Son Türkiye ve Son Ada Arasındaki İlişki

Nedir bu iktidar mücadelesi, toprak, millet kavgası? Neden kaynaklıdır bu kadar hırs, kin ve öfke? Bıkmadınız mı artık birbirinizi kötülemekten, eleştirmekten, aşağılamaktan, kuyusunu kazmaktan? Kendi egolarınızı bizleri kullanarak, sömürerek ve ezerek tatmin etmekten?

martı ve insan

Son dönemlerde yaşanan olaylar ve yaşadığımız Türkiye ile Zülfi Livaneli’nin “Son Ada” isimli romanı arasında o kadar çok benzerlik var ki okurken adeta o adada yaşadığımı hissettim. Herkes Cennet Ada’sında mutlu mesut, huzurlu bir şekilde yaşarken, emekli Darbeci Başkan’ın adaya gelmesiyle tüm dengeler değişmektedir. Gerçi bizim ülkemiz için bu cennet ada kavramı belki çok eskilerde Kurtuluş Savaşı sonrasında Cumhuriyet’in yeni ilan edildiği yıllarda kaldı ama olsun yine de öyle bir dönem az da olsa yaşanmıştı.

Zülfü_Livaneli-Son_AdaDarbeci Başkan’ın medeniyet, refah, zenginlik ve demokrasi kavramlarıyla insanların gözünü boyaması ve bunu öne sürerek Ada’yı istediği gibi yönetmesi de şuan günümüz söylemlerinden çok da farklı değil. Bunlara bir de tabi din, dil, ırk ve hepimiz kardeşiz safsatası da eklenince evlere şenlik bir hava estirmesi kaçınılmaz hale geliyor. Herkes meydanlarda boy göstererek bu konulara dem vuruyor, birbirlerine sataşıp, eleştirerek prim yapmaya çalışıyor. Artık ruhlarının derinliklerine o kadar işlemiş durumda ki bu politik, yıkıcı, eleştirici ve saldırgan tavırları makam güçlerini de kullanarak sindirmeye, güçsüz olanı yok etmeye çalışarak insanlıklarını unutmuş durumdalar. Hayatlarımızı yavaş yavaş müdahale edip ve bunu bize normal demokratik bir şey gibi sunarak daha sonra düşmanı düşmana kırdırma çabaları Son Ada’da da böyleydi Son Türkiye’de de. Üstüne üstlük üzerinden zaman geçip gündem değişince ya da bilinçli olarak değiştirilince sanki bunları söyleyen kendileri değilmiş gibi yok sayarak hatta yalanlayarak milleti aptal ya da daha iyi ihtimal ile balık hafızalı yerine koyuyorlar. Tutarsız davranışlar mı dersiniz, üç maymunu oynamalar mı hepsi mevcut durumda konumunu korumakla meşguller.


Romanda geçen karakterlerin günümüz yansımasına bakacak olursak; ada bir ülkeyi, adanın kırk hanelik sakinleri halkı, içlerinden 1 numara sermayeyi, yazar muhalif aydınları, Lara öngörülü, kırılgan ama güçlü kadınları, anlatıcı korkak muhalifleri, bakkalın oğlu umulmadık kahramanları, darbeci başkan güce tapan ve kendi çıkarını her şeyin üstünde tutan diktatörü, Başkan’ın adamları iktidarın emrindeki silahlı kuvvetleri temsil etmektedir.

Her cümlesine demokrasi, medeniyet ile başlayıp; ölüm, şiddet ve yok etme ile sonlandıran bu diktatörün konuşması o kadar yanı başımızda gibi ki hiç yadırgamadım! Güç bağımlısı olan diktatör bu gücünü elde tutmak için her yola başvurmaktadır. Korktukça korkutmayı, öldürmeyi hak saymaktadır. Bunun için de uyum rahatsız eder, uyumsuzluk yaratmaya çalışır. Ortak bir düşman yaratarak, herkesi kendi amacı uğruna ortak bir düşmana, hedefe körü körüne inanmasını sağlayarak kendi yapmak istediğini başkalarına yaptırır.

Tüm zalimliklere karşı muhalif olan ada halkı yanı sıra daha etkili bir şekilde ses çıkaran doğa olmuş ve bu yersiz mücadelenin kazananı da tabi ki doğa, Martılar olmuştur. Çünkü doğayla savaşmak aslında insanın kendisiyle ve insanlığıyla savaşmak anlamına geldiğini çok geç olup iş işten geçtikten sonra da olsa ada halkı anlamıştır. Adalılar kendilerinden önce adaya yerleşmiş olan martılarla kardeşçe ve uyumlu bir şekilde yaşadıklarını unutup / unutturulup martıları düşman olarak görmeye başlamaları aslında kendi sonlarını hazırlamalarına sebep olmuştur. Huzurlu ve mutlu günlerinden eser kalmamış, dostça ve birbirleriyle uyum içinde geçinen ada halkı birbirine düşman olmuş, vicdanlarını rafa kaldırarak kendilerini sözde “demokrasi” ve “medeniyet” savaşı içinde bulmuşlardır. Zaman zaman boşa kürek çektiklerini dile getirecek gibi olsalar da diktatör rejim onlara sürekli düşmanımın düşmanı dostumdur, başarısızlığın sorumlusu yönetim değil muhalefettir, demokrasi ve irade için gerekirse yalan söylenebilir, yalan ortaya çıkarsa da yine sorumlusu muhalefet ve bu yalanı ortaya çıkarandır şeklinde söylemlerde bulunarak sürekli bastