Hip Hop; uyuşturucu, kadın, para, sex, küfür, savaş değil; barış, özgürlük, eşitlik, adalet kültürüdür.
Bir zenciyim ben: Siyahım gece kadar,
Afrika’nın derinliklerince siyah.
Bir köle oldum: Eşiğini temizlememi emretti Sezar.
Washington’un çizmelerini ben fırçaladım.
Bir amele oldum: Pramitler benim ellerimde doğdular.
Ben kardım Woolworth Binası’nın harcını.
Bir şarkıcı oldum: Afrika’dan Georgia’ya bütün yollardan
Kederli şarkılar taşıdım. Caz yaptım.
Bir kurban oldum: Ellerimi Beçikalılar kestiler Kongo’da.
Texas’ta linç ediliyorum şimdi.
Bir zenciyim ben: Siyahım gece kadar,
Afrika’nın derinliklerince siyah.
(Langston Hughes)
Kolomb’un günlüğünden Amerika’nın keşfi
12 Ekim 1492
O gün, Kristof Kolomb Asya ve Avrupa arasında yeni bir ticaret yolu bulmak için haftalarca, fersah fersah, en batıya gittiği yolculuğun sonunda 3 İspanyol gemisiyle birlikte nihayet kıyıya çıkıyordu. Daha sonra 3 kez daha geleceği ama ölene dek yeni bir kıta keşfettiğini anlayamayacak olan Kolomb, kıta hakkında günlüğüne şunları yazacaktı:
“Buralardan nasıl ayrılacağımı bilemiyorum. Irmaklar, ağaçlar, vadiler, hayvanlar… Bu topraklarda inanılmaz zenginlikler yatıyor. Toprak çok verimli, bakımlı, güzel ekilmiş, binbir türlü meyve yetişiyor. Suyu öyle bol ki tüm yöreyi sulamaya yeterli. En yüksek tepeler dahi ekip biçmeye elverişli. Tıpkı İspanya’nın nisan ayında olduğu gibi. Herşey gerçekten olağanüstü. Bu ülkeden ne gibi yararlar sağlayabileceğimizi anlatmama gerek yok. Yeryüzünde güneş altındaki hiçbir yer buralardan daha güzel, daha görkemli değildir.”
Kolomb kıtaya ayak bastığında karşılaştığı ve büyük saygı gördüğü yerli insanlardan da şu şekilde bahsediyordu:
“Bunlar çok yumuşak başlı, çok uysal insanlar ve hepsi çıplak. Ne yasaları var nede silahları. Silah nedir bilmiyorlar bile. Hiç savaşmamışlar, savaş inceliklerinden haberleri yok. İnsan öldürmek nedir, esir almak nedir bilmiyorlar. Gökte tek bir tanrı olduğuna ve bizim gökten geldiğimize inanıyorlar. Kendilerine ne öğretirsek inanmaya hazırlar. Demek istediğim, bunlara yararlı herşeyi yaptırabiliriz. Kentler kurdurabiliriz, bizim gibi giyinip, bizim gibi davranmalarını ve inanmalarını sağlayabiliriz. Çok az sayıda adamımızla hiç zorlanmadan tüm bu toprakları işgal edebiliriz. Fakat, buna gerek dahi duymuyorum.”
Yeni Çağ
Kolomb’un sözleri aslında o dönemin bir yansımasıydı. İngiltere, İspanya, Portekiz, Fransa… gibi gelişmiş imparatorluklar zayıf devletlerin topraklarını işgal ediyor, buralarda kendi kolonilerini kuruyor ve kendi kültürlerini empoze ediyorlardı. Çoğu Afrika ve Amerika ülkesinde resmi dilin ingilizce, fransızca, ispanyolca, portekizce gibi diller olması veya bu ülkelerin hristiyanlığı benimsemiş olmaları bu sebeptendir. İşgalci devletler bu ülkelerin kaynaklarına el koyuyor ve insanlarını köleleştirerek kendilerine iş gücü sağlıyorlardı.
