Zamanında Türkiye topraklarında hor görülmüş ve tarifsiz acılar çektirilmiş bir halk, yüzde 13 seçim başarısıyla belki de ilk defa o kötü günlerin tesellisini yaşıyor. Bu başarı sadece Kürtler’in değil, onlarla empati yapabilen birçok Türk’ün de desteği ile gerçekleşti. Peki ama HDP’yi can-ı gönülden destekleyen özellikle solcuların, bu partinin politikalarına biraz eleştirel bakmaları gerekmez mi?
Eskiden merak ettiğimiz halde içlerine giremediğimizden tam olarak tanıyamadığımız “Anadolu Kürt” kültürüne bugün oldukça aşinayız. Evet “Anadolu Türk” kültüründen farklı yönleri var, ama ikisininde esin kaynağının aynı topraklar olduğu aşikar. Ne var ki bu iki etnik kökene ait insanlar arasında empati eksikliğinden kaynaklanan ve yıllardır süregelen bir çatışma var. Halbuki iki taraf da benzer acıları çekti, kendine göre aynı idealleri savundu. Birbirlerini anlamamalarının sebebi ise; büyük ölçüde ülkedeki bu karmaşa halinden çıkar sağlayanlar ve gerçeği halka doğru ve tarafsız anlatmayan Ana Akım Medya idi.
Kendini başkasının yerine koymak
80’li ve 90’lı yıllarda ana babalar çocuklarına “Bir lisan, bir insan” deyimini referans gösterip yabancı bir dil öğrenmeleri gerektiğini anlatırken, komşunun Türkçe’den başka bir de Kürtçe konuşabilen çocuğuyla arkadaş olmasını istemediler. Ülkede Levantenler, Rumlar, Ermeniler okullarda kendi dillerinde eğitim alabilirken, Kürtçe konuşulan evlerin kapısı dinlenerek “yasak bir dil” konuşuluyor diye polise suç duyurusunda bulunuldu.
Doğuda her gün birileri evlerinden alınıp, apar topar bir yerlere götürüldü ve bir daha geri dönmedi. Türkiye’de 67 il vardı ama Doğu Anadolu’daki en az 20-30 il, seyahat kapsamı dışındaydı. Oralara gidip canlı olarak Batı’ya geri dönebilene kahraman gözüyle bakılırdı. Doğu’daki devlet dairelerine tayini çıkana ise halk arasında “sürüldü” denilirdi. “Kürt” kelmesini en rahat ve korkmadan kullandığımız an “Şekerli Kürt Böreği” yeme halimizdi.
Bugün, partisinin politikasını hiçbir zaman anlamamış, sadece gönülden bağlı olduğu İslam dinini yücelttiğini düşündüğü için partinin karizmatik (!) liderine aşık olmuş AKP’liler ve “Türkiye Türklerindir”den başka güncel bir söylem üretememiş MHP’li vatansever ama asabi delikanlılar, HDP’nin 80 milletvekili çıkarmasına ateş püskürüyor.
Peki bu partililerin kendileri, es kaza Doğu’da yaşayan bir Kürt ailesinde doğmuş olsalardı, sabahları çalar saat yerine bomba sesleriyle uyansalardı, yedi yaşına gelince hiç öğrenmediği bir dilde okumak zorunda kalsalardı ne yapardı? Bugünkü mantıklarıyla böyle bir ortamda yapacakları ilk eylem dağa çıkmak olmayacak mıydı?
Yaşananlara başkasının gözünden bakabilmek, kendini “O’nun” yerine koyabilmek neden bu kadar zor? Ayrıca iki tarafın da içinde büyüttüğü o “intikam” duygusunun sadece geçici bir ego tatmini olduğu ve durumu her iki taraf için de kötüye götürdüğünü ne zaman fark edeceğiz?
Türk mü Kürt mü?
Kürt kelimesinin içindeki dört aynı harf sanki Türk kelimesine inat farklı şekilde dizilmiş. Biz de “Türk” kelimesini kocaman harflerle dağa taşa yazdık ki Kürt’ler de aslında Türk olduklarını fark etsinler…
Evet; diğer tüm dillerin gramerlerindeki gibi Türkçe’de Türkiye vatandaşına “Türk” denir. Peki o zaman Orta Asya’dan göçerek Anadolu’ya gelmiş günümüzde Yörükler’in temsil ettiği etnik kökenin adı nedir? Bu ikisinin de aynı kelime olması ve aralarındaki ayrımın net bir şekilde yapılamaması, bu tek kelime için insanların ölmesine ya da katil olmasına sebep oluyor.
Kürtler’in de kendilerini Türk, yani Türkiye vatandaşı, olarak gördüğünü düşünerek hergün Andımız’ı ve İstiklal Marşı’nı gururla okuduk küçükken. O zamanlar bu iyi niyetli ve masum övüncümüzün, şimdi Kürt’ler için ne kadar onur kırıcı ve baskıcı bir eylem olduğunu anlayabiliyoruz. Ama sorun herhangi bir andı okumakta mıydı ki Andımız’ı komple kaldırdık? Andımız’ın metinini yazan Reşit Galip’ten sonra birçok kez değiştirilmişti zaten bu metin, bir kez daha değiştirilemez miydi? Daha kapsayıcı bir şekilde ortak vatanımız ve geleceğimiz için ant içemez miydik?
