Yaşantımıza sürekli yön veren, farkında olup olmadığımızın bile önemi olmadan hepimizi etki ve adeta telkin altına alan bir düşmanımız var. Bilmem biliyor musunuz?
Öyle sinsi bir düşman ki beyninize periyodik aralıklarla her gün yeni kodlamalar bırakan, yaşantımızda sürekli eksik bir şeylerin olduğu, sanki daimi olarak maddi varlıklara muhtaçmışız izlenimi veren, bir filmin en heyecanlı sahnesinde yaşamınıza gölge gibi düşen lakin sizi en hipnotize anınızda yakalayan bir medya aracısı: Reklamlar…
Medya canavarı: reklamlar
Ruhumuzu durmadan baskı altına alan günlük yaşamımızda öyle çok baskı unsurları vardır ki biz nasıl o psikolojik etki altına girdik, tüm algılamalarımız bir anda nasıl altüst oldu farkına bile varamayız. Şu an kapitalist yaşamın insan ruhunu tüketen ve cebinde kevgir misali delikler oluşmasına aracılık eden yegâne medya hırsızımızdır reklamlar. Hırsız dedim evet. Önce içimizdeki nefsanî duyguları kabartıp, bizi etki altına almak istediği düşünceye hapseden, Televizyondan sürekli olarak periyodik şekilde beynimize kodlamalar ile girebilen hatta bir medya canavarı reklamlar…
Sakın reklam deyip geçmeyin, hepimizi esareti altına alan bu medya hırsızı bir gün bizi canımızdan etse anlayamayacak duruma geleceğiz az kaldı…
Bize koyun muamelesi yapan da kim?
Koyun dedim evet. Hepimizi toplu halde satın alan bu medya çobanı, bizden neden zamanla başka şeyler almasın ki? Özellikle de biz kadınların daha çabuk ve gafil avlandığı dizi arası reklamların psikolojimiz üzerindeki etkisinden ne derece haberdarız? Hepimiz gün içerisinde en uygun olduğumuz zaman aralıklarında televizyon karşısına geçip bir şeyler izleriz. Sürekli takip ettiğimiz dizilerimiz vardır örneğin. Siz tam diziye derin dalmışsınızdır ve dizinin en can alıcı sahnesindesiniz ki bir anda güm!.. diye gözünüzün önüne hem görsel hem işitsel bir perde iniverir. Evet hayatımıza inen kara perde misali reklamlar…
Dizinin merak edilen sahnesine kadar bizi oyalayan, zamanımızı çalan, aynı zamanda ulaşmak istediği hedefe ulaşma yolunda beynimizde oluşturmak istediği kodlar adına tekrarlarla bizi etki altına alan reklamlar, yaşamımızda belki farkında olduğumuz belki olmadığımız derecede gerçekten büyük bir sorun teşkil etmektedir.
Siz mutlu bir şekilde dizi izlemekteydiniz oysa, duygu yüklü anınızdaydınız (buna bir çeşit trans hali de diyebiliriz) başka bir ifade ile tam sömürülmeye hazır moddaydınız yani. Sürüdeki çobanımızın bizi ne yöne çekse gidecek haldeyizdir kısacası. Sadece televizyonla değil her gün sokakta, caddelerde yürüdüğümüz mekânlarda bizi görsel baskı altına alan reklam panolarının aslında yaşamımızdaki asıl etkisi şöyle ki; hepimiz tüketmek, sahip olmak, daima sahip olmak zorundayız. Reklamı yapılan ürünleri satın alma zorunluluğumuzun yanı sıra kısa sürede değişen bir modeli ile de asla bu durumun esaretinden kurtulamayışımıza nasıl bir çözüm getirebiliriz bu konuyu hepimizin ciddiyetle düşünmesi gerekmekte…
Bir kez gafil avlanmaya görün, bir kez sizi etki altına alması yeterlidir bazen. Nasıl bu etki psikolojisine girdiğimizi anlamadan sürekli olarak tüketme zincirinin bir parçası olmuşuzdur bile çoktan. Bu duruma bağlı olarak ilerleyen üretim zinciri, hepimizi esir etmiştir. Reklamcıların iyi bildiği bu etki altına alma konusu hepimizin artık ortak bir sorunudur. Her gün geçtiğiniz mağazaların camlarındaki görsel ve yazılar beynimize biz farkında olmadan kodlar oluşturur. Zamanla bu kodlar dürtülerimizi ele geçirir, bizde aşırı ilgi ve arzu uyandırır. Bizim aslında çok da dikkate almadığımız bu görsel ve yazınsal etkiler bizi o ürünü satın almaya iten çağrı mesajlarıdır. Televizyonda, internette ve gazetelerde de tekrar tekrar gördüğümüz ürünlere olan hevesimiz, bizi koşullandırılmış olarak o ürünü satın almaya götürecek ve dolayısıyla reklamcı ile satıcı belirlenen nihai hedefine ulaşmış olacaktır. Ya peki bu satın almaların sonu nereye uzanabilir bir düşünelim mi?
Reklamlar bizi birer bağımlı yapabilir mi?
Kesinlikle evet! Reklamcı ve satıcının bu satın alma zinciri karşısında edilgen olduğumuz sürece hepimiz zamanla birer tüketme bağımlılığına kapılırız. Ve sonu gelmeyen ruhsal travmalara, psikolojik bozulmalara düşebiliriz farkında olmaksızın.
Satışa sunulan otomobiliniz mi, toplumdaki kadın değersizliğimiz mi?
Ya erkeklerin tam da gafil avlandığı otomobil reklamlarına ne dersiniz? Otomobil ve kadın vücudu arasındaki bağı henüz çözemedim fakat sanırım algı sınırlarım dışında olsa gerek ki satışı yapılmak istenen otomobillerin her birinin önüne kadının adeta bir otomobil değerinde teşhirci giyim ve duruşunu hala düşünmekteyim… Hatta durup şöyle düşünesim bile geliyor; “Satışa sunulan otomobiliniz mi, toplumdaki kadın değersizliğimiz mi? Bu kültürel çöküşü birkaç milyona mı satmak durumundayız biz şimdi? Bu durumun tek bir açıklaması var: “Materyalist yaşamın reklamlar aracılığıyla hepimizi ruhumuzla, bedenimizle satın alışı!”
Çocuğunuzun sağlığını Televizyon reklamlarına satmak ister misiniz?
Özellikle de televizyon karşısında kilitlenen çocuklara dikkat ederseniz genel olarak reklamlar çıktığında dikkat kesilirler. Yetişkin bireyler olarak da bizler aynı etki altına maruz bıraktığımız çocuklarımızı bu etkilerden uzak tutmanın yol ve yöntemlerini düşünmeliyiz. Özellikle de çocuğumuzun ilerleyen yıllarda “Özenti” hastalığına yakalanması istemiyorsak tabi ki… Ayrıca fiziksel sağlıklarını koruyabilmemiz adına da satın aldıkları ürünleri incelemeleri konusunda da hassasiyetle uyarmamız gerektiği kanısındayım. Özellikle 3 yaşından küçük çocuklarda ileride kendiliğinden düzelecek absans (kısa süreli şuur kaybı) tarzı epilepsi nöbetleri sık görülür. Bu nöbetleri en çok tetikleyen de yüksek dalga boylu, parlak ışıklardır. Televizyonu düşündüğümüzde ise en fazla ışık ve parlaklık ise reklamlarda vardır. Çocukların televizyon karşısında hipnotize olmuş şekilde durmaları da bu durumdan kaynaklanmaktadır. Çocuk ağlamayı kessin, sussun diye; “Aman da benim çocuğum ne güzel, ne de akıllı duruyor… ” diyerek onu televizyon karşısında uzun süre oturtmamalıyız. İleride kendiliğinden düzelecek bir durum bile olsa çocuğun algılamalarının oluşmaya başladığı daha ilk yıllarda, gelişimsel davranışlarının gerçekleşmesi gereken kritik dönemin dışında bir seyir almasına sebep olabilir örneğin konuşmasını bile geciktirebiliriz, Aman dikkat!
Kısacası yaşantımızda sürekli olan var olan reklamlar, kadınları kendi aralarında, erkekleri kendi aralarında, çocukları da fiziksel ve ruhsal her anlamda etkilemekte, zamanla hepimizi sürekli tüketime adapte ederek, mutsuz, doyumsuz bireyler haline dönüştürmektedir. Bu sebeple reklamların olmadığı dönemlerdeki insanları hatırlarsak yalnızca ihtiyaçları doğrultusunda satın alma eğilimindeydiler. Oysa bizler artık istek ve arzu tatmini peşinde sürüklenip duruyoruz. Şimdi lafı hiç uzatmadan:
Haydi artık bir kendimize gelelim olur mu?