Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın şehit edilmesiyle Türkiye’nin gündemi yine değişti. Türk yargısının kara bir günü olarak tarihe geçti. Bu olayın ardından DHKP-C ve eylemleri de tekrar gündeme geldi. Bu olay bize birçok eksikliğin varlığını da gösterdi.
Türkiye’nin Yeni Kara Lekesi: 31 Mart
Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın rehin alınmasını 31 Mart günü öğleden sonra saat üç sularında haber aldım. Arkadaşlarımdan biri cep telefonundaki bu haberi gelip bana gösterip ne düşünüyorsun diye sorduğunda benim ifadem şöyle oldu:
“Olay nasıl ve kim tarafından gerçekleştirildiği anladığım kadarıyla tam net değil. Olayı DHKP-C üyelerinin gerçekleştirildiği ifade ediliyor. Eğer bu eylem DHKP-C üyeleri tarafından yapıldıysa dikkat edilmelidir. Bu adamlar böyle bir eylem yapıyorlarsa bunun sonuçlarını hesaplayıp göze almışlardır. Eğer istekleri ne ise (isteklerini daha sonra öğrendim ve istekleri imkansızdı) ve yapılmazsa çok ciddi sonuçlar karşımıza çıkar. DHKP-C üyeleri böyle bir eylemi bu noktaya getirmezse muhakkak bir çatışma yaşanır. Hatta arzu etmem ama savcının şehit olmasına bile neden olabilir!”
Evet, hiç istemeyeceğim bu ifadelerim akşam saatlerinde ne yazık ki gerçekleşti. Olayda eylemi gerçekleştiren kişilerin öldürüldüğünü Başbakan Ahmet Davutoğlu olaydan sonra açıkladı. Savcı Mehmet Selim Kiraz ise kaldırıldığı hastanede ne yazık ki şehit oldu.
Bu olayların bu şekilde cereyan edeceğini tahmin etmek zor olmasa gerek. DHKP-C’nin bugüne kadar yaptığı eylemler (sonuca ulaşması halinde) kanlı sonuçlanmıştır. Çoğu uzağa gitmeden 2012 yılında DHKP-C üyesi İbrahim Çuhadar, canlı bomba olarak İstanbul Sultangazi 75. Yıl Polis Merkezi’nde kendisini patlatmış ve olayda 11 yıllık polis memuru Bülent Özkan şehit olmuştu. 2012 yılındaki DHKP-C’nin başka bir saldırısında Nurgül Acar, 6 yıllık polis memuru Mücahit Daştan‘ı şehit etmişti. Yine 2015 yılının Ocak ayında DHKP-C üyesi canlı bomba Elif Kalsen‘in Sultanahmet’teki Turizm Şube Müdürlüğüne yaptığı saldırıda Kenan Kumaş şehit oldu. Son olarak da Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın şehit edilmesi…
Savcı Mehmet Selim Kiraz‘ın şehit edilmesini medya, yazarlar nasıl ele alır veya alacaktır bilmiyorum; ancak bu olay DHKP-C’nin gerçekleştirdiği diğer eylemlerden yapılışı ve amacı bakımından çok ama çok farklıdır.
Bu olayı önce ‘yapılışı’ yönünden ele alalım. Bu olay DHKP-C’nin bir anlamda devlete meydan okuduğu bir eylemdir. Düşünebiliyor musunuz eylemciler avukat cübbesini giyip sahte kimliklerini de göstererek elini kolunu sallayarak Avrupa’nın en büyük adliyesi Çağlayan Adliyesi’ne girip koskoca (!) Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin savcısını rehin alabiliyorlar. Bu tam anlamıyla bir skandaldır. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde (sözde) en güvenilir devlet kurumu olan bir yere iki kişi gelip savcıyı rehin alıyor. Bu olay dünyada Türkiye’nin en tanınır metropol şehri İstanbul’da gerçekleşiyor. Türkiye böyle olaylara yabancı değil… 12 Ağustos 2011 yılında da Kaymakam Kenan Erenoğlu Diyarbakır ve Muş arasında kalan Badinek Vadisi Durabin Mezrası’nda kaçırılmıştı.
