Medya, kamuda “dördüncü kuvvet” olarak tanımlanmıştır. Türkiye’de bu sıralama çoktan değişti. Türkiye’yi artık medya yönetiyor.
Göz
Beynimize en yakın duyu organı olan göz, aynı zamanda da sinir sistemimize doğrudan bağlıdır. Bu yüzden gözümüzle algıladığımız her şey en hızlı şekilde sinirlerimize ulaşır, duygu ve düşüncelerimizi yönlendirir. Beş duyu organımız arasında en baskın olanı da görme duyumuzdur, çünkü diğer duyu organlarımızın tam olarak çalışmasını engeller. Bu sebepten dolayı bir gülü koklarken, lezzetli bir yemeğin lokmasını ağzımızda dolaştırırken, hoş bir melodiyi dinlerken ya da tensel temas kurarken daha yoğun hissedebilmek için gözlerimizi kapatırız. Bu arada bizi en çok gene gözlerimiz yanıltır.
Durağan görüntü olan fotoğraf, daha çok algılama zamanı verdiği için, akan görüntü olan filmden daha çok etkiler ve inandırır insanı. Günümüz teknolojisinin görüntüleri çok rahatlıkla çarpıtabileceğini bildiğimiz halde bile, görüntüyü yayan kanala güveniyorsak, fotoğrafın doğruluğundan veya gerçekliğinden şüphe etmeyiz.
Özellikle görsel medyanın bu kadar güçlü ve etkileyici olmasının sebebi de görme duyumuzun bu özelliklerinden gelir. Yazılı bilgi ne kadar inandırıcı olsa da görmeyince beynimizde tasavvur etmemiz zorlaşır, haber inandırıcılık kazanamaz. Fotoğrafı olmayan bir gazete haberini okumadan geçer çoğumuz.
Dördüncü Kuvvet Medya
Türkiye’de de kullanılmakta olan ve Kuvvetler Ayrılığı ilkesine dayalı devlet yönetim modelinde; yasama, yürütme ve yargı kurumları demokratik devlet yapısını koruyan ilk üç güç olarak kabul edilir. Zamanla önemi ve etkisi daha da anlaşılmış olan “medya” ise, gayri resmi olarak, bu üçünden sonra gelen “dördüncü kuvvet” olarak tanımlanmıştır.
Medya olarak tanımladığımız kitle iletişim araçları ve aygıtları (fotoğraf makinası, yayın veya mobese kameraları, akıllı telefonlar vs.) her an her yerde gözetleme halinde. Hiç tahmin etmediğimiz bir durumda, hatta tamamen yalnız olduğumuzu düşündüğümüz anda bile kayıt altında olabiliriz. Çünkü günümüzde gelinen yaşam şartları, güvenlik ve tespit gerekliliği mazeretiyle bunu topluma şart koşuyor. Sürekli gözetlenmenin getirdiği korku ve endişe hissi de medyanın üzerimizdeki gücünü daha da pekiştiriyor.
Medyanın bilgimiz, fikirlerimiz, tavırlarımız ve hatta dünyayı algılayış şeklimiz üzerinde büyük etkisinin olduğu bugün herkesin fark ettiği bir şey. Medya özellikle gençlerin ve çocukların üzerinde aile, toplum ve dinden daha etkili olabiliyor. Bugün medya ayrıca dünyadaki herhangi bir gelişmeye herkesten önce ulaşabilecek ve onu yorumlayabilecek hıza sahip. Yani yasama, yürütme ve yargı organları küreselleşmeye ayak uydurma konusunda medya kadar güçlü olamaz. Dolayısıyla medya bazen bu üç kuvvette çıkan sorunlarda onlar adına ya da yerine işlev görebilir, hatta güçler sıralamasındaki yerini değiştirebilir.
Medyanın en demokratik hali
Medyanın demokratik toplumları destekleyen bir güç olarak işlev görmesi nasıl olurdu? Güncel bir örnek, açıklamaya yardımcı olabilir:
Milletvekilliğine aday olmuş şahısları, eğer babamızın oğlu değilse, medya aracılığıyla tanırız. Reklamlar, propagandalar, afişler veya sosyal medya yoluyla hakkında bilgi edinip güvendiğimiz kişi ve partilere oy vererek bizi mecliste temsil etmelerini sağlarız. Adayın meclise seçilme durumunda ise gene medya aracılığıyla vekillik ya da bakanlık icraatlarını, verdiği sözlere sadık kalıp kalmadığını da takip edebiliriz.
