“Gerçeğin, er ya da geç ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır.”
Seneler evvel profesyonel iş hayatımda çok uluslu bir şirketin bölge yöneticiliğini yapıyordum. Ekibimden bir arkadaşımın durumuyla ilgili üst yönetimle görüşmem gerekti ve üzüldüğüm mesele, şirketim, ekibimdeki bu kişiyi işten çıkarma kararı almıştı. Ben elbette böyle olmasını istemiyordum ve herkesin hata yapabileceği savıyla personelimi korumak istiyordum.
Müdürümle yaptığım konuşmada savunma olarak; “İyi ama bakın kendisi bu yaptığının yanlışlığının farkında ve kabahatini açıkça söyleyerek dürüst davrandı, dürüst olması sizce bu şirkette çalışması için yeterli bir unsur olamaz mı?” dedim ve cavabımı alıp oturdum aşağı…
Aldığım cevap şuydu; “Dürüstlük bir ödül gerektirmez, bu zaten şirketimizde çalışan personelimizin yapması beklenen sıradan bir davranıştır. Yani sen bana insan olmak için gerekli olan bu davranışın, bir özrü telafi edebileceğini mi söylemek istiyorsun?”
Böyle bir cevap beklemediğimden açıkçası çok şaşırmıştım. Tamamıyla da söylediğine katılıyordum. İnsan olmak için gereken bir vasıftı dürüstlük…
Ne yazık ki son yıllarda yaptığım bütün bireysel çalışmalarda gördüğüm ise, neredeyse hemen herkesin adına pembe, beyaz gibi isimler takarak (yani bir anlamda hafifletici sebepler gibi) yalana meyilli olduğuydu.
Peki; neydi bizi yalana iten sebepler?
Dürüstlük Diyeti
Eğitimlerimde danışanlarıma “Dürüstlük Diyeti” isimli bir çalışma yaptırırım. Bu çalışmada neden yalana meyil ettiğimizi bazı örneklerle de açıklamaya çalışırım.
Örneğin; Bir pazar günü eşofmanlarımızı giymiş halde evde oturuyorken birden telefon çalar ve yakın arkadaşlarımızdan biri, bizi bu civarda bulunan bir kafeye kahve içmeye çağırırsa ve biz de ilk anda hiç düşünmeden tamam geleyim dersek ve ardından telefonu kapattığımızda evden çıkmayı hiç canımızın istemediğini keşfedersek ne olur?
Eyvah!!! Şimdi gel de bunu daveti aldığın kişiye açıkla….
Hemen zihnimiz devreye girer ve bizi bu durumdan kurtarmak için türlü bahaneler üzerinde çalışmaya başlar.
Tam evden çıkacakken;
Üst komşu habersiz gelebilir.
Çocuğumuz varsa onun bir sorunu çıkabilir.
Eşimiz izin vermeyebilir.
Evi su basabilir, vs…
Daha neler neler olabilir, inanamazsınız…
İyi de bütün bunlara ne gerek vardır ki? Doğrudan “Canımın istemediğini fark ettim, evde oturmayı tercih ettim” diyemeyiz?
Çünkü eğer bu randevunun iptaline doğrudan biz sebep olursak, sorumlusu da biz oluruz ve karşımızdaki kişi kendisine yeteri kadar değer vermediğimizi düşünebilir ve üzülebilir. Ayrıca iptal nedeni biz isek baskı gelebilir ve ısrara maruz kalabiliriz. Bütün bunlardan kurtulabilmek için suçu bizim dışımızda ve bize bağlı olmayan bir etkene bağlamamız gerekir. İşte bu yüzden bu tipte yalanlar üretiriz. Amacımız asla kötü değildir ama yalan, yine de yalandır. Üstelik ileride doğuracağı yan etkilerden en önemlisi de, kime hangi yalanı söylediğinizi hatırlamak zorunda kalacak olmanızdır.
Ki bu gerçekten çok zeki olmayı gerektirir…
Oysa dürüst olduğumuzda bedenimiz de sürekli gevşektir, kasılmaz ve biz sadece doğruları söylediğimiz için hiç bir şeyi hatırlamak zorunda kalmayız. Ayrıca bunun beden sağlığımıza da oldukça önemli bir etkisi vardır.
Bir üstadın dediği gibi; “Gerçeğin, er ya da geç ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır.”
Hadi gelin, tam şu anda bu yazıyı okuduğunuz andan itibaren eğer henüz başlamadıysanız dürüstlük diyetine başlayalım.Bazılarınız bu durumda etrafınızdaki bazı sevdiklerini kaybedebileceklerini düşüneceklerdir ama korkmayın.
Birincisi sizi olduğunuz gibi kabul edenler sizin gerçek dostlarınızdır.
İkincisi ise evren boşlukları daima doldurur. Gidenlerin yerine hayatınıza yeni ve dürüst insanlar gelecektir…
Her şey Sevgiyle olsun….