O dönemlerde ekonomiyi belirleyen belli başlı şeyler vardır; kereste, tarım, hayvancılık, metaller ve değerli madenler gibi. Amerika’nın yeni bir kıta olduğu anlaşıldığında, Amerika; tüm bu ihtiyaçları fazlasıyla karşılayabilecek bir yerdi. Kereste elde edebilmek için sayısız ağaç kaplı alanlar, tarıma elverişli uçsuz bucaksız araziler, milyarlarca hayvan ve yerin altında keşfedilmeyi bekleyen henüz el değmemiş metaller ve madenler.
1500’lerin başında Avrupa’dan Amerika kıtasına göçler yapılmaya ve koloniler kurulmaya başlamıştı. Koloniler çoğaldıkça ve nüfus arttıkça kızılderililer topraklarından sürgün ediliyor, kızılderili rezervasyonu adı verilen bölgelerde kontrol altında yaşamaya mecbur bırakılıyor, doğudan kasıtlı olarak getirilen hastalıklar bu bölgelere taşınarak yerliler salgın hastalıklarla öldürülüyordu. Çocuklar ailelerinden koparılarak asimile ediliyor, erkekler kısırlaştırılıyor, kadınlara tecavüz ediliyor, insanlar katlediliyordu; Ve bu durum yüzyıllarca devam edecekti.
Kızılderililerin boşalttıkları alanlara yerleşen Avrupalılar küçük kentlerini kurmaya başlamıştı. Sınırsız kaynağı ellerinde bulunduran bu Avrupalılar kısa sürede ekonomik olarak güçlendiler. İngiltere devletine yüksek vergiler ödeyen ve İngiltere’de hiçbir temsilcisi bulunmayan İngiliz kolonileri 7 yıl savaşları ile zayıflayan İngiliz ekonomisinin kolonileri de etkilemesiyle birlikte bağımsızlık mücadelesine girdi ve 6 yılın sonunda 1776’da bağımsızlığını ilan etti. Bundan sonra seçimler yapılacak, parlamento kurulacak, anayasa hazırlanacak ve 1787’de Amerika Birleşik Devletleri kurulacaktı.
Atlantik köle ticareti
Köleliğin binlerce yıl öncesinden beri var olduğunu biliyoruz. Kölelik; hiç bir hak ve özgürlük sahibi olamama, verilen her türlü işi karşılıksız olarak yapma durumuydu. Savaşta esir düşmek, köle çocuğu olmak, borcunu ödeyememek, suç işlemek köle olmak için bir sebepti.
1400’lü yıllarda kölelik ticari bir mecra haline geldi. İş gücüne ihtiyaç duyan ülkeler ucuz alabilecekleri ve karşılıksız çalıştırabildikleri kölelere yöneldiler.
Afrika’da satılacak olan kölelerin elleri, ayakları ve boyunlarına prangalar takılarak bekletiliyor, alıcıları geldiğinde bu şekilde gemilere yükleniyorlardı. Köle ticareti yapan gemiler en fazla köleyi taşıyabilmek için özel tasarlanıyor ve köleler kıpırdayamayacak şekilde bu gemilere yerleştiriliyordu. Uyumak için birbirlerinin üstüne yatan, tuvalet ihtiyaçlarını bulundukları yere yapan köleler Sıcaktan, havasızlıktan ve açlıktan ölüyor, hastalananlar salgın hastalık endişesiyle öldürülüyordu. Ortalama 1 ay bu şekilde sürdürülen yolculuğun sonunda sağ kalanlar köle pazarlarında satılıyor ve sahipleri tarafından kızgın demirlerle damgalanılıyordu.