Medyanın demokratik bir “dördüncü kuvvet” olması, yukarıdaki örneği ele alırsak, hem seçim öncesi hem de seçim sonrası seçmene, doğru ve tarafsız bilgi vermesiyle gerçekleşir, ve bunu en başta ulusal kanalların yapması beklenir.
Ama eğer amaç meclise doğru ve iyi işler yapacak bir aday sokmaktan ziyade vekil olmanın nimetlerinden faydalanmaksa, seçim öncesi yapılan propaganda çalışmaları abartı ve yalanlarla dolu olacaktır. Seçim sonrası ise icraatlar farklı şekillerde resmedilecek, ya da bazıları medyaya hiç yansıtılmayacaktır. Yanlış bir icraat ya da yolsuzluğu örtmek için kullanılan en geçerli yöntem ise; medya aracılığıyla sahte bir gündem oluşturarak halkın ilgisini başka bir konuya kaydırmaktır.
Hiç de göründüğü gibi değil
Yanlış veya eksik algı oluşturmakta üstüne yoktur medyanın. Gerçeğin üstünü örtmek ya da sahte gündem yaratmak ise medya için çocuk oyuncağı. Normalde bu özelliği insanlara atfedersek, kişinin “ikiyüzlü” olduğunu söyleriz, ama bu durum medyanın gücünden gelen olası ve kabul edilebilir bir durum olarak çoktan kanıksandı artık.
Misal; 80’li ve 90’lı yıllarda eşcinsellik tabu bir konuyken, ülkenin en sevdiği iki sanatçısının bu eğilimden olması şimdi ne kadar çelişkili geliyor insana. Ama o zamanlar bu sanatçılar tercihlerini saklamadıkları halde, eşcinselliği kendi ailelerinde kesinlikle kabul edemeyecek milyonlarca insan bu durumu görmezden gelebilmiş ve bu iki şarkıcının hayran kitlesini oluşturmuştu. O zamanlar çok az kişinin aklına bu durumu sorgulamak geldi ama bu tartışmalar da gene medyamıza yansımadı.
Ya da gene aynı yıllarda; Türkiye’nin doğusunda kullanılan bir anadilin evlerde bile konuşulmasının yasaklanmasına ülkenin diğer kesiminden hiçbir tepki gelmezken, aynı zamanlarda Bulgaristan’da yaşayan Türkler’in okullarda Türkçe konuşmalarının yasaklanması Türkiye’yi neredeyse Bulgaristan ile savaşın eşiğine getirmişti. Çünkü medya bize sadece Bulgaristan’da olanları görsel olarak aktarmıştı.
O yıllarda çevrilen sinema filmleri de, bugün medyamızın üzerine çok düştüğü, aile içi şiddetin ve kadına karşı yapılan ayrımcılığın sebebi ataerkil zihniyeti pekiştirmekte büyük rol oynamıştır. Toplumsal sorunları ele alan bazı filmleri istisna gösterebiliriz ama, Yeşilçam filmlerinde dayak yiyen ya da en azından tokat atılan kadın sahnesi olmayan bir film yok gibidir mesela. O yılların Türk filmleri, bekaretini kaybetmiş kızların tek çarelerinin ölmek, ölemiyorlarsa fahişe olmak olduğunu empoze ederdi seyirciye.
Bugün ise daha farklı örneklere rastlıyoruz, zira bugünün değer yargıları ve güç odakları biraz değişti. Kapitalizm doruk noktasına ulaştı. Dolayısıyla sermaye insan hayatından daha önemli hale geldi. Haliyle ana iş olarak madencilik, yan sektör olarak da medya dalında faaliyet gösteren bir holdingin madeninde meydana gelen bir kazanın kendi medya kuruluşunda haber olarak yayınlanması oldukça saçma olacaktır.
