Can Yücel’in ‘En uzun koşuysa elbet/ Türkiye’de de devrim/ O, onun en güzel yüz metresini koştu…’ dizelerindeki Mare Nostrum Deniz Gezmiş’ten değil; bir başka Mare Nostrum’da (Bizim Deniz) yaşanmakta olan trajediye yoğunlaşıp, mavinin nasıl kızıla dönüştürüldüğünün arkasındaki çözümsüzlüğe değineceğiz.
Mare Nostrum: Kan rengine dönen umutlar
2015 Nisan ayı insanlığın kara tarihinde yeni bir sayfa olarak yerini alacaktır. Libya’dan, İtalya’ya ulaşmak isteyen bir mülteci gemisinin Akdeniz’de batmasıyla, 700 insanın ölümüne seyirci kalan Kuzey dünyasının zengin ve uygar insanları durumu dini, siyasi ve sosyal kurgu içinde yer alan tehdit olarak algılayıp, yakında yapacakları operasyonları şekillendirdi!
Güney ve Ortadoğu’nun kaybeden insanlarının yaşam koşullarının değişmesi/ değiştirilmesi, önceliği hayatta kalma güdüsüne bıraktı. Fiziksel çevrenin, maddi yaşam koşullarının, ruhsal mutsuzluğun zorlaması göç olgusunu yarattı. Mültecilerin öncelikli tek amacı, yaşamlarına yönelik bir tehdidin olmadığı güvenli yerleşim yerlerinde hayatta kalmaktır. Peki, gidilen ülkelerdeki yaşam koşulları, sığınmacı politikası ve artık sözde duruma gelen insan haklarına verilen değer; Afrika’dan, Asya’dan gelen mültecilerin kaderini- yarınını belirleyecek önemli bir unsur olabilecek midir? Kuzeyin zengin ülkeleri, Akdeniz’de yaşanılan dram sonucunda aldıkları yeni kararlarla, uygarlığın oluşumunda yarattıkları tüm değerleri reddetme aşamasına mı geçti?
Yeni Çağda Mülteci Olmak
Mülteci, BM’in (Birleşmiş Milletler) 1951 tarihli tüzüğünde ‘Irkı, dini, milliyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti ya da siyasal düşüncesi nedeniyle, zulme uğrayacağına dair haklı bir korku duyduğu için uyruğunu taşıdığı ülkenin veya milliyeti yoksa, eskiden ikamet ettiği ülkenin dışında bulunan ve geri dönemeyen ya da uyruğu, taşıdığı ülkenin hükümetinin korumasından yararlanamamak veya ikamet ettiği ülkeye dönmek isteyen kişiler’ olarak tanımlanmaktadır.
1970 ve 1980’li yıllarda Orta Amerika’da yaşanan şiddet ve insan hakları ihlalleri üzerine, 1984 tarihinde kabul edilen Cartagena Bildirgesi ile mülteci tanımı değişti: ‘Yaygın şiddet, dış saldırı, iç çatışmalar, yaygın insan hakları ihlalleri ya da kamu düzenini ciddi olarak bozan diğer durumlardan dolayı yaşamları, güvenlikleri ya da özgürlükleri tehdit altında olduğu için ülkelerinden kaçan insanlar mültecidir!’
10 Aralık 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin mülteciler ile ilgili maddelerine bakarsak, günümüzde bu anlayışın ne kadar uzağında kaldığımız daha iyi anlaşılacaktır.
Madde 14.1: Herkes zulüm karşısında başka ülkelerde sığınma talebinde bulunma ve sığınma olanağından yararlanma hakkına sahiptir.
[quote]Madde 15.2: Hiç kimse keyfi olarak vatandaşlığında veya vatandaşlığını değiştirme hakkından mahrum edilemez. [/quote]
Göçmen Sorunu İçin Alınan Önlemler
19 Nisan 2015 tarihinde yedi yüz göçmenin Akdeniz’de ölümle sonuçlanan macerasından sonra, AB liderlerinin acil olarak toplanarak, yaptıkları görüşmelerin sonucunda buldukları çözümü insani olarak adlandırmamız mümkün değildir! İnsan kaçakçılarıyla mücadeleye ağırlık verilmesi kararı mülteci ölümlerini çoğaltacaktır!
İtalya Başbakanı Matteo Renzi, insan kaçakçılığını ‘Kıtamızın Yeni Vebası’ olarak adlandırarak; Akdeniz’in her gün toplu ölümlere sahne olmasının kabul edilemeyeceğini, Avrupa liderlerini insan kaçakçılığına karşı önlem almada ortak davranılması gerektiğini söylerken, göçmen dramının etki/ tepki karşıtlığından doğduğunu unutmaktadır. Libya’daki mevcut karışıklıktan dolayı, göçmen teknelerinin güvenliğinden çok, yola çıkmalarının engellenmesi yönündeki operasyonların, ölüme açılan kapıları çoğaltacağını görmezlikten gelmektedir!
BM (Birleşmiş Milletler) Genel Sekreteri Ban Kimun ‘Facia denizine dönüşen Akdeniz’de ölen göçmenlerin sayısının Titanik’te ölenleri geçtiği’ teşhisini koyarken zengin Kuzey ülkelerini, insani çözüm üretip, harekete geçmeleri konusunda pek etkilediği söylenemez.
