Bugün şehirlerde yaşayan çocukların mutlu ve özgür olabilme olanakları kasaba veya köylerde yaşayanlara nazaran daha az. Topraktan ve gökyüzünden bu kadar uzakta büyüyen çocukların sağlıklı geliştiğini söyleyebilir miyiz?
Çamaşırları güneşte kurutamamak
Bugünün anne babalarının çoğu, nine dedelerin ise neredeyse tamamı mahalle ya da köylerde büyümüş çocuklardır. Ne var ki; sanki kendi çocuklukları çok kötü geçmiş gibi çocuklarına tamamen başka bir hayat vermeye çalışırlar. Bugünün çocukları yüksek binalardaki evlerinde yaşıyor, güvenlikli sitelerinden servis arabalarıyla alınarak özel okullara götürülüyor, haftasonunda bilgisayar başından kalkabilirse yakındaki bir AVM’de hamburger yiyip, jetonla çalışan, yanar söner oyuncaklarda eğleniyor.
Lafın kısası; doğadan ve doğallıktan giderek uzaklaşıyoruz. Bugün çocuklar topraktan, güneşten ve ağaçtan ziyade beton ve pilastik ile haşır neşir. Ağaca çıkmayı öğrenmeden, düşüp dizinde çocukluk hatırası bir iz bırakmadan, toz toprak yutmadan, bir sokak kedisi tarafından tırmalanmadan, avcunun içine koyduğu solucanı incelemeden büyüyen, bisiklete binmeyi ise evin salonunda öğrenen bir nesil hayatı nasıl öğrenir?
Çocuklara alınan devasa boyuttaki oyuncaklara yer yaratabilmek için balkonlar yıkılıp evlerin içlerine katıldı. Dışarda pırıl pırıl güneş dururken çamaşırlarımızı evin içinde ya da makinelerde kurutuyoruz artık.
Eskilerde çocuk olmak
Eskiler çocuk eğitimi hakkında fazla bilgili değildi malum; “dayak”tan başka yöntem bilmezlerdi. Çünkü o zamanlar çocuk eğitimi hakkında ne kurs ne de kitap vardı, olsa bile rağbet yoktu. Ama eskilerin günümüz anne babalarının daha başarısız olduklarını iddia edemeyiz. Eskiler bir çok konuyu es geçmişlerdi ama şu üçünü daha iyi öğretebilmişlerdi çocuklarına: hak yememek, israf etmemek ve büyüklere saygılı olmak.
Hayatın kendisi gibi ebeveyn olmak da kolaydı o zamanlar. Yemekler doğal olduğu ve fast food lokantalar olmadığı için obezite sorunu yoktu mesela. Bilgisayar ve televizyon olmadığı için de asosyal ya da depresif çoçuğa pek rastlanmazdı. Altına kaçıran çocuk apar topar pedegoğa götürülmezdi. Küçük yerlerde suç oranları da düşük olduğu için herkes birbirine güvenir, aklına kötü şeyler getirmezdi.
Eski çocukların en büyük hayali bakkalarda satılan renkli plastik toplardan edinmekti, alındığı zaman dünyanın en mutlu insanı olurlardı. Durumu nispeten iyi olan aileler çocuklarına karne hediyesi olarak iki tekerlekli bisiklet alır, arkadaşlarını da bindirmesini tembihlerdi.
Eski zamanların çocukları boş arazide oyuncaksız oynadığı oyunlarıyla, sokaklarda koştururken düşe kalka, kendi kendine büyür, çocukluk safhasını sağlıklı bir şekilde atlatabilirse güçlü bireyler olarak hayata atılırlardı.
Zamane aileleri
Günümüz anne babalarının işi zor. Çocuklarının maddi ihtiyaçlarını karşılayabilmek için haftanın en az beş günü sabahtan akşama kadar çalıştıklarından ve “öbür yakada” olan işyerlerine gidip gelerek günde 3-4 saat de trafikte geçirdiklerinden düşünmeye bile zamanları kalmıyor. Bu durumda çocuklarıyla oyun oynamaya ya da kitap okumaya da vakit ve enerji yaratamadıkları için mecburen çocuğa abartılı sevgi ve pahalı hediyeler vererek anne babalık görevini yapmaya çalışıyorlar.
Allahtan günümüz teknolojileri oldukça ilerledi; artık makineler ailenin günlük işlerinin çoğunu yapabiliyor. Her yıl yeni modelleri çıkan bilgisayarlar çocukların ödevlerine bile yardımcı olabiliyor.
