‘Kendine saygı duyulmasını istiyorsan başkasına saygı göster!’, ‘Sana yapılmasını istemediğin şeyleri başkalarına yapma!’ Konfüçyus bu sözleri milattan önce 500’lü yıllarda söylemiştir. O zaman olduğu gibi bugün de geçerliliğini koruyan tüm zamanların özlü sözleri arasında yerini almıştır.
Saygı nedir?
Belki de günlük yaşamımızda pek çok kez kullandığımız veya beklediğimiz ‘saygı’ ne demektir? Google’da ‘saygı’ diye aradığınızda aşağıdakine benzer açıklamalarla karşılaşabilirsiniz…
Saygı, ilişki içinde olan birey veya kurumların (örneğin dinlerin veya ulusların), birbirlerinin ilgi ve tutumlarının farkında oldukları, yapıcı bir davranış tarzını benimsedikleri olumlu bir duygudur. Saygı, ilişkide olunan, iletişim kurulan varlık veya oluşumun hak, değer, inanç ve her türlü özelliğini göz önünde tutmak ve bunlara önyargısız yaklaşmayı içerir. Her ne kadar tersi gibi gözükse de ‘saygı’ kavramı haklar kavramının varlığından önce gelir ve haklar kavramına dayanmaz.
Türk Dil Kurumu’nun ‘saygı’ sözcüğüne verdiği tanımlar ise şöyle:
- Değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla bir kimseye, bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusu, hürmet, ihtiram.
- Başkalarını rahatsız etmekten çekinme duygusu.
Aslında ‘saygı’ terimi kişiler arası ilişkilerle sınırlı değildir; hayvanlar, gruplar, müesseseler ve örneğin ülkeler arasında kullanabilen bir terimdir.
Her ne kadar saygı zaman zaman kibarlık veya görgü ile eş anlamlı kullanılsa da bunlar birer davranışken saygı bir tutumdur. Davranışlarda görülen kültürler arası farklılıklar ve aynı davranışın farklı kültürlerde farklı anlamlar taşıması sonucu zaman zaman kişiler tamamen kendilerine dair unsurlardan veya dışa dönük çeşitli davranışlarından dolayı, saygısızlık kastı olmasa da saygısız olarak tanımlanabilirler.
‘Saygı’nın, terim olarak en çok kullanıldığı yer kişiler arası ilişkilerdir. En çok da göz ardı edilen kişiler arası ilişkilerdir.
Egosal tutumlar, yargılar, beklentiler içinde saygı ve sevgiden söz etmek olası değildir. Sevgiden diyorum çünkü sevgi ve saygı eşdeğerdedir.
‘Kendine saygı duyulmasını istiyorsan başkasına saygı göster!’
Örneğin sevgi dolu ailede yetişen bir çocuk, daha ufacıkken birey olmayı sevgi ve saygı dolu bir iletişimle öğrenir. Değerleri bunun üzerine kurulur. Bu insan erişkinlik döneminde ailesinde gördüğü ‘saygı’ değerlerini aynen yaşamına aktarır. Tam tersini düşünelim. Sürekli sevgisiz, itiş-kakış bir yaşamın içindeki aileye doğan çocuk, saygıyı nasıl öğrenip yaşamına geçirebilir?
Sevgi, insanın özünde var olsa da daha henüz ufacık bir bebekken sevgi ve saygı dolu veya sevgisiz ve saygısız bir yaşama uyanır çocuk. Yani aile bir insanın yaşamında en önemli etkendir. Ve bu ‘tutum ve davranışın özü’ artarak azalır veya çoğalabilir.
Bugün topluma baktığımızda doğuştan hakkımız olan sevgi ve saygıyı göremiyorsak ütopya olmayan bir değeri bile yaşama geçirememek her insanın sorumluluğu değil midir?
Karşındakini anlamaya çalışmayan, dinlemeyen, kendi kalıpları dışındaki insanı dışlayan, çeşitli damgalar vuran ve sonra bunun travmasını yaşayan yine insan değil midir? Evet insan bugün içinde yaşadığı dünyada yaşadığı her şeyi kendi seçiyor ve yaşıyor. Ve sonra hayret edip, şikayet ediyor. Değiştirmek için ne yapıyor peki?
Zamana bırakıyor, görmezlikten geliyor. Görüyor, umursamıyor. Yaşıyor, kaderim bu deyip kaderi üzerinde etken olamıyor. Seçimleri hep başkasına bırakıyor. Kendini ertelediğini bile bile ertelemeye devam ediyor. Kolay bir yaşamda bana dokunmayan yılan bin yaşasın deyip yalan bir yaşamda yaşamaya devam ediyor. Tüm bunları pek çok kişinin yaşadığını, bazen kendimizin de yaşadığını biliyoruz değil mi?
Çocuklarla olan iletişimimde en sevdiğim anlar onların kendilerine olan özsaygıları, masumlukları, doğallıkları… O kadar doğallar ki doğallığın güzelliğini hatırlatıyorlar bana. Kendilerine yapılan en küçük bir haksızlığı soruyorlar ve bunu çok önemsiyorlar. Özsaygılarını öylesine güzel koruyorlar ki belki de hatırlamak için ufacık çocukları gözlemeli insan. Onları bastırıp kalıplara sokup, kurallar içinde yönetmeye çalışacakları yerde örnek almalılar yaşamlarına. Yeniden insan olmayı öğrenmeliler.
Belki o zaman o çok özendiğimiz insanlığa, özlediğimiz insana kavuşuruz. Yeniden insan oluruz. Farklılıklarımızdan tat almayı, önyargısız yaklaşmayı, insan haklarını, sevgi dolu iletişim yollarını, yaşlılara değer vermeyi, hayvanları sevmeyi, korumayı, yoksullara yardım etmeyi, inançlarımıza saygı duymayı önceliklerimiz arasına alırız. İnsan olmanın erdemini yaşayan insanlar oluruz. Kimsenin yaşam hakkını elinden almadan, uyum içinde, birbirimizi yücelten toplumlar oluruz. Çok mu zor bunları yaşama geçirmek? Hiç de zor olmamalı. Önce kendi yaşamlarımızdan başlamalı işe…