[quote]Ermeni Tehciri’nin 100. yılında, Soykırım söylemini kabullenen Vatikan, göç olgusu karşısında en doğru tespitleri dünya kamuoyuna duyurdu. Göçmen teknelerinin yola çıkmadan imha edilmesini savunan Avrupa liderlerine, bunun bir savaş eylemi olacağını, insan kaçakçılığının ve mülteci akının önüne geçilmesinin tek çözümü olarak, silah ticaretinin sonlandırılması ve savaş ortamını hazırlayan zengin Kuzey ülkelerinin çatışmaları beslemeyi bırakmaları yönündeki görüşü tokat etkisi yarattı. [/quote]
Kale Avrupası
2013 yılında İtalya, Lampedusa Adası açıklarında dört yüz mültecinin, insan tacirlerinin teknesinin batması sonucunda hayatlarını kaybetmesi üzerine ‘Mare Nostrum (Bizim Deniz)’ kurtarma programını başlattı. Bu program elli deniz mili genişliğindeki uluslararası suları kapsıyordu ve Avrupa uygarlık ruhuna uygun olarak göçmenlere insani yardımda bulunuyordu. Aylık dokuz milyon euroluk maliyeti olan bu operasyona 2014 tarihinin Ekim ayında son verildi.
Mare Nostrum projesinin maliyetinden dolayı sonlandırılması, daha düşük bütçeli ve insan faktörünün ikinci planda kaldığı Frontex yönetimindeki Triton projesinin uygulanmasını zorunlu hale getirdi. Akdeniz’deki etki alanının otuz deniz mili olması Triton’un, Kuzey Afrika’dan kalkan göçmen teknelerinin ve son yaşanılan ölümler karşısında ne kadar etkisiz kaldığını gösterdi. İtalya liderliğinde, yirmi dokuz Avrupa ülkesinin katılımıyla gerçekleştirilen Triton, asla göçmen kurtarma amacı taşımamaktadır.
Mültecileri Yerinde İmha Programı ve Frontex
Avrupa Birliği Sınır Güvenliği anlamına gelen Frontex, AB’ye üye olmayan komşu ülkelerle olan sınırlarının güvenliğini sağlamaktadır. Ulusal sınır muhafızları arasında işbirliği yapılması ve sınırlarla ilgili risk analizlerinin oluşturulması Frontex’in faaliyetlerinin amacını oluşturmaktadır. Afrika’nın kuzeyinden gelen tekne ve botların, Akdeniz üzerinde durdurulması, geri çevrilmesi veya imhası görev tanımının özüdür. 3 Ekim 2005 tarihinde hizmete giren Frontex’in genel merkezi Polonya’nın başkenti Varşova’da bulunmaktadır.
[quote]Frontex, AB ülkelerindeki serbest dolaşım (Schengen) sisteminin, tamamlayıcı bir mekanizması olarak hizmet vermektedir. Schengen, AB içinde sınırların kaldırılmasını gerektirdiği gibi, birliğin dış sınırlarının da olabildiğince yükseltilmesini öngörmektedir. [/quote]
İtalya’nın mülteciler karşısında, diğer AB ülkeleri tarafından yalnız bırakılması, sorunun ortaya çıkmasında önemli bir faktör oluşturdu. Oyunu kendi kuralları içine çekmek için, göçmenlere schengen (serbest dolaşım) belgesi dağıtan İtalya, özellikle Fransa’yı göçmen sorununa ortak etti! İngiltere, Danimarka gibi ülkelere ulaşan göçmenler, uygarlığın nasıl barbarlığa dönüştüğünü dünyaya gösterdi. Kültürel entegrasyonun başarısızlığı, dil problemi, ucuz iş gücü, ırkçılık, yabancı düşmanlığı gibi kavramların siyasette daha çok kullanılmaya başlanması, Avrupalı insanların üzerinde göçmen düşmanlığı algısını yarattı. Avrupa aynadaki çirkin yüzüne sırtına rahatça dönebildi!
Akdeniz Mavisi
Emperyalizmin Ortadoğu’da, Afrika’da demokrasi yalanı ile askeri, siyasi, ekonomi olarak yaptığı müdahalelerin sonucunda etnik, dinsel dağılmaya uğrayan halkların, yaşama alanı yaratabilmek için Avrupa’ya sığınmaya çalışmaları ve insan tacirlerinin bu durumu ranta çevirmeleri; Akdeniz’in mavisinin, kızıla dönmesindeki en büyük etken oldu. Paylaşım savaşları sürdükçe, sular durulacak gibi de görünmemektedir.
Halkların mezhep, etnik, dinsel olarak parçalanması aynı zamanda yeni bir karanlık dönemi de başlatmıştır; hiçbir zengin kuzey halkı rahat uyuyamayacaktır. Avrupa, aklını peynir-ekmekle tüketmek üzeredir. Emek, sevgi, yaşam, barış, yardımlaşma değerlerinin de insan tacirleri ile anlaşıp, mülteci durumuna gelmesi belki de son umuttur!