Daha çok para kazanıp, daha fazla satın alma gücümüz olduğu ‘şehir hayatı’nı çok seviyor, bir türlü vazgeçemiyoruz. Ama bir yandan da tatilerimizi çiflik ortamında geçirelim, doğal köy yumurtası yiyelim gibi, eskinin olası günümüzün lüks faaliyetlerinden de geri kalmak istemiyoruz.
Herşeyin fazlası zarar
Doğadan ve doğaldan uzak şehir hayatı bizi herşeyi abartmaya zorluyor. Sadece alşverişi ve mülk edinmeyi değil, sevgimizi de abartıyoruz şehirlerde. Bu yüzden şımarık ve tatminsiz oluyor “şehir çocuğu”.
Köylerde yaşayan çocukların dağ tepe tırmanıp, ağaçların üstünde oyun oynaması doğal karşılanırken, şehirdeki çocuğun tek başına merdiven çıkması tezahüratla karşılanıyor. Attıkları her adım, söyledikleri her kelime sanki normal bir gelişimin gereği değilmiş de, çocuk olağanüstü bir iş başarmış gibi tüm aile tarafından alkışlanıp egosu şişirilen çocuk, kendisinin diğerleri gibi normal bir çocuk olduğuna nasıl inanır? Her yaptığı mazur görülen, her istediği yerine getirilen bir çocuk, ailesi dışında başka bir sosyal ortama girdiğinde nasıl ayak uydurur?
Her fırsatta kendi çocukluklarının ne kadar güzel olduğunu, oyuncaklarını kendilerinin yaptığını, azla yetinen, şımarıklığın ne olduğunu bilmeyen mutlu çocuklar olduklarını anlatan bugünün anne babaları, neden çocuklarına kendilerininkinden daha farklı bir çocukluk yaşatmak ister? “Benim küçükken olmadı, çocuğum eksikliğini hissetmesin” diyerek biraz da kendimizi tatmin etmek için, talep ettiğinden ve ihtiyacından fazlasını satın alıp önüne koyduğumuz çocuğun büyüğünce ˮnankör evlatˮ olması kimin suçu? Asıl değişenin çocuklar değil de anne babalar olduğunu neden göremiyoruz?
“Oyuncak” değil “birey”
“Çocuk” denilen insan yavrusu bebeklikten çıktıktığı andan itibaren bir “birey”dir, ama malesef ülkemizde bazen oyuncak muamelesi görür. Zira sarılıp uyumak, süslü püslü giydirmek, bozuk bir dille konuşmak, abartılı övgüler sıralamak genelde çocuklarɪn oyuncaklarıyla kurdukları ilişkilerde görülür.
Çocuğun her işini yapmak, her ihtiyacını hazır olarak önüne koymak bazılarımıza iyi ebeveyn olmanın şartı gibi gelir. Halbuki bunlar çocuğa “sen acizsin, kendi başına bir şey yapamayacak kadar küçük ve güçsüzsün” mesajı verir. Çocuk önüne çıkan her engelde heyecan duyar, üzerinden gelebildiği her zorluktan mutlu olur. Şehir hayatı da çocuğun heyecanını karşılayacak ya da hayatta kalabilme becerilerini geliştirecek kadar zordur ama bir o kadar da tehlikeli olduğu için çocuğun bu hayatı yanlız yaşamaya izni yoktur.
En güzel çocuk parkı doğanın kendisi
Oyun araştırma, kavrama ve algılama yeteneklerini kazandırır, çocuğa hayatı öğretir. Bu yüzden oyun alanı çocuğa özgürlük vermeli, sadece zihinsel değil bedensel becerilerini de geliştirmelidir. Çocuğun ne kadar fazla ve kaliteli oyuncağı olursa olsun, dört duvar arasında oynarken toparktan çıkan bir solucanı gördüğü ya da bir puf puf çiçeğini üflediği an kadar mutlu olmayacaktır.
Zaman ve sabır
Şehir hayatı yaygınlaştığından beri “köy çocuğu” tabiri “zavallı” ya da “fakir” çocuk anlamına da gelebiliyor Türkçe’de. “Köylü” kelimesini hakaret olarak kullananlar bile var. Herkesin şehir hayatının modern şartlarında yaşaması gerektiği algısı yaratıldı toplumda. Mutluluğun kaynağının konformizm ve materyalizmde arar olduk, hayatımız modernleştikçe kendimizi iyi hissettik. Gelenek ve ritüellerin hala sürdürüldüğü, kırmız yanaklı çocukların toz toprak içinde oynadığı köyler banal bunulmaya başlandı.
