Hayatta her şeye rağmen güzel şeyler vardı. Kitaplar yazılıyor, filmler çekiliyor, çocuklar doğuyor, ağaçlar salınıyor ve ezanlar duyuluyordu dört tarafta. Belki de dünya da son umut sarılıp bekliyordu öylece, düzeleceği günü.
Kırgındı. İçinin her yanında farklı bir melodi farklı şekilde iniltilerle ona eşlik ediyordu. Mevsim yaz olmasına rağmen inadına inat esen soğuk rüzgar onu içine düştüğü uykudan kaldırmaya çalışıyordu. Ama o tüm yaşadıklarına rağmen ruhunun derinliklerine gömülü kalmayı tercih ediyordu.
Bahçeler renklenmeye, ağaçlar yeşermeye, çocuklar gülmeye, kuşlar cıvıltılarıyla sokakları doldurmaya başlamıştı. Sabahın gri rengi caddelere yayılırken, esnafın kepenkleri kalkıyor, simitçilerin sesleri boşluklarda yankılanıyordu. Tezgahını yeni düzmeye başlamış olan bir büfeden en ucuzundan bir gazete aldı. Ve sokağın yukarı çıkan dük köşesine kurulmuş salaş bir çayhanenin içine daldı. Cama en yakın olan masalardan birine oturdu. Ocak başında elinde sigara, tüm dünyayı arkasında bırakmış gibi umursamazca duran, uzun gür bıyıklı çaycıdan bir çay istedi. Adam Ocak başında durduğu gibi umursamaz bir halde sessizce bir çay getirip önüne koydu.
Salih, bir çaya bir de bardağın üzerinde dolaşıp duran buhara baktı, sonra yüzünü camdan yana dönüp gazetesini açıp okumaya başladı. Neler yoktu ki haberlerde… Cumhurbaşkanı TOBB’da, Başbakan Niğde’de, Bahçeli Kıbrıs meselesinde, Kılıçdaroğlu işçilerin kazandığı hükümetin lütfettiği hakları diline dolamakta. Sağ olsun, medyanın şişire şişire büyüttüğü, evvelden yerden yere vurulan şimdi göklere sığdırılamayanlar İstanbul sokaklarında. Ne günler yaşıyordu ülke, kimlerden medet ummaya başlamıştı, kimleri kendine lider diye seçmişti. Salih, ne politikadan ne de siyaset yapmaktan anlardı. Sıkıştığı zaman yalan söylemeyi beceremeyecek kadar cinlikten, hinlikte tüm tilkilikten hem uzak hem muaftı.
Bir yudum aldı çayından sıcak, acı bir yudum çay, aç midesinin içine düşer düşmez titretti tüm vücudunu. Gözlerini biraz daha açtı. Camın önünden elleri simsiyah olmuş küçük bir ayakkabı boyacısı geçti. Çayhanenin duvarına monte edilmiş, sağı solu toza bulanmış olan televizyonda acıklısından bir şarkı çalıyordu. Ülkece ne düşkündük acı çekmeye ya da ne kadar alışmıştık acı çekmeye. Hayal kurmanın vakti değildi. Zira tüm hayaller eninde sonunda sönmeye, balon misali patlamaya mahkumdu. Herkesin mutlu olduğu, her şeyin yolunda gittiği bir dünya sadece ütopik düşüncelerle yazılmış kitapların içinde saklıydı. Gerçek hayat, bıçağın soğuk yüzü kadar sert, açlığın zirvesi kadar ıstırap vericiydi.
Bir sayfa çevirdi gazeteden, arka sayfadaki haberleri okumaya başladı. Garip, bu ülkede gündemden sonra haber başlıklarını ikinci sıradan giren konular magazindi. Zehra Ç. bozuk Türkçesi ile son model bir yatta nasıl konuşmuş, çıktığı her programda yaptığı saçmalıklar sayesinde zirveden inmeyen Hülya A. ona nasıl sahip çıkmış. Sosyal medyada öne çıkan videolardaki kişiler aslında kimmiş, neler yapmaktaymış. Tüm bu ayrıntılar bu ülkede; tecavüze uğrayan kadın ve kızlardan, halen var olan töre cinayetlerinden, Antep’te bir maganda kurşununa kurban giden küçük bir kızdan, büyük patron doların yerinde duramayışından dolayı her şeye gelen zamdan daha önemli ve daha kıymetliydi.
Bir yudum daha aldı çayından, eliyle bardağın sıcak kalan yerlerini okşadı. Şekersiz çay midesini hoplatmış olsa da uykusunu iyice dağıtmıştı. Güneş, dar sokakların arasında sarı sıcak yüzünü yavaş yavaş göstermeye başlamıştı. Bir abi ile kardeşin el ele tutuşarak okula doğru gidişlerini izledi. Hayret dedi, yetişkinlerin bile zar zor kalkabildiği bu saatte, çocuklar okula gidiyor diye düşündü. Acaba diye düşündü, ülkemizde, dünyada hiç mi güzel şeyler olmaz, gazeteler güzel şeyleri hiç mi yazmaz? Bir sayfa daha çevirdi gazetesinden… Tatil için rezervasyon yapılabilecek otellerin reklamları vardı üst tarafta. Altta ise değişik reklamlar sıra sıra dizilmişlerdi.
Çayı bitmişti. Hesabı ödedi, gazeteyi masanın üzerine bıraktı. Ellerini cebine sokarak geldiği yoldan ileriye doğru yürümeye başladı. Hayatta her şeye rağmen güzel şeyler vardı. Kitaplar yazılıyor, filmler çekiliyor, çocuklar doğuyor, ağaçlar salınıyor ve ezanlar duyuluyordu dört tarafta. Belki de dünya da son umuduna sarılıp bekliyordu öylece, düzeleceği günü. Kim bilir?