Devrimler otoritelerin katı kurallarına tepki olarak gerçekleştirilir. Hükümetin halkın özel hayatına yönelik kısıtlama ve yasaklama girişimleri Türkiye’de bir ‘cinsel devrim‘e zemin hazırlıyor olabilir mi?
Gelişmiş ülkelerdeki çocuk ve gençler, cinsel eğitimi ilköğretimden başlayarak okullarda öğreniyor. Türkiye’de ise bu eğitim devlet erkanının uyarı ve tavsiyeleri, bir de din adamlarının fetvalarıyla şekilleniyor. Bu iki farklı uygulamadan hangisinin daha doğru olduğu istatistiklere bakarak söylenebilir:
Türkiye’de istenmeyen hamilelik, yanlış yoldan cinsel ilişkiye girme, tecavüz, pedofili, ensest, cinsel soğukluk, hayvanlarla çiftleşme ve başka sapkın cinsel faaliyetlerin sayısı, cinselliği öğretmenlerden öğrenen ülkelerinkinden oldukça yüksek.
Yasaklar kışkırtır
“Alkol kullanma”, “her kürtaj bir Uludere’dir”, “en az üç çocuk “,”kahkaha atma”, “kızlı erkeli aynı evde yaşanmaz”, “eşcinsellik hastalıktır, tedavi edilmeli” şeklindeki babacan tavsiyeler hızla anayasada birer kanuna dönüşüyor ülkemizde. Gençlerin bedenleri hakkında karar verme, cinsel tercihini tacize uğramadan yaşama ve flört etme gibi özgürlükleri baskı altına alınmaya çalışılıyor. Son olarak devletin cinsel ilişki şekilleri de resmiyet kazandı: Anayasa Mahkemesi’ne göre, “oral, anal, grup, eşçinsel ve lezbiyen” ilişkiler “doğal olmayan” olarak tanımlandı. Bu arada kayınpederin geliniyle evlenmesinde bir sorun yok.
Mayıs 2013’te Ankara Metrosu’nda görsel ve sesli olarak şöyle bir anons yapılmaktaydı: “Sayın yolcularımız lütfen ahlak kurallarına uygun hareket ediniz”. Bu ahlak anonsu, özgürlüklerinin iyice kısıtlandığını düşünen gençlerin sabrının sonuydu. Tepki olarak, 25 Mayıs 2013’te Kurtuluş Metrosu önünde bir öpüşme eylemi gerçekleştirildi. Bir hafta sonra ise Gezi Parkı ayaklanması baş gösterdi.
Zaten şimdiye kadar uygulanan hangi yasak veya kısıtlama hedefine ulaştı ki? Twitter ya da YouTube artık eskisinden daha fazla kullanılıyor, evli olmadığı halde beraber yaşayan gençler evlerini ayırmadı, kadınlar sokalarda inadına özgürce kahkaha atıyor, müstehcen kelime ve konular halk arasında ve medyada daha çok rağbet görüyor, Ateistler çoğaldı, Ateizm Derneği bile kuruldu. Eşcinselliğini açıklama cesaretini gösterenler arttı; hatta önümüzdeki seçimlerde bir eşcinselin meclise girme ihtimali var (Barış Sulu, HDP). Türkiye’de insanlar artık erotik ve pornografik sahneleri olan filmleri sinema salonlarında seyretmekten de utanmıyor. Türkiye, FEMEN gösterilerine de şahit oldu.
Bu değişimler aynı zamanda ve daha da yoğun bir şekilde “muhafazakar kesim” ve bu tür yasakları uygulamaya koyan politik partinin destekçilerinde de görülüyor. Fikirlerini anlatmanın ne kadar zor olduğunu bilseler de Müslüman eşcinsellerin bile bir derneği var mesela (AK LGBTİ). Dindarlığı ve hükümet taraftarlığıyla bilinen medya kuruluşları da artık cinselliği daha açık konuşuyor ekranlarda, seyircisi ise çok daha cesur sorular sorabiliyor program konuğuna. Türbanlı kadın sunucular bile cinselliğin önemine vurgu yapıyor. “Helal sex shop” açıldı, seks oyuncaklarının ambalajlarına dindarların da rahatça kullanabilmesi için jelatin kullanılmadığı, yani domuz yağı ihtiva etmediği ibareleri konmaya başlandı. Kadın, erkek birçok Müslüman artık görünüşüyle de öne çıkmak istiyor, daha cesur, şık ve hatta seksi giyiniyor. Gösterişsiz ve mütevazı olması düşünülen bir giyim tarzının modası yaratıldı, defileleri yapılıyor.
