Okumakta olduğunuz bu makaleyi kaleme alırken, yanlış anlamalara, soruşturmalara neden olabileceğini düşündüğüm cümleleri, üzerimde bir baskı hissettiğimden sakınıp korkularımı otosansürle yendiğim yanılsamasını yaşarsam; Anayasal hakkımı kullandığım söylenebilir mi?
Yazarın, kamuyu ilgilendiren olayları takip edip, haber haline getirmesi ve bunu yaparken de iktidar tarafından baskı altına alınmaması, kınanmaması, haber kaynaklarını açıklamaya zorlanmaması, taciz edilmemesi basın özgürlüğünün boyutunu oluşturur.
Özgür Medya
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 11. maddesinde, anayasa hükümlerinin yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve kişileri bağladığı yazılmaktadır. 28. maddesinde ise, basının özgür olduğu ve sansür edilemeyeceği, devletin basın ve haber alma özgürlüğünü sağlayacak tedbirleri almakta yükümlü olduğu, olaylar hakkında yayın yasağı konamayacağı belirtilmektedir. Basın Kanunu’nun 3. maddesinde de basının özgür olduğu ve bu özgürlüğün bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerdiği yazılıdır.
Türkiye’nin medya tarihi, iktidarların da yasak ve baskı tarihidir! Bu tespitin kesinliğini örneklerle kanıtlayalım ve geldiğimiz noktanın özgürlükler yolunda neresi olduğunu görelim. Medya emekçilerinin yazılarından dolayı hapislerde çürütüldüğü, işkence gördüğü, öldürüldüğü ve hesabının sorulmadığı/ sorulmak istenmediği; tetikçilerinin ve azmettiricilerinin ortaya çıkması için duvardan tuğla çekmekten korkulduğu dönemler halen devam etmektedir.
Basın İlkeleri
Basın Konseyi’nin Basın İlkeleri’ne baktığımızda, iktidarı elinde bulunduran güçlerin yapılmasını istemediği tüm olayların, haber ve yorumların karşısına bu ilkeleri çıkarttığını görüyoruz:
“Kamusal bir görev olan gazetecilik, ahlaka aykırı özel amaç ve çıkarlara alet edilemez. Kişileri ve kuruluşları, eleştiri sınırları ötesinde küçük düşüren, aşağılayan veya iftira niteliği taşıyan ifadelere yer verilemez. Kişilerin özel yaşamı, kamu çıkarlarının gerektirdiği dışında, yayın konusu olamaz. Soruşturulması gazetecilik olanakları içinde bulunan haberler, soruşturulmaksızın veya doğruluğuna emin olmaksızın yayınlanamaz. Saklı kalması kaydıyla verilen bilgiler, kamu yararı ciddi biçimde gerektirmedikçe yayınlanamaz. Suçlu olduğu yargı kararıyla belirlenmedikçe hiç kimse suçlu ilan edilemez. Yasaların suç saydığı eylemler, gerçek olduğuna inandırıcı makul nedenler bulunmadıkça kimseye atfedilemez. Gazeteci görevini, taşıdığı sıfatın saygınlığına gölge düşürebilecek yöntem ve tutumlarla yapmaktan sakınır.”
Özel hayat, devlet güvenliği ve terör propagandası gibi kavramlarla, iktidarlar medya özgürlüğünü bu ilkelerle sınırlandırmakta sakınca görmemektedirler.
Freedom House: Özgürlükler Raporu
Türkiye, Freedom House’un (Özgürlük Evi), 2015 Dünya Özgürlükler Raporu’nda ‘Kısmen Özgür’ ülkeler arasında gösterildi. The Economist’in Demokrasi Endeksindeyse, geriye giden ülkeler arasında olduğu belirtildi. İktidarın Gezi Parkı eylemlerinin ardından basını ve interneti kontrol altına aldığı, muhalif isimleri baskı altına alma çabalarının sürdüğü, her iki raporun özünü oluşturdu. Hapisteki gazetecilerin meslekle ilgili tutuklu olmadıkları iktidar tarafından dile getirilirken, terörle suçlanmaları gözlemcileri şaşırtmadı.