Aynı koşullar altında Amerika’nın keşfinden 1808 yılında Amerika’nın köle ticaretini yasaklamasına kadar Amerika’ya ‘’yolda ölenler hariç” taşınan afrikalı kölelerin sayısı 12.000.000’u bulmuştur. Bu köleler hiçbir hak sahibi olmadan ‘’ hatta insan olup olmadıkları bile tartışılarak” 400 yıl boyunca Amerika’nın iş gücünü sırtladılar.
Amerika iç savaşı
1861 yılında köleliği yasaklama vaadi veren Abraham Lincoln ABD başkanı seçildi.
Lincoln’ün başkanlığında eyaletlerde kölelik yasaklanmaya başladı. Güney eyaletlerinde iş gücünün çok büyük bir kısmını köleler oluşturuyordu ve güneyin soylu zenginleri için köleliğin kaldırılması büyük bir skandaldı. Bu nedenle, köleliğin kaldırılmasını istemeyen güneydeki 11 eyalet bağımsızlığını ilan etti ve kuzey eyaletleriyle savaşa girdiler. Bu iç savaşta 3.000.000 kişi yer aldı. 400.000 kişi yaralandı. 600.000 kişi öldü. 4 yılın sonunda kuzey eyaletleri savaştan üstün ayrıldı ve kölelik yasaklandı. Siyahilere oy kullanma hakkı ve vatandaşlık verildi. Kısa süre sonra Abraham Lincoln bir tiyatro oyununu izlerken suikast sonucu başından vurularak öldürüldü.
Savaş sonrası
İç savaşın ardından siyahiler özgürlüklerine kavuşmuştu fakat ne mal-mülk ne de toprak sahibi olmayan yoksul siyahiler için bu özgürlüğün fazla bir anlamı yoktu. Siyahiler yoksulluk içinde yaşamaya ve toplum içinde dışlanmaya devam ediyorlardı. Öyle ki, ilerleyen yıllarda yine ırkçılığı meşru gören yasalar çıkarılmaya devam edecekti. En önemlisi de yüzyıllardır süren ırkçılığı toplumun zihninden silip atmak hiç kolay değildi.
İç savaştan sadece 12 yıl sonra 1877’de Jim Crow yasaları çıkarıldı, bu yasalar 1964 de çıkarılan medeni haklar yasasına kadar 87 yıl boyunca devam etti. Bu yasalara göre; siyahi ve beyaz insanlar her alanda birbirinden ayrı tutulacaktı. Bir siyahi ile beyaz evlenemez, farklı mahallelerde yaşar, aynı okula gidemez, aynı şağlık şartlarından yararlanamaz, aynı treni, otobüsü, taksiyi… paylaşamaz, aynı markete, tiyatroya, kütüphaneye… gidemezdi. Siyahiler beyazların içtiği sudan dahi içemezdi ve özgürlükler ülkesi Amerika bu yasalara toplumsal eşitlik diyordu.
Jim Crow bölümü nerede bu atlıkarıncada ?
Çünkü ben binmek istiyorum bayım.
Güneyde, benim geldiğim yerde
Bir beyazla siyah oturamaz yanyana.
Güneyde, trenlerde Jim Crow vagonu vardır.
Otobüste en arkaya oturtuluruz.
Ama atlıkarıncanın arkası yoktur.
Siyah bir çocuk için olan at nerede ?
(Langston Hughes)
Sivil siyahi hareketler
1955 ve 1964 yılları arası siyahilerin en yoğun şekilde haklarını savundukları dönemdir. Bu dönem Montgomery otobüs eylemi ile başlar ve medeni haklar yasasının çıkarılmasına kadar devam eder. Dönemin en önde gelen isimleri; Rosa Parks, Malcolm X ve Martin Luther King’tir.
Rosa Parks, 1955’de Montgomery’de bir belediye otobüsüne bindi ve beyazlara ait bir yere oturdu. Oturacak yer bulamayan bir beyaz Rosa Parks’ı kendisine yer vermesi için uyardı fakat Parks yerini vermeyi reddetti ve bunun üzerine Jim Crow yasaları gereği tutuklandı. Olay, Martin Luther King önderliğinde 1 yıl boyunca protesto edildi ve 1 yılın sonunda mahkeme Rosa Parks lehine karar verdi. Böylece Rosa Parks siyahi hareketin sembollerinden biri oldu ve bu olay siyahi hareketin başlangıcı olarak kabul edildi.
