Özel Röportaj: Mustafa Ceceli

Birkaç hafta öncesinde “Kalpten” albümünü ele aldığımız Mustafa Ceceli ile Manisa Mesir Festivali Konseri öncesinde bir araya geldik. Sorularımızı tüm içtenliğiyle cevaplayan başarılı sanatçıyla yaşam, başarının sırrı, müzik ve değişim üstüne konuştuk.

mustafa ceceli

Röportaj | Mustafa Ceceli

Sizi, ekranlarda çok pozitif ve mutlu görüyoruz. Bunun sırrı nedir?

Mustafa Ceceli: Eğer kişi sabah kalktığında aynaya bakıp gülümserse, beyni otomatik olarak mutluluk algısına başlar ve mutluluk sinyalleri yayınlamaya başlar. Gün içerisinde başınıza her ne gelirse gelsin, bunların zaten olması gerektiğini ve bunun önüne geçemeyeceğinizi biliyorsanız, bir şeye sıkıntılanıp, üzgün kalmanın bir anlamı olmadığını görürsünüz. Olabildiğince pozitif olmayı ve dolayısıyla hem kendimi hem de çevreme pozitifliği yaymayı tercih ediyorum.


Müziğe ilginizi fark ettikten sonra bilinçli planlamalarla mı ilerlediniz? Müzik yaşamınızı nasıl etkiledi?

Mustafa Ceceli: Kişi nasıl ki doğarken anne babasını seçmiyorsa, kaş göz rengini boyunu vs seçmiyorsa, yeteneklerini de seçmez. Bunlar otomatik, fıtrat denen, bir program olarak size yüklenir. Ve aslında siz bu yeteneklerin peşinden gittiğinizde aklınız çok da vari olmadığı için, sizi ilk yönlendiren aileniz olur. Beni de enstrümanlara yönlendiren ailemdir. Bakmışlar daha bebekken annem uyuyayım diye ninni söylermiş, ben uyumayıp tempo tutuyormuşum. Zaten o zaman bu çocukta müzikle ilgili bir yetenek var derken bunu ilerleyen yaşlarda daha çok fark ediyorlar. Ve sonrasında bana küçük bir org aldılar. 6-8 yaş arası klasik piyano eğitimi aldım. Fakat çok hareketli bir çocuktum. Farklı branşlara ilgim vardı. Fen bilimlerine çok meraklıydım o yüzden direkt olarak ya evet biz Mustafa’yı direkt konservatuvara yollayalım gibi bir durum olmadı. Acaba geçici bir heves mi ya da bir hobi olarak mı kalacak diye düşündüler. Bana sorduklarında, oğlum sen ne istiyorsun dediklerinde, net bir şekilde müzisyen olacağım diyemiyorsunuz. Dolayısıyla konservatuvar eğitimi almadım. Daha sonrasında veterinerlik maceram oldu. Oradan da ayrılmak durumunda kaldım. Çünkü kişi hakkını vermeyeceği işlerde kalmamalı diye düşünüyorum. Veterinerlik hekimliği çok severek yazdığım bir branştı fakat Ankara Üniversitesi, 1-3 barajı yaptığı için 3. sınıfa geçmeniz için birinci sınıfı temizlemeniz gerekiyor. Ben de temizleyemedim, hocalarım beni kovmadan ben ufak ufak gideyim dedim. Sonra kendi kendime dedim ki; Yeditepe Üniversitesi İşletme Fakültesi’ni yazmalıyım çünkü orada müzik yönetimi, müzik işletmeciliği, müzik yöneticiliği gibi dersler vardı. Bu işin aynı zamanda, prodüksiyon tarafını da kapsayan bir branş okudum. Ama yine de siz bana çekmeyin, siz vakitli bitirin. 🙂

mustafa ceceli indigo dergisi röportaj

Tüketim toplumuna nasıl bakıyorsunuz?

Mustafa Ceceli: Tüketim, çağımızın bir gerçeği. Fakat biz sanıyorum yeryüzündeki en hızlı tüketen ülkeyiz. Baktığınız zaman bir elektronik tüketim çöplüğü, bizim ülkemiz. Çok süratli tüketiyoruz. Ve buna da sevk ediliyoruz. Artık insanların bir şeyi diktiğini yamadığını zor görüyoruz, otomobillerde bile eskiden yama yaparlardı, şimdi sök at yenisini koy. Böyle bir zihniyet var. Cep telefonunuzun camı kırılıyor, cam almıyor, telefonu değiştiriyoruz. Çünkü cam, telefon kadar. Tüketime zorunlu bırakılıyoruz. O yüzden çağın kurallarından birisi, çok da direnmeye lüzum yok diye düşünüyorum.