“Türkiyeliyim, doğruyum, çalışkanım…”
Ne olursa olsun bu bir kimlik meselesidir ve herkes aidiyetine kendi karar verebilmelidir. Türk, Türkiyeli, Kürt, Türkiyeli Kürt; hepsinin ortak özelliği, vatanlarının Türkiye olmasıdır ve aslolan da “Vatan”dır. Herkes kendini istediği gibi tanımlayabilmeli ve başkasının kendi tanımlamasından rahatsızlık duymamalıdır.
HDP ne kadar samimi?
HDP bu seçim öncesi pek Kürtçülük söylemi yapmadı, Abdullah Öcalan’ı gündeme getirmedi, özerklik konusunu açmadı. Ilımlı ve kardeşçe birçok “Türkiye” mesajı verdi seçmene. Demirtaş’ın hazır cevaplığı ve slogan bulma becerisi neredeyse hepimizi etkiledi, hatta kıskandırdı. “Seni başkan yaptırmayacağız!..” gibi Türkiye’nin yüzde 60’ına hitap edebilen kaç slogan çıkmıştı daha önce? Fakat tüm bunlar biraz kafa karıştırmadı da değil, çünkü bu söylemler, değişimden ziyade bir seçim tekniği de olabilirdi. Zira HDP ve önceki uzantıları her zaman böyle değildi.
Bir kısım seçmen, HDP’ye seçim propagandalarından ya da seçimin hemen öncesinde Diyarbakır’da patlayan bombadan etkilenerek oy vermiş olabilir, ama HDP aslen artık “gerçek ve samimi bir barışın” gelmesini isteyenlere ümit olabildiği için bu başarıyı yakaladı. Öte yandan HDP’nin bu iyi niyete ve kendilerine atılan adımlara eşit derecede karşılık verdiğini pek söyleyemeyiz.
HDP halen, 35 yıl bu topraklarda silahlı terör faaliyetlerinde bulunmuş, gelişmekte olan Türkiye’nin önünü kapamış ve Türk Ordusu neredeyse etkisiz hale gelmişken silah bırakmayı bir kenara bırakın güçlenerek yoluna devam etmiş PKK’ya olan sempatisinden ödün vermiyor ve yıllardır hapis yattığı için tek arzusu sadece özgür kalmak olan PKK liderine hayranlığını da gizlemiyor. Öcalan’ın yeğeninin üstün vasıflara sahip ya da Türkiye’ye büyük hizmetler yapacak bir şahıs olduğu için değil, “Sayın Öcalan” lafına aşinalık ve saygınlık yaratmak için Milletvekili yapıldığının herkes farkında. Bütün bunlar, HDP’nin samimiyetine inanmamıza engel oluyor.
Beni kategorize etme
Streotipler her zaman işimize yarar, çünkü kalıplar zaten hazırdır ve insanlar hakkında genel bir bilgi edinmek için ekstra kafa yormaya gerek yoktur. “MHP’liler faşist, CHP’liler sosyetik, HDP’liler teröristtir” gibi etiketleri yapıştırarak aslında bu karakterlerin partilerle özdeşleşmesini sağlayan bizler değil miyiz? Çağın değiştiği gibi düşünceler, kişiler ve partiler de değişiyor olamaz mı? Ulusalcı, milliyetçi, ülkücü ya da kökten dinci fikirlere sahip birisi, fikrini silah veya şiddet kullanarak dayatmıyorsa, o sadece fikirdir ve bütün fikirler eşit haklara sahip olmalıdır.
Etnik köken üzerinden aidiyet duygusu hissetmek, bu argüman üzerine politika yapmak aslında ne kadar tuhaf ve ayıp. Bir kadın ve bir erkeğin paylaştığı mahrem bir anın sonucu oluşan, yani biyolojik bir kavram olan ırk, nasıl oluyor da alakasız birçok konuda bu kadar baskın olabiliyor. Ayrıca kimin tam olarak hangi kanı taşıdığından nasıl emin olabiliriz?
Atatürk’ün manevi mirası
Bugüne kadar Atatürk hakkında olumlu ya da olumsuz farklı birçok şey söylenmiştir ama ne kadar zeki ve vatansever bir insan olduğu hakkında hemen hemen herkes hemfikirdir.
Atatürk, “Türk Milleti” diye hitap ederdi halka. Peki “Türk Milleti” derken sadece Oğuz Boyları’ndan gelen Yörükler’i mi kastetmişti?
Yüzyıllardır beraber yaşayan bu mozaik toplum, nasıl sadece bir ırktan ibaret olabilir? Mustafa Kemal parçalanmakta olan Osmanlı’nın kalan son topraklarını kaybetmemek için halkı ya vatanseverlik ya da ümmetçilik olgusu altında toplayabilirdi, ki bu iki mevhum 21. yüzyılda bile hala birleştiricidir.
Laiklik, ileride kurulması planlanan demokrasinin temel şartlarından olacağına göre herkesi tek bir çatı altında toplamak için “Türk Milleti” söylemini kullandı ve Türkiye Halkı bu motivasyonla Çanakkale Savaşı’nda emperyalizme karşı yapılmış en büyük savaşı kazandı. O zamanlar Kürt ve Türk beraber direnmeseydi, bugün Cumhuriyet’in 92. yaşını kutluyor olur muyduk?
Mustafa Kemal Atatürk, zamanın Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip’in bir sorusuna şu yanıtı vermişti:
“Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım, bilim ve akıldır. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler gerektiğini iddia etmek, aklın ve bilimin gelişimini inkâr etmek olur… “
Sırf bu lafı Atatürk’ü ilah, söylediklerini tabu yapmamamız gerektiğini anlatır. Kendisinin de dediği gibi hiçbir şey değiştirilemez değildir. Zaten bu yüzden de hala çağdaştır Mustafa Kemal Atatürk.