Martin Luther King siyahi hareketin en önemli ismidir. Rosa Parks olayıyla başlayan protestolardan sonra 10 yıl boyunca bir çok yürüyüşe, gösteriye, protestoya önderlik yaptı ve 1964’de ırkçılığı ve ayrımcılığı yasaklayan medeni haklar yasasının çıkmasında etkili oldu. 1968 yılında suikast sonucu öldürüldü.
King 1963’de Lincoln anıtının önünde şu konuşmayı yapmıştı:
Bundan bir asır kadar önce, şu an manevi himayesinde bulunduğumuz Büyük Amerika’lı, Özgürlük Beyannamesi’ni imzalanmıştı. Bu tarihi belge, esaret zinciri altında yaşamış ve adaletsizlik ateşiyle yanıp kavrulmuş milyonlarca zenci için, uzun ve zifiri karanlık esaret gecelerini sona erdirecek bir umut ışığı haline gelmişti.
Ancak ne yazık ki, bundan 100 yıl sonra bile, siyahlar hala özgür değil ve hayatlarını ırkçılığın ve ayrımcılığın prangalarına mahkûm olarak, sürünerek geçiriyorlar. Uçsuz bucaksız zenginlikler okyanusun içinde, fakirlikle kuşatılmış yalnız bir adada yaşıyorlar. Hala kendilerini Amerika toplumundan dışlanmış, kendi torakları üzerinde sürgün hissediyorlar ve acılar içinde kıvranıyorlar. İşte bu maksatla; bugün, bu utanç verici durumu gözler önüne sermek için burada toplanmış bulunuyoruz…
“Daha ne zaman tatmin olacaksınız?” diyenlere, zenci halkın hiçbir zaman dile getiremediği polis zulüm ve dehşetin bittiği ana kadar, “Asla tatmin olmayacağız!” diyeceğiz. Bizler, bu yolda yürümekten bitkin düşmüş vücutlarımız, otobandaki motellerde ve şehirdeki otellerde istirahat edemedikçe, asla tatmin olmayacağız. Bizler, çocuklarımızı kimliklerinden sıyıran ve insanlık değerlerinden koparan “Beyazlara mahsustur” yazan tabelalar var olduğu müddetçe asla tatmin olmayacağız. Bizler, Mississippi’deki bir zenci oy veremediği ve New York’taki bir zenci oy vermeye değer bir şey olmadığına inandığı müddetçe, asla tatmin olmayacağız. Bizler, adalet sular gibi çağlamadıkça ve haklar gür bir nehir gibi coşmadıkça, katiyen tatmin olamayız ve olamayacağız.
Birçoğunuzun buraya büyük bir çalkantı ve zorlukların içinden sıyrılarak geldiğinizi anlamıyor değilim. Kiminiz daracık zindanlardan henüz kurtulmuş olarak burada bulunuyorsunuz. Kimileriniz de, hürriyet aşkınız zulüm rüzgârlarıyla gölgelendiği ve polis işkencesiyle tepelendiği yerlerden geliyorsunuz. Sizler, ıstırabın her çeşidini tatmış kahramanlarsınız! Acı çekmeden kazanılan başarıların gelip geçici olduğu inancıyla, yolunuza devam edin… Bu durumun bir şekilde değiştirilebileceğini ve mutlaka değişeceğini bilerek Mississippi’ye dönün, Alabama’ya dönün, Güney Carolina’ya, Georgia’ya, Louisiana’ya dönün, modern şehirlerimizin kıyısındaki fakirhanelerinize ve gettolarınıza geri dönün.
Bugün size şunu hatırlatıyorum ki, dostlarım, ümitsizlik batağında boğulmayalım. Şu an yaşamış olduğumuz ve önümüzde bulunan zorluklara rağmen, hala bir hayalim var benim. Bu hayal, Amerikan rüyasının derinliklerine kök salmışbir hayaldir. Bir hayalim var benim…
Gün gelecek, bu ulus ayağa kalkacak ve kendi inanç değerlerini tam anlamıyla yaşayacak. Şu husus apaçık ortadadır ki, bütün insanlar eşit yaratılmıştır.
Bir hayalim var benim!
Gün gelecek, bir zamanlar köle olanların evlatlarıyla yine bir zamanlar köle sahiplerinin evlatları, Georgia’nın kızıl tepelerinde, birlikte kardeşlik sofrasına oturabilecekler…
Bir hayalim var benim…
Gün gelecek, Mississippi eyaleti bile, adaletsizliğin ve baskıların ateşiyle bunalmış olan o eyalet bile, bir özgürlük ve adalet vahasına dönüşecek…
Bir hayalim var benim…
Gün gelecek, dört büyük çocuğum, derilerinin rengine göre değil, karakterlerinin yapısına göre değerlendirilecekleri bir ülkede yaşayacaklar…
Bugün bir hayalim var benim…
Gün gelecek, Alabama eyaleti, şirret ırkçıları ile, ağzından hep müdahale ve yasaklar yönünde sözler dökülen valisi ile, o eyalet bile, minicik siyah erkek ve kız çocuklarının, minicik beyaz erkek ve kız çocukları ile, kardeşçe el ele tutuşabilecekleri bir yer olacaktır…
Bugün bir hayalim var benim…
Evet, bir hayalim var! Gün gelecek, özgürlüğümüzün önünde birer engel olan bütün vadiler yükselecek, bütün dağlar eğilecek, engebeli yerler hizaya gelecek ve Tanrı’nın yüce şanı yeryüzüne inecek ve bütün canlılar bunu hep birlikte göreceğiz. (Martin Luther King)
Hip hop doğarken
1492 den 1970 lere kadar, hatta bugün şu dakika bile Amerika’da ırkçılığın var olduğunu söyleyebiliriz. Afrikalılar yüzyıllarca Amerika’da ezilen, sömürülen, kullanılan taraf oldular. Köle oldular, işçi oldular, dışlandılar, en ağır koşullarda karşılıksız çalıştırıldılar. Kimliğini bile taşıyamadıkları hatta değil ülke vatandaşı insan olarak dahi görülmedikleri özgürlükler ülkesi onların omuzlarına inşa edildi.
1970 Amerikası’na baktığımızda 450 yıl sonra ne kadar yeni yasalar çıkarılsa da toplumun ırkçılıktan uzaklaşamadığını görüyoruz.
Baş kaldırmaya başlamış Afrikalılar görüyoruz. Protestolarda, yürüyüşlerde, gösterilerde… Özgürlük isteyen, eşit yurttaşlık isteyen afrikalıları. Onlar toplumdan dışlanmıştılar, yolsuldular, sahipsizdiler, küçük gettolarında ırkçılıkla mücadele ediyorlardı. Onlar Yeni dünyanın üzerinde Brooklyn’de, Bronx’da, Harlem’de… kendi kolonilerini kurmuşlardı.
İşte böyle bir ortamda, yani 1970’li yıllarda blues, jazz, funk, soul, r&b, reggie gibi müzikler ve disko kültürü tüm dünyada oldukça yaygındı. O yıllarda Jamaika’dan Amerika’ya yeni taşınmış bir genç vardı. Adı Clive Campbell ( dj Kool herc ). Herc amerikan gettolarından Bronx ‘ta yaşıyordu ve müzikle yakından ilgileniyordu. Daha sonra Herc bu becerisini sokağa taşıdı ve sokakta disko müzikleri çalmaya başladı. Kısa süre sonra Herc yoğun bir kitleyi kendine çekmeyi başardı ve partiler vermeye başladı.
Bu partilere birçok siyahi geliyor ve siyasetten, şiddetten, ırkçılıktan uzaklaşıp biraz eğlenme fırsatı buluyorlardı. Herc plaklarını döndürürken aynı zamanda partiye katılanlara sesleniyor, onları dans etmeye eğlenmeye teşvik ediyordu. Fakat, bunu yaparken konuşmasını müziğin temposuna göre ayarlıyor ve bu konuşmalar zaman geçtikçe müzikle birlikte uzayıp gidiyordu. Belki başta 2-3 cümle söylenirken daha sonra 4, 5, 6… cümle oldu ve bir şeyler anlatılmaya başlandı. Hatta bu sözler önceden yazılmaya ve partilerde müzikle birlikte söylenmeye başlandı.
Bu bilindik disko partilerinden ve disko müziğinden, funk’tan, r&b’den, raggie’den farklı bir hal almaya başlamıştı. Tabi bir de müziğin olduğu yerde dans olmadan olmazdı. Belki müziğe uygun hareketlerle eğleniyorlardı ama bu insanlar afrikalıydı ve beyaz insanın dans şekli onlara hitap etmiyordu. Onlar da kendi kültürlerini yansıtan kendi yerel danslarını bu müziğe uyarlamaya başladılar.
Partilere katılan isimlerden biri de Kevin Donovan (Afrika Bambaata) oldu.
Afrika Bambaata en büyük siyahi çetelerden birinin Black Spade’in lideriydi ve Bambaata’nın farklı düşünceleri vardı. O, Hip Hop kültürünün yavaş yavaş oluştuğunu görmüş ve siyahi gençleri şiddetten, uyuşturucudan, suç işlemekten uzaklaştırmak için Hip Hop kültürünün içine çekmeye çabalıyordu. Bu yüzden Hip Hop kültürünü yaşatmak amacıyla “Zulu Nation” adında bir oluşum başlattı. Artık siyahi gençler, müzikle, dansla, graffitiyle, sanatla ilgileniyordu. Böylece Hip Hop kültürünün temelleri atılıyor, Hip Hop gelişiyor, büyüyor, hızla yayılıyordu.
İlk yıllarda Dj Kool Herc, Afrika Bambaata ile birlikte Grandmaster Flash and Furious Five, Sugar Hill gibi isimler ön plana çıktı. Başta eğlenceli şarkılar ve getto yaşamını anlatan, siyahilerin sorunlarından bahseden şarkılar yapıldı. Ayrıca bu dönemde 5 tane Hip Hop konulu film çekildi. 80’li yılların başında Public enemy, Run dmc, N.W.A gibi guruplar ağır eleştiriler içeren politik şarkılar kayda aldılar ve rap protest bir müzik halini de almaya başladı. 90’lı yıllar ise Tupac, Biggie, Eminem gibi dünyaca ünlü isimlerin zamanlarıydı ve Hip Hop artık tüm dünyada bilinen bir kültür haline gelmişti.
Hip Hop
500 yıl önce ataları kendi topraklarından sürgün edilen, kendi ülkesinde katledilen kızılderililerin, Afrika’dan köle olarak getirilen 12.000.000 afrikalının, köleliğin kaldırılması için iç savaşta ölen 360.000 kişinin ve Lincoln’ün , Malcolm X’in, Martin Luther King’in, Rosa Parks’ın, asırlardır Amerika’da ve dünyada sömürülen tüm siyahilerin ve onları savunan herkesin kültürüdür.
Hip Hop; insanların şiddete başvurmadan, suça ortak olmadan… fikirlerini, görüşlerini, düşüncelerini, sorunlarını, tepkilerini… sanatla anlatabilmelerine aracılık eden bir kültürdür.
Hip Hop; uyuşturucu, kadın, para, sex, küfür, savaş değil; barış, özgürlük, eşitlik, adalet kültürüdür.