Şimdi şehir merkezlerinde, 30 katlı binalarda, bilimum elektromanyetik cihazların etkisine maruz kalarak, hiyeraşik bir ortamda çalışmak zorundayız. Gerkesiz yere arşiv ve kayıt tutma, bürokratik işlemler, saatler süren toplantılar… Zamanlarının çoğunu bu stresli ortamlarda kendilerini ispat etmek için geçiren bireylerin güçlü ve sağlıklı kalmaları nasıl mümkün olabilir? Çocuğuna verecek zamanı, sabrı ve takati kalır mı?
Bebeği altı aylık olunca bakıcıya bırakılıp iş başı yapan ebeveynler muhtemelen çocuğun eğitim masraflarını düşünüyorlardır, ama çocukların anne babaya en çok ihtiyaç duyduğu zamanlar ilk yıllarıdır. Ergenlik çağına gelmiş bir çocuk isteseniz de sizinle vakit geçirmek istemez, çünkü onların var olma savaşı akranları arasında geçer.
Sahi, neden yapmıştık biz bu çocukları?
Çocukların ebeveyne değil, büyüklerin çocuklara ihtiyacı var aslında. O yüzden çocuğum olsun diye, bırakın doğa kanunlarını, teknolojiyi bile zorlayan yetişkin insanlar var. Evet, asıl bizim çocuklara ihtiyacımız var. Çünkü en saf sevgiyi onlardan görüyor, sevme ihtiyacımızı en kolay onlarda tatmin ediyoruz. Çocuklar gurur kaynağımız, hayatımızın anlamı.
Ama aslında o kadar da masum değil çocuk yapma sebebimiz. Çocuklar ayrıca yıkılmakta olan evliliği kurtarabilir, yaşlanan anne babasına bakıcılık yapar, yanlız bırakmaz, aileye ekstra bir çocuk parası getirir, tarlada ya da ev işlerinde çalışır, aile şirketinin varisi olur. Bu durumda bir annenin “saçımı süpürge edip seni büyüttüm, nankör olma” demesi pek de masumca gelmiyor insana. Çünkü bu hayatı talep eden çocuk değil.
Ağaç yaşken eğilir
Son olarak iki çocuklu 12 yıllık bir annenin çeşitli kitaplardan okuyarak veya tecrübe ederek öğrendiği bilgileri burada paylaşmasında bir sakınca yoktur sanırım:
Çocuk doğası gereği mutlu ve huzurludur. Onu mutsuz ve huzursuz yapan dış etkenler, yani ailesi ve çevresinde yaşayıp gördükleridir. Kıyamadığımız için pamuklara sararak uyuttuğumuz, ağlamasın diye her istediğini yaptığımız, el bebek gül bebek büyüttüğümüz çocuk bu hayatta başarısız olduğunda, bunun sebebini çok uzakta ararmamak lazım.
Ayrıca; kendi biyolojik çocuklarımız başkalarının ya da anne babasız çocuklardan daha farklı ya da değerli değildir. Biz sadece öncelikli olarak ailemiz içindeki çocukların sağlıklı ve huzurlu büyümesinden sorumluyuz. Bu yüzden de çocuklarımızı yetiştirirken onların bu dünyada mutlu olabilme şansını verebilecek meziyetlere ve yaşama ortamına sahip olmalıyız.
12 yılda okunan kitap ve makalelere derleyince çocukların ilerde bilinçli, mutlu ve başarılı bireyler olması için küçük yaştan itibaren edinmeleri gereken yetenek ve meziyetlerin listesi de şu şekilde:
Cesaret, iletişim, sosyallik, kararlılık, muhakeme, karar verebilme, sağlıklı yaşama, kendini sevme, saygı, direnç, sorun çözme, empati, öğrenme şevki, soyutlama, gayret, özeleştiri, hayalgücü, düşük ego, sabır, konantrasyon, uyum ve tabii ki doğayı sevme ve doğa ile baş edebilme.
Bütün bunları nasıl yapacağız derseniz, cevabı basit: Çocuk çevresinden aldıklarını yansıtan bir aynadır; taklit ederek öğrenir.