduğu, oğlunu okutamadığı için memurun karşısına çıkar. Cüneyt Türel’in seslendirdiği memur, Hüseyin’e “Siz devleti babanızın çiftliği mi sandınız? Devlet yoksul çocukları okutur. Bunun için de imtihan açar… Hadi hadi, öyle kafasına esen devleti meşgul edemez. Bizim bu okulun imtihanına girmesi için senin ölmüş olman gerek” der. Hüseyin bu saçma prosedürü ve düzeni sorgulamaz. Düzenin böyle olması gerektiğine inanmıştır.
Hüseyin, seyyar arabasını bir otomobile istemeden sürter. Otomobilin sahibi türlü hakaretlerle Hüseyin’i tartaklar. Hüseyin karşılık vermeyip sessizce giderken otomobilin sahibi “Bu memlekette bağırmaya bile hürriyet yok be” deyip arabasına biner. Hüseyin memuru ve otomobil sahibini rüyasında Ferhat olarak görür. Ferhat okursa düzenin aktörlerinden biri olacaktır. Hüseyin’in ipini çeken düzen… Bunlara rağmen Ferhat’ın bu düzen içerisinde yer almasını ister.
Döneminin filmlerine bakıldığında filmin kahramanı mutlaka dolandırılır ya da kandırılır. Hüseyin’i kimse dolandırmaz. Ferhat’ı okutmak için evini ipotek etmesi gibi ögeler gözümüze sokulmaz. At, bu yönleriyle diğer filmlerden ayrı bir yerde durur. Hüseyin kişilik olarak Umut (1970) filmindeki Cabbar’a yakındır. İkisinin hayata dair umutları vardır fakat ikisi de sistemin kurbanı olur.
Ezilmişlik ve bilinçsizlik duyguları filmin kahramanlarından figüranlarına kadar başarıyla perdeye yansıyor. Anadolu’dan kente gelip tutunmaya çalışanlar, tutunmuş olanlar, kim olduğu bilinmeyen ama gerçekleri söyleyen kuşçu, aklını yitirmiş kırmızı torbalı kadın gibi karakterler çok iyi işlenmiştir.
Ferhat’ı zengin bir aile evlatlık alıp okutmak ister. İşin içinde okutmak olunca Hüseyin, Ferhat’ı evlatlık vermeye razı olur. Evlatlık alacak ailenin evinin bahçesine gittiklerinde ise yüreği Ferhat’ı evlatlık vermeyi kaldırmaz. Bahçeden kaçarcasına uzaklaşırlar. Yeni bir girişimden daha eli boş dönmüşken Hüseyin, kırmızı torbalı kadına denk gelir. Daha önceki karşılaşmalarında kırmızı torbalı kadının dediklerini anlamamıştır. Evlatlık alma durumundan sonra kırmızı torbalı kadın “Alırlar çocuklarınızı sizden. Rahminizden alırlar” deyince ilk defa o zaman anlar. Sistem ne yapıp edip Ferhat’ı Hüseyin’in elinden alacaktır. Kırmızı torbalı kadının oğluyla ilgili repliklerden, o dönemde evladını kaybetmiş acılı annelerden olduğu anlaşılıyor. Evlat acısına dayanamayıp aklını yitirmiştir. Ülkenin yaşadığı trajediyi bas bas bağırır. İnsanlar deli gözüyle baktığı için bu bağırışları dikkate almaz.
Dedikleri dikkate alınmayan karakterlerden biri de yarı deli yarı bilge olan kuşçudur. Hüseyin’i ilk gördüğünde “İşte bir kuş daha düşmüş… Allah’ım akıl ver bunlara. Geldikleri gibi dönmesinler” der. Ferhat’ı okutmak için elinden geleni yapan Hüseyin’in çabalarının boşuna olduğunu üstü kapalı bir şekilde söyler: “Okut okut! Büyük adam olacak Ferhat. Okuyanların hepsi büyük adam oldu… Okuyanların hepsi cennete gitti. Cennet nerede?” Kuşçu ölmeden önce ise nasihat babında son durum tespitini yapar: “Bu çocuğu sefil etme burada. Yazık. Günahtır. Bu dünya zalimlerin dünyası. Biz ölmüşüz. Çocuklara günahtır…”
Özgentürk, İstanbul’u sinemada hiç olmadığı kadar ürkünç ve farklı gösterir. Manzara olarak güzel sayılabilecek karelerde bile çaresizlik vardır.
Sanat da eğitim gibi kötü durumdadır. Sinema, arabesk filmlerin tekelindedir. Şairler vapurda kendi şiir kitaplarını satar hale gelmiştir. Şair, şiirlerini okuduktan sonra utana sıkıla “İlhami Bekir’in şiirleri… Hediyesi çok ucuz” der. Bu şairi İlhami Bekir Tez’in kendisi oynar.
Bütün kapılar Hüseyin’e kapanmıştır. Elinde çaresizlikten başka bir şey kalmaz. Pazar yerinde sözü geçen ağalardan biri olan seyyar satıcı arkadaşının tezgâhını alır. Arkadaşı pazara gelip bu durumu görünce kavga ederler. Kavga sonucu Hüseyin pazarın ortasında bıçaklanarak öldürülür. Hüseyin’in handaki arkadaşları aralarında para toplayıp Ferhat’ı köye gönderir. Hüseyin’in Ferhat’ın okuması için yaptığı bu son girişim de karşılıksız kalır. Ferhat, Hüseyin’in tabutunun bağlı olduğu bir taksiyle köye dönerken stadyumun yanından geçer. Kırmızı torbalı kadın da oradadır. “Gooool” sesleriyle beraber kamera kırmızı torbalı kadının gözlerine odaklanır. Hüseyin’in durumuna sessiz bir ağıt yakıyordur adeta. Fakat bu ağıt insanların umurunda bile değildir.
KAYNAKÇA:
Eğitim ve Öğretimde Haklar ve Yükümlülükler – Muharrem Balcı (Danışman Yayınları)