Savcı Kiraz’ın rehin alınması ise bu olaydan daha farklıdır. İstanbul gibi merkezi bir yerde, kapalı bir alanda, büyüklüğü ile o kadar övündüğünüz bir adliyede güvenlik çemberinin içinden çıkan kişiler, savcıyı makam odasında rehin alıyorlar. Bu olay Türkiye Cumhuriyeti’nin bir kara lekesidir. Bunun izahı yoktur, olamaz. Bu olaylar üçüncü dünya ülkelerinde dahi olmaz. Eylem bu yüzden yapılışı yönünden çok tuhaf ve bir o kadar da düşündürücüdür.
Olayın amaçsal yönüne gelirsek; DHKP-C üyeleri bu olayı Berkin Elvan için yaptıklarını ifade ettiler ve taleplerinin şunlar olduğunu ifade ettiler. (1)
1- Berkin Elvan’ı katleden polislerin canlı yayına çıkarak itirafta bulunmaları…
2- Polislerin Halk Mahkemelerinde yargılanmaları…
3- Bugün kadar, Berkin Elvan için yapılan eylemlere katıldıkları gerekçesiyle haklarında soruşturma açılan, işten atılan, tutuklanan herkesin suçlamalarının kaldırılması…
4- Bu üç saatin ardından güvenli bir şekilde ayrılmalarının sağlanması…
5- Oluşturulacak bir heyetle iletişim kurmak… Oluşturulacak heyette bulunmasını istedikleri kişiler: Ümit Kocasakal, Sezgin Tanrıkulu, ÇHD’den bir avukat, Halk Meclislerinden bir kişi, Haziran Şehitleri Aileleri ve TAYAD’lı Aileler…
Olayı gerçekleştiren DHKP-C üyesi olan Şafak Yayla ve Bahtiyar Doğruyol bu olaydaki amaçlarının kısacası Berkin Elvan davasının (kendilerince) hukuksal eylemlerin tam anlamıyla düzgün bir zemine oturmasını ve yargılamaların Sosyalizmi simgeleyen ‘halk’ tarafından yapılmasını istediler. Bu eylemcilerin bu istekleri Türk adaletine güvenmediğini gösteriyor. Bu yüzden taleplerinin yargılama işleminin tarafsızlık içerisinde yürütülmesini istediler. Ali İsmail Korkmaz Davası sonucu mahkeme tarafından alınan kararların memnuniyetsizliği bu olayı tetiklemiş olabilir; ancak Metin Feyzioğlu‘nun dediği gibi “Hiçbir gerekçe bu eylemi masum ve haklı gösteremez.” Savcı Kiraz, bu davada önemli bir ilerleme de kaydetmişken…
Böyle bir olay ‘Polis destan yazdı’ dediğiniz bir ülkede yaşanıyorsa dünya size güler… Destanlaşan polisinizin istihbaratı nerede; MİT sadece tıra malzeme yüklemekle mi sorumludur? Bu eylemi gerçekleştiren kişiler daha önce Tekirdağ F tipi cezaevinde aynı yerde kalmış kişiler. Şafak Yayla cezaevinden 3 ay önce çıkmış; Bahtiyar Doğruyol ise 1 yıl önce tahliye olmuştu ve bizim istihbaratçılarımız bu olayda uykuda kalmışlardır. Bu insanların takibi yapıldı mı? Sonuçta bu insanlar sıradan kişiler değil. DHKP-C’nin Türkiye’deki eylemleri de ortada… Bu insanları takip etmek, bu insanlar hakkında bilgi edinmek MİT’in görevleri arasında değil midir? Onlar da haklı bir tarafta “Suriye” diğer tarafta “Paralel Yapı” varken ne gerek var bu tür olaylarda ‘istihbaratçılık’ oynamaya, değil mi?!