Aslında bu pek şaşılacak bir durum değil. Seks, erotizm ve cinsel hazzın İslam ülkelerindeki önemi, tarihsel olarak da sabit. Harem, hamam, huri, oğlancılık ya da çok eşlilik gibi olgular yüzyıllardır batının fantezi dünyasını süslüyor, filmlere ve romanlara ilham veriyor.
Etkiye tepkiyle karşılık vermek, yasaklara karşı daha da cesaretlenmek, tarih boyunca hep yaşandı ve yaşanıyor. Bir çok durumda ise bu tepki, cinsellik veya çıplaklık kullanılarak veriliyor. Zira aktivistlerin soruna dikkat çekmek için başka çareleri kalmıyor (FEMEN örneği ya da bu yazının başlığında olduğu gibi).
Amerika’dan dünyaya “savaşma seviş” diye haykıran “Çiçek Çocuklar” anarşist düşünceleri tetiklemiş, 1960’lı yıllarda etek boyları giderek kısalmıştı. Kısaca FKK olarak bilinen Alman Özgür Vücut Kültürü (Frei Körper Kultur) Doğu Almanya’daki (Eski DDR) yönetime protesto olarak ortaya çıkmıştı. Bir Alman dergisinin yazdığına göre, Berlin Duvarı’nın yıkıldığı yıl Doğu Alman ailelerin yüzde 80’i tatilini çıplaklar kampında geçirmişti.
Tarihte çıplaklık kültürü
Yunanistan’da yapılan ilk olimpiyatlarda atletlerin çıplak yarıştıkları biliniyor. Bunun sebebi hem insan vücudunun sınırlarını göstermek hem de sporun bedenselliğine vurgu yapmakmış. Hatta sporcular daha da dikkat çekici ve hoş görünmek için vücutlarını zeytinyağıyla yağlarlarmış. Yani “çıplaklık kültürü”, beynelminel adıyla “Naturism”, Antik Yunan’da çıkmış diyebililiriz.
Özellikle Antik Yunan ve Ortaçağ heykeltıraşları hep çıplak insan, hatta kadından çok erkek vücudu şekillendirmişler. Zamanla medeniyet ve modanın gelişmesiyle insanoğlu kendini daha ziyade giyimleriyle ifade etmeye başlamış, kıyafetler statü ve zenginlik göstergesi halini almış. O zamanlarda çıplak olanlar kölelermiş.
Dünyada “Naturism” tabiri ilk olarak 18. yüzyılda kullanılmış. 19. yüzyılda bu kavram daha ziyade sağlıklı olduğu düşünülerek uygulanmış. Bu ideolojiyi benimseyenler daha sağlıklı ve doğal olmak için sigara, alkol ve et tüketmezlermiş. O yüzyılda vücudun tamamının güneş görmesinin özellikle tüberküloz hastalığının tedavisinde faydalı olduğu düşünülüyormuş.
Çıplaklık 19. yüzyılın sonlarında otoritelerin yasaklarına karşı bir protesto eylemi olarak kullanılmaya başlamış. Naturism felsefesini bu amaçla ilk Almanlar uygulamış. Çıplaklık kültürünü yaymak ve geliştirmek için faaliyet gösteren Uluslararası Naturism Federasyonu ise 1953 yılında kurulmuş.
Günümüzde çıplaklık
Bugün naturist felsefeyi hayat tarzı olarak yaşayan milyonlarca insan var. Birçok ülkede sadece çıplak olarak katılınabilen doğa yürüyüşleri, bisiklet yarışmaları, toplu fotoğraf çekimleri, dans gösterileri, müzik festivalleri ve protesto faaliyetleri düzenleniyor. Hindistan’da varlığını sürdüren bazı dinlerin (Jainizim, Hinduizim) rahipleri çıplak olarak yaşıyor.
Düzen ve kurallara uyma disiplinleriyle bilinen Almanlar bazen çıplaklık konusunda da oldukça katı olabiliyor. FKK alanlarında “çıplak olmayan giremez” tabelaları konuluyor.
Türkiye’de 2010 yılında Datça’da sadece yurt dışından gelen tatilcilere hizmet veren ve çıplak dolaşılabilen bir otel ve otele bağlı bir çıplaklar plajı açılmıştı, ama bu girişim hala devam edip etmediği hakkında medyada fazla bilgi yok. Bir de Antalya civarında gizli birkaç koyda çıplak olarak yüzülüp güneşlenilebildiği söyleniyor.