“İnsanın geliş amacı, kendini tanımaktır.”

Sosyal sorumluluk sizin için ne anlam ifade ediyor?

Mustafa Ceceli: Sosyal sorumluluk herkesin kendi gücü yettiğince, olmalıdır ve hayatınızda mutlaka yer teşkil etmelidir. Kimisini sessiz sedasız yaparsınız kiminde önder olursunuz ama mutlaka olursunuz içinde. İslam dini bunun temelini aşan bir oluşumdur. Zekat denilen şey, bir sosyal sorumluluktur. Bunu 14 asırdır uygulayan bir bilinç sistemi var. Bunu sosyal sorumluluk adı altında tüm insanlığa yayıyorsunuz. Bunu da faydalı görüyorum.

Şu zamanda dünyada bir değişim ve dönüşüm yaşanıyor. İnsanlar kendilerini bulma çabası içine girdiler. Siz, bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?

mustafa ceceli kalptenMustafa Ceceli: Aslında cevabı sorunun içinde gizli. İnsan dünyada niye yaşıyor? Hiç düşündünüz mü, ben dünyaya niye geldim? Benim buradaki amacım ne acaba? Bir bitki olarak da dünyada var olabilirdiniz, bir sinek olarak da… “İnsan” olmak kabiliyetiyle dünyaya gelmiş bulunmaktayız. İnsanın geliş amacı, kendini tanımaktır. İnsan kendini tanımak için, elinden geleni sonuna kadar yapmalıdır. Kendimizi tanımak için çok güzel bir takım anahtar ipuçları var.

Bunun birincisi, bilimi sonuna kadar kullanmak… Bugün bilim dünyasında çok önemli gelişmeler oluyor. Bunları illa sadece bilim adamları okusun diye çıkmıyor o makaleler. En önemlisi, güncel bilgiyi her an takip etmek. İkincisi, kadim bilgileri en doğru kaynaklardan araştırmak. Bugün baktığımız zaman yeryüzündeki tüm sistemin oluşumunu, varlığı, varlığın ne olduğunu anlatan kaynağın, Hz. Resulullah ve Kur’an olduğunu görüyoruz. Buna da nereden varırsınız? Benim için, Kur’an-ı Kerim’in sağlamasına ihtiyaç yoktur. Ben yüzde yüzünü kabul etmiş biriyim. Ama kabul etmeyenler için bilim dünyası bulduğu her keşifte zaten İslam’ın içerisinde yer alan ufacık zerre kadar bir şeyi bile açıklamıştır, ve daha çok başlarında olduklarını söyleyebilirim. Ama vardıkları noktada, bu sistemin bir tekil yapı olduğu ve bu tekil yapının içerisine hiçbir şey katılamaz, hiçbir şey eksilemez tek “Unity” olduğunu izah ediyor. Zaten İhlas Suresi de bunu anlatıyor.

Bilim sadece İslam’ın kendine göre sağlamasını yapacaktır ancak şuan üç ayların içerisindeyiz biliyorsunuz ama ne yazık ki İslam ülkelerinde katliam var. Bu da o ülkelerin bu konuyu anlamadıklarını gösteriyor. Ben doğru kaynakları okumayı, araştırmayı tercih ederim. Unutmayalım ki din konusu, fertleri ilgilendirir. Herkesin kendi meselesidir. Dışarıdan gelip kimsenin, hiç kimseyi sorguya çekeceği yok zaten tekillikten bahsediyorsanız, bugüne kadar yaptığınız, her şeyden hemen hesaba çekilirsiniz. Çok basit bir örnek, sürat yaparsanız, duvara çarparsınız. Sürat yaptığınız zaman bunun cezasını çekmeniz için öleceğiniz günü beklemenize gerek yoktur. Beş dakika sonrasında göreceksinizdir zaten. Allah çabucak görür diyor, hesabını. Neticede, İslam bu kadar kapsamlı bir biçimde tüm varlıkla ilgili konuyu izah ederken, bulunduğu çağın koşullarına göre izah etme durumundadır. Çünkü anlayasınız diye, örneklerle misallerle anlattık, diyor ayette. O çağda yaşayan kişilerin bilinç düzeyine de hitap etmelidir. İçindeki muhteşem şifreyi çözmek için de, bazı beyinler vardır ki o beyinler, çıkar zaman zaman ki onlara yenileyici derler. Her dönemde onlar, Kur’anda bulundukları topluma göre, konuları açarlar. Çünkü kompakt, sıkışmış olmak durumundadır. Hz. Resulullah, kara deliklerden bahsederken, Kur’an-ı Kerim’de bu ayetler yer alırken, o çağı bilmek, algılamak ve idrak etmek durumundaydı. Ona göre, onu adeta kodlamak durumundaydı. Çünkü, eninde sonunda, sonsuza kadar geçerli bir kitaptan bahsediyoruz. Asla demode olmaz, asla içindeki hiçbir şey eskimez, eksilmez. Bununla da ilgili bilim ve her türlü branşa sadece ve sadece, yardımcı olur.