[quote]Freedom House, Türkiye’yi Avrupa ülkeleri arasında derecelendirmektedir. Türkiye’de hiç şaşmayan bir azimle, Avrupa’nın en kötüsü olmayı her durumda başarmakta ısrar etti! Rapora göre, AB’ye üye olan veya aday ülkeler arasında, Türkiye dışında başka bir ülke bulunmamaktadır. Türkiye, Avrupa’da basına özgürlük konusundaki düşüş trendi ile sivrilirken, yüzünü Şanghay Beşlisi ülkelerine döndü ve özgürlük kriterlerini ikinci plana atmakta herhangi bir sıkıntı duymadı. [/quote]
Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF), 2014 Dünya İfade Özgürlüğü Endeksi’nde de Türkiye’nin durumu acınacak durumdadır. Endekse göre Türkiye; Afganistan, İran, Ürdün gibi ülkelerin gerisinde kalarak 180 ülke arasında 154. oldu. Şanghay Beşlisi’nin bu endeksteki durumlarına baktığımızda, iktidarın hangi oluşum içinde yer almak istediğini göreceğiz: Rusya 148, Kazakistan 161, Çin 175. sırada yer aldı!
Gezi Parkı direnişi ve takip eden 17 Aralık yolsuzluk soruşturmaları sürecinde oluşan toplumsal muhalefete karşı iktidar, kendi doğal ideolojisi doğrultusunda yaptığı kutuplaştırma siyasetinin yerine, elinde bulundurduğu güçten kaynaklanan zor ve baskıcı araçlarını kitle üzerinde uygulamaya başladı. Bu uygulamanın ilk sırasında basın yasakları yer almaktadır. 2011 yılına kadar 40-50 olan yayın yasakları; 2011- 2014 yılları arasında 150’yi buldu!
IŞİD’in Musul Konsolosluğu’na yaptığı baskın; Çağlayan Adliyesi’ndeki Savcı Kiraz cinayeti; Bingöl suikastı; 17- 25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları; Reyhanlı Patlaması; Şike soruşturması; Musa Anter soruşturmasında ortaya çıkan JİTEM listesi; Deniz Feneri davası; Uludere bombalaması olaylarına getirilen yayın yasakları, iktidarın kendisini zor durumda bırakabilecek her konuyu kitleden nasıl kaçırabildiğini göstermektedir!
Medya tüm yasaklamalara rağmen, kitleye karşı bilgilendirme görevini yerine getirdiğinde; Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın verdiği tepkiye benzer dışlama ile her zaman karşılaştı:
[quote]’Medya; yasamanın, yargının veya yürütmenin yerini alamaz, bu kurumlara efendilik taslayamaz. Herkes kendi asli mecrasında demokratik rolünü oynamak durumundadır. Biz manşetlerle çarpışa çarpışa iktidar olduk, ne basının tezviratlarından korkarız, ne de basının yalan haberlerine aldırış ederiz!’ Yalçın Akdoğan[/quote]
Havuz Medyası ve Kara Propaganda
‘Havuz Medyası’ ve propaganda ile yapılan algı operasyonlarına geçmeden, unutmamamız gereken, basın ve düşünce özgürlüğünün bir insan hakkı olarak; demokratik ülkelerin anayasalarına değişmez maddeler olarak almalarının nedeni, devletin baskıcı gücüne karşı kullanılacak bir temel hakkın garanti edilmesidir; kitlelerin görüşünün gelişmesini ve bununla bağlantılı olarak, hükümet etme, yasama üzerine yürütülecek özgür tartışmaların engellenmesini veya yasaklanmasını önleme amacıdır.
[quote]Yeni Türkiye’nin dönüşüm yolunda iktidarın el koyup, yandaş sermaye gruplarına devrettiği medya organları, kitle üzerinde başarılı olamayınca ve kendini finanse etmekte zorlanınca ‘Havuz Medyası’ modeli icat edildi.[/quote]
Büyük havuzlarda, diğer sermaye gruplarından toplanan paralarla sahip olunan ‘Büyük Medya’ simgesi, iktidar yanlısı propaganda organının adıdır! İktidardaki liderin söylevlerine göre, düşünce üreten yazarlarıyla, atılan manşetlerin, yapılan haberlerin iktidar yanlısı olmasıyla, adına ‘Özgür’ eklenen ‘Havuz Medyası!’
Oluşturulan Havuz Medyası mantığını, Edward S. Herman ve Noam Chomsky’nin Rızanın İmalatı: Kitle Medyasının Ekonomi Politiği kitabında yaptıkları analizden doğru bir çıkarımda bulunabiliriz:
‘Medya çağımızda devlet iktidarının ve seçkinlerinin ihtiyaçlarını karşılayan bir propaganda modeli olarak işlev görür. Gerçekliğin çarpıtılmış bir algısının sunulması, belli gerçekler gizlenirken bazılarının öne çıkartılması, seçkinlerin gündeminin toplumun gündemi haline getirilmesi ve seçkinlerin politika hedefleri doğrultusunda toplumun siyasi kampanyalarıyla yönlendirilmesi bu ihtiyaçlar arasındadır.’
Medyanın kitle üzerinde etkili olduğu tek bir propaganda yöntemi bulunmaktadır: Korku! Ülkenin mezhep, etnik, kültür yönünden baskın gelen genel nüfus üzerinde korku yaratarak, uygulanan politikaların doğruluğuna -yanlış olduğu bilinmesine rağmen- destek sağlamayı amaçlamaktadır.
Ergenekon – Balyoz davalarının darbe amaçlı olduğu; paralel yapının, mevcut iktidarı devirmesi; Suriye politikaları; Alevi – Sünni ayrımı; hapisteki gazetecilerin terör suçlusu olduğu, yapılan propaganda haberlerinin kitle üzerinde istenilen algıyı yaratmadığı söylenemez! Gezi Parkı direnişi, Kobani eylemleri sonrasında demokratik olmadığını rahatlıkla söyleyebileceğimiz ‘İç Güvenlik Yasası’ yanlı medyanın yorumları/ haberleriyle kitle üzerindeki muhalif düşünceyi eritti.
[quote]İktidar yanlısı medyanın kullandığı yazı dili, hedef kitlenin güvenini kazanabilmek için genel sokak ifadelerinden/ deyimlerinden oluşur![/quote]
Bu yaklaşım sonucunda, ortaya sürülen iktidar görüşünü, kitle kendine ait doğru bir görüş olarak algılar. Günah Keçisi ilan edilen kişi ve kuruluşlara, kitlenin öfkesi yönlendirilerek, gerçek suçlular gizlenir; Berkin Elvan’ın annesinin mitinglerde yuhalatılması ve hedef gösterilmesinin ardında rüşvet çarkının gizlenmesi yatmıyor muydu?
Yalan ve iftira, bozgun ve çıkarcılık üzerine yaratılan iktidar yanlısı medyanın, kara propaganda yaptığını çekinmeden söyleyebiliriz. Var olmayan suçu, örgütü, ideolojiyi var gibi göstermek; üretilen sahte delillerle hedefteki muhalif gücü suçlamak; yaratılan yalanın gerçekliğine kitleyi inandırmak; bu medyanın asli görevidir!
[quote]Basının sermaye yapısının değişmesi, doksanlı yıllarda, özel televizyon kanallarının açılmasıyla başladı. İnşaat firmalarının ve finans kuruluşlarının adı altında toplanan televizyonlar yazılı basının da tekelleşmesine ve sermaye gruplarının eline geçmesine örnek oldu.[/quote]
İhaleler ve teşvikler döneminde, medya gücüne sahip olmak, iktidar ile her türlü pazarlığa girişebilme gücünü elinde tutmaktı. O dönemde medya, özel sektörün elinde güçlü bir pazarlık silahıydı; oysa bu gün aynı güç devletin inisiyatifine girdi. Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Abdi İpekçi ve Hrant Dink gibi teröre kurban giden idealist-bağımsız gazetecilerin yerine, asli görevi tetikçilik yapmak olan kalemşörler geçti!
Sonuç: İfade Özgürlüğü Sınırlandırılamaz
İktidar gücünü elinde bulunduran veya iktidar olacakların unutmaması gereken; insanı diğer canlılardan ayıran özelliğin düşünebiliyor ve bunu özgürce ifade edebiliyor olmasıdır. Bireylerin, ne düşüneceklerine ve bu düşüncelerini ne şekilde ifade edebileceklerine özgürce karar verdiklerinde; farklı-renkli düşüncelerin ortaya çıkması kaçınılmazdır. Demokratik bir toplumun oluşumunda gerekli olan ifade özgürlüğüdür ve sınırlandırılması düşünülemez!