Türkiye’nin yüzde kaçı Müslüman?
Tam anlamıyla laik bir ülke olan Fransa’da din kişiye özeldir, din ve devlet işlerinin birbiriyle hiç bir bağı yoktur. Kiliseler kendini “Hristiyan” olarak tanımlayanların (%44) bağışlarıyla ayakta durur. Fransızların yüzde 42’si de Ateist ya da Agnostik olduğunu belirtmiştir. Dini okullar özel işletmedir.
Almanya laik bir ülke değildir, ama demokratiktir. Din kurumları devlet tarafından kontrol edilir ama dini mabetlerin harcamaları bu yerleri kullananlardan alınan vergilerle karşılanır. Almanya’da nüfusun yaklaşık yüzde 67’si kendini Hristiyan olarak kaydettirmiştir ve “kilise vergisi” ödemektedir. Burada da Hristiyanlık hakkında daha fazla eğitim veren okullar devlet okulu değildir.
Psikanalize göre dinsel gereksinimler temelde toplumu bir arada tutma ve anarşiye karşı düzeni sağlama amacından kaynaklanmıştır, ne var ki dinin hala bu amaçla kullanıldığını söylemek pek doğru olmaz. Bugün “din”, özellikle İslam ülkelerinde, daha ziyade mevcut otoriteyi muhafaza etmek için kullanılıyor.
Anayasa ile laik ve demokratik olduğu belirlenmiş Türkiye’de Diyanet İşleri devlete bağlıdır ve camilerin geliri tüm halkın verdiği vergilerden karşılanır. Türkiye’de din istatistiği ise ailelerin etnik kökenine göre çıkartılır. Yani Hristiyan ya da Yahudi kökenli bir ailede doğmayan otomatikman Müslüman olarak kaydedilir. Bu anlayışa göre Türkiye’nin yüzde 99’undan fazlası Müslümandır ve ülkedeki kültürel düzenlemeler de bu yüzde oranı göz önüne alınarak yapılır. Bu oran birçok Arap ülkesinden bile fazladır. Eğer dini inançların haritası bireylerin beyanlarına ve “cami vergisi” verenler üzerinden hesaplansaydı, bu sayı oldukça farklı olurdu.
Cinsel devrim
“Bireyin özgürlüğü uygarlığın getirisi değildir. Uygarlık yokken özgürlük çok daha fazlaydı.” Sigmund Freud
“Toplumun başlıca etkinlikleri esas itibariyle cinselliğe yöneliktir” demiş Sigmund Freud. Yani insanoğlunun aklını, her ne kadar inkar etse de, cinselliği oldukça meşgul eder. Dolayısıyla cinsellik ve cinselliği çağrıştıran her şey insanda dikkat ve merak uyandırır.
Ha, bu arada; heyecana ya da paniğe gerek yok. Türkiye’nin ilk “halka açık çıplaklar plajı” henüz açılmadı. Ama demokrasilerde çareler tükenmez. İTÜ kampüsünde talep üzerine cami inşa etmek isteyen Rektör’ün önüne daha fazla imzayla bir Budist Tapınağı talebi koymuştu öğrenciler. Kim bilir belki bir gün Türkiyeli naturistler de imza toplayıp Ege kıyılarında halka açık çıplaklar plajı açılmasına vesile olurlar.
Hatta belki Hollanda’daki gibi sadece çıplak spor yapılabilen spor salonları, Belçika’daki gibi evsizlerin ya da yeri olmayanların cinsel hayatlarını yaşayabileceği sevişme odaları da kurulabilir ülkemizde. Ama umalım ki tüm bu değişimler zamanı geldiğinde, yani toplum hazır olduğunda hayata geçsin. Zamanı gelmeden gerçekleşen her şey ya dejenerasyona ya da bu değişiklikten hoşnut olmayanların olumsuz tepkilerine sebep olur.
Özgürlük
Özgürlük mutluluğun ve var olabilmenin olmazsa olmazı. Nerede yaşarsa yaşasın, hangi görüşten olursa olsun insanoğlu özgürlüğünü kaybetmek istemiyor.
Özgürlük nedir? Bu yazının yazarına göre “özgürlük” hafif olmak, yani olabildiğince az yük taşımak demektir. Peki “yük” nedir?: Korku, sorumluluk, alışkanlık, iş, para, mülkiyet ve vücudumuzda taşıdığımız her türlü fiziksel ağırlık…