Ben bundan 9-10 sene evvel, Ahmed Hulusi’nin kitaplarıyla tanıştığım zaman, bu kitapları okudum ve dedim ki, ya ilk defa anladım, Kur’an-ı Kerim’ de yazanı ilk defa anladım. Birisi anlatmış. Ve sonunda anlatmış ve diyor ki; bana tabii olmayın. Senin benimle bir işin yok. Yoksa bizim de herhangi bir grubun peşine takılacak halimiz yok. Kendi başınasın ve yalnızsın. Ve orada sırf Kur’an-ı Kerim ve hadis tabanlı olduğu için, ve söylediği her sözcüğün altında, konuyla alakalı bir hadisi ve bir ayeti bağladığı için, okumayı seçtim. Ve çok da memnunum. En azından şu anda, yazanı anlayabildiğim bir durumdayım. İslam, yeryüzünde sevgiyle yayılmıştır. Hiçbir zaman kimse kimsenin, boğazını tutup bıçağı dayayıp,  ya Müslüman olacaksın ya da öleceksin dememiştir. Tarihte böyle bir şey yoktur. Hz. Muhammed’in böyle bir uygulaması yoktur.

Biz çok şanslı topraklarda yaşıyoruz. Bizde sevgi üzerine gidilmiş hep. Burada, Hacı Bektaşı Veli, Yunus Emre, Şems-i Tebrizi, Hz. Mevlana yaşamış. Ki Arap ülkelerinde bile bu işi kusursuz derecede anlatan, Abdülkerim Cili, Muhittin Arabi o kadar tasavvuf tabanlı kişiler olmuş. Sevgi tarafından bakılırsa, kişinin kendini tanıması hem çok kolaylaşır hem de her şeyi yerli yerinde görürsen, bunun olmamasına imkan yoktu zaten olacaktı, olan bir şeyi geriye alamazsın, diye düşünürsen her şey kolaylaşır.


Şu ana kadarki albümlerinizde hiç kendi sözleriniz yoktu. Söz yazıyor musunuz? İlerki albümlerde kendi sözlerinizi kullanacak mısınız?

Mustafa Ceceli: Şarkı sözü yazıyorum, hatta paylaşıyorum da. “Dalgakıran” var mesela, kendi şarkım. Bir dizi için yapmıştım. Bu albüme de iki üç şarkı yaptım ama beğenmiyorum sonra. Öyle şarkılar geliyor ki, benimki çıksın taca onlar girsin diyor, uğraşıyorum ama arada deniyorum. Albümde kendi şarkılarımın olacağı günü, ben de sabırsızlıkla bekliyorum.

Seslendireceğiniz şarkıları neye göre belirliyorsunuz?

Mustafa Ceceli: İçerik. En önemlisi içerik. İçinde mutlaka umut barındıran, çek git mesajı olmayan, bütünleştirici bağlayıcı şarkıları tercih ediyorum. İnsanlar sizin sesinizi dinlerken, o ses dalgalarıyla kendi beyinlerine format atarlar. Karamsar umutsuz bir şarkıyı dinlerseniz, siz de umutsuz olursunuz. O yüzden duygusal ağır melankolik bir şarkı bile olsa, içinde umut kapısını açık bırakmasına özen gösteriyorum.

mustafa ceceli röportajı mustafa ceceli söyleşi indigo dergisi

Hissettiğin gibi davranmak, çalışmak!

Sizce hayatta başarılı olmak ve sırrı nedir?

Mustafa Ceceli: Kendin olmak aslında. Ve bir de samimi olmak. “Kendi hissettiğin gibi davranmak” yeterli. Eğer bir şarkıcıysanız, kendi içinizden nasıl geliyor? Dans etmek mi, dans et. Takla atmak mı geliyor, takla at. Romantik bir şarkıda sabit durmak mı geliyor, sabit dur. Gözünü mü kapatmak geliyor, kapat. Kendin gibi olduğun sürece, her branşta başarılı olunacağına inanıyorum . İkincisi de tabii ki “çalışmak”. Üzerine mesai harcamak ve yaptığın işi çok sevmek gerekiyor.

Neredeyse her gün bir konseriniz var. Zamanınızı nasıl kullanıyorsunuz? Her şeye zaman ayırabiliyor musunuz?

Mustafa Ceceli: Beyin kusursuz bir araç, aslında bütün programı yapıyor. Seni gerektiği zaman uyutuyor, gerektiği zaman uyandırıyor, gerektiğinde dinlendiriyor fakat, ben spor yapmaya çalışıyorum. O açıkçası bir detoks aracı gibi. Bununla beraber düzenli olarak beslenmeme dikkat ediyorum sahne programlarım olduğu zaman; vitamin, mineral bunları dengeli bir şekilde almaya çalışıyorum. Ve istirahat vakti, istirahat ediyorum.

”Hayat benim için …’dan ibarettir” deseniz, ilk üç kelimeniz ne olurdu?

Mustafa Ceceli: Tabi ki aslında tam olarak bunun içini doldurmak isterdim ama hayat benim için keşke sadece sevgiden ibaret olsa… İnşallah bir gün böyle olur diyeyim, ibaret demek çok büyük bir laf olur.

İndigo Dergisi’ni nasıl buluyorsunuz?

Mustafa Ceceli: İndigo Dergisi’ni takip ediyorum. Hatta arada, retweet yapıyorum. İndigo Dergisi yazarlarını çok beğeniyorum. Özellikle açık görüşlüler. Gündemi, çok iyi takip ediyorlar. Bilimsel makaleleri takip ediyorlar, tasavvufu takip ediyorlar. Ben gerçekten severek bütün makaleleri okuyorum. Ve oradaki konuların, kaleme alınış biçimini de seviyorum. Yazarların seçtikleri konudaki, kalem konuşturma becerilerini de çok seviyorum. Geçenlerde yayınlanan ‘’Mustafa Ceceli İle Kalpten Dinleyin!” yazısına bayıldım. Siz orada bana bir değer vermişsiniz, bizim yaptığımız, stüdyoda 1,5 yıl geçirdiğimiz bir albümü masaya yatırmışsınız. Bir kere bu her şeyden önemli. Zamanında bir kişi de benim astroloji haritamı çıkarmıştı, tam 12, 13 sayfalık bir yazıydı. Doğum saatimi bir şekilde öğrenip, bütün bir çalışmayı buna ayırdı. Bundan hiçbir beklentisi yok. Böyle düşünelim. Burada da sizin yaptığınız çalışmayı ben çok içten, çok gönülden buldum. Analizleri de sevdim. Çok hoş. Emek harcamanız bile yeterli, ben de en azından Twitter’daki takipçi sayısını göz önüne alarak, böyle önemli kıymetli çalışmaları retweet yapıyorum ki daha fazla insana ulaşsın ve daha fazla kişi bunu okusun. Ben de teşekkür ederim. Ben bu röportajın da çok güzel olacağına eminim. Merakla bekleyeceğim. 🙂


Mustafa Ceceli’ye ve menajeri Ayhan Mağdenoğlu’na bu keyifli röportaj için teşekkür ediyoruz.


Beyza Elif Özer
3 Ocak 1995 doğumluyum. Belki de istediğim her şeyi gerçekleştireceğime inandığım yaşlara geldiğim vakit, yazma isteğimin oluştuğunu farkettim. Öncesi/sonrası olmayan hayatımızın sadece bir an'ını dahi yazarak kendimi avuttum. Sadece düşünmek ve düşündüklerini anlamlandırmak adına yazdım hep. İnsanları anlama konusunda güçlük çekip,sırf bu yüzden kişisel gelişime merak sardım. Uzun yıllar basketbol ve voleybol oynadım. Aynı zamanda fotoğraf ve dekorasyon meraklısıyım. Ve özellikle şuanda aldığım eğitimden dolayı yabancı dizi ve film delisiyim. İzlemekten en çok keyif aldığım dizi; House. Bunların haricinde yapmaktan en çok keyif aldığım şey; Kendimden daha bilgili/kültürlü insanlarla konuşup, onların deneyimlerinden faydalanmak. Binevi hayatıma yön verirken her şeyi düşünüp ona göre yol almak... En sevdiğim insan şekli; her açıdan kendini geliştirip, yarın'ını düşünen insan.. Bu arada şuanda eğitimime Celal Bayar Üniversitesi/ İngilizce Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde devam ediyorum.. Yazmaya/okumaya olan ihtiyacımızın hiçbir zaman eksilmemesi dileğiyle.. Son olarak,hayat felsefem; ''ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.''