Kadına şiddeti durduracağız diye her gün en ufak şiddet haberini üçüncü sayfasına taşıyan, kan ve şiddet seviyesi yüksek, dövülmüş ya da öldürülmüş kadın resimlerini manşet yapan medya kuruluşlarının, konuyu gündeme getirip farkındalık yarattıkları için, muhtemelen içleri rahattır. Ama kullandıkları haber tarzı ve fotoğraflarla aile içi şiddet sorununu sıradanlaştırmanın yanı sıra kadının toplum içindeki “aciz ve güçsüz insan” algısını geliştirmektedirler aslında. Zaten “erkek egemen” medyamız olaya el attığından beri de vukuat sayısında da bir düşüş gözlenmemiştir.
Eskiden siyasi güce sahip olmak için banka sahibi olmak gerekirdi. Bugün bir medya kuruluşuna hakim olmak daha makbul. Şöhret, para ve statü kazanmanın en kolay yolu da medyadan geçiyor, çünkü medyanın çirkini güzel, ahlaksızı ahlaklı gösterme gibi bir yeteneği var.
Bir politik liderin karizmasının bozulmaması da medyanın elinde. Fotojenik olmayan, misal attan düşme ya da eliyle tavuk yediği anın fotoğrafları ana akım medyanın manşetlerinde gösterilirse, o politikacının karizması bozulabilir, itibarı sarsılabilir. Bu yüzden iktidar sahiplerinin bu tür fotoğraflarından ziyade, gülümseyen, halkla kucaklaşırken ya da ağlarken çekilmiş görüntülerine daha çok rastlarız ana akım medyada.
Ya da reklam sektörünün nimetlerini kullanan bir firma, inşa edeceği nükleer santral tanıtımında yeşil renkler üzerine yerleştirdiği mutlu ve neşeli çocukların resmi olan afişiyle, aslında çok çevreci bir kuruluş olduğu algısını yaratabilir. Nükleer santraller hakkında fazla bilgisi olmayan insanlar ise bu afişe bakıp, şehirlerine hizmet getirildiğini düşünerek mutlu olurlar.
Tarafsız, doğru ve insancıl yayın yaptığını iddia eden, hatta köşe yazarlarının iktidarı en ağır şekilde eleştirdiği bir medya kuruluşunun haber kanalının iki yıl önce İstanbul kazan kaldırdığında, saatlerce yayınlamış olduğu penguen belgeselinin unutulması veya unutulduğunun sanılması da medyanın güçler sıralamasındaki yerinin dörtten daha yukarıda olduğunun göstergesidir.
Nasıl bu hale geldik?
Günümüzde Türkiye medyasının geldiği durumu anlamak için 80’li yılların başlarına gitmek lazım. Darbeden kısa bir süre sonra iş başı yapan hükümetle birlikte Türkiye hızlı bir şekilde değişmeye başladı. Liberal ekonomi politikaları, özelleştirmeler ve küreselleşmenin etkileriyle çok kısa zamanda modern bir ülke görünümünü aldık.
Darbe sonrası yaşanan bu yeniliklerle insanlar daha çok konuşmaya ve eğlenmeye başladı. Halk kendini daha özgür hissediyordu artık. Ne vak ki sansür ve ifade özgürlüğünü kısıtlama girişimleri asıl bu dönemde artmıştı.
Yeni yayın politikalarıyla yapılan programlar daha çok futbol, din ve özel hayatlar hakkındaydı. Eşcinsellik hala tabu olarak kalsa da cinsellik konusunun televizyon programlarında konuşulması artık garipsenmiyordu. Sol fikirlerin panzehiri olan bu konular halkı oldukça tatmin etmiş olacak ki, ülke yavaş yavaş politik konulardan uzaklaşmaya başladı. Zaten darbenin yaşattıklarından ağzı yanmış olan anne babalar da çocuklarını apolitik bireyler olarak yetiştiriyordu.
Daha önce TRT’den başka yayın organı tanımamış halk, arka arkaya açılan özel radyo ve televizyon kanallarının büyüsüne hemen kendini kaptırdı, çünkü artık devlet yayınları çok sıkıcı olmaya başlamıştı. Televole, Biri Bizi Gözetliyor gibi magazinsel programlar, insanların mahrem hayatlarını anlattığı çöpçatanlık programları, programın kendisinden uzun reklam araları bu ortamda oluşmaya başladı. 1980 sonrası dönem, haliyle ekonomik güçlerin medya üzerindeki etkisinin de yerleşmeye başladığı dönemdir.
Son yıllarda yaşanan politik gelişmelerin basın ve ifade özgürlüğünü getirdiği nokta yurtdışında Türkiye’den daha fazla dikkat çekiyor. Artık Türkiye “hapiste en çok gazeteci bulunduran”, “sosyal medyayı yasaklayan” ya da “aynı anda tüm ülkenin elektriğini kesen” ülke olarak anılıyor.
Medya ve ideoloji
Farklı medya birimlerinde tekrar eden bir resim, o algının yerleşmesinde oldukça etkilidir. Bu yüzden medya kuruluşları gazeteden dergiye, radyo kanalından televizyon kanalına, her türlü yaş gurubuna hitap eden farklı alanlarda faaliyet gösterir. Belli bir parti veya görüşü temsil eden gazetelerin de tarafsız olduğu söylenemez ama bunların okuyucusu o görüşü savunduğu için takip eder yayını. Ana akım medya ise mecburen vergi kanunlarını kontrol eden hükümetlerin boyunduruğundadır. Tarafsızmış gibi görünerek subliminal mesajlar verirler.
Ulusal kanallar vergiler sayesinde ekonomisini karşılayabilir ama özel medya kuruluşları reklam geliri olmadan ayakta duramaz. Türkiye’de maalesef her kuruluşun uymak zorunda olduğu bir medya etiği kanunu yoktur. Anayasada mevcut medya düzenlemelerinin ise uygulamaları pek hissedilmez.
Karl Marx zamanında söylemişti: Para hayatın belirleyici faktörüdür. Parayı yönetenler toplumda baskın olacak fikir ve görüşleri (ana akım) de yönetebilirler. Kontrolü kaybetmemeleri, mevcut düzeni idame etmeleri buna bağlıdır. Evet, bu düstur hala böyle, hem de daha güçlü bir şekilde. Günümüzün baskın görüşleri ya da normal olması gerektiği varsayılan görüşler çoğunluğun değil’ ülke yönetiminde etkin olan ekonomi patronlarının görüşleridir. Bu görüşler medya tarafindan topluma normal olan olarak lanse edilir: Madenci ölümü fıtrattır, doğal felaketler Allah’tandır, dolayısıyla kendilerinin yapabileceği bir şey yoktur vs…
Medya bize aslında ne düşüneceğimizi değil ne hakkında düşüneceğimizi söyler. Ortaya bir gündem atılır, yazarlar ve halk bir hafta çeşitli açılardan o konuyu yazar ve ya konuşur, sonra gündem değişir. Halk konuşup, görüş beyan edebildiği için kendini özgür sanır ama, örgütsüz ve bilinçsiz medya müşterisi her zaman bağımlı ve edilgendir.
Maalesef
Medya ve toplum arasındaki ilişki karşılıklıdır, ama daha güçlü olan medya halk üzerinde karar vericidir. Bu durum akademik olarak ispat edilmeye gerek olmayacak kadar da aşikardır. Bulunduğumuz şartlara bakarsak medyanın yasama, yürütme ve yargıyı denetlemesi gerekirken onları yönetme ve kullanma yönünde çalıştığını görürüz ki; bu demokrasinin önündeki en güçlü tehlikelidir.
Demokrasinin temellerinden biri olması gereken medya kötü niyetli insanların ya da kendi çıkarlarını kayıran kurumların elinde olmamalıdır. Medya, haber ve bilgi aktarımını doğru, nesnel ve halkça yerine getirebilmeli, dolayısıyla ekonomiden ve iktidardan bağımsız yayın yapabilmelidir.
Bugün Türkiye’de demokratik medya en çok internet üzerinden var olabiliyor. Bunun dışında bu işlevi Türkiye’de layığıyla yerine getirebilen sadece bir iki gazete ve televizyon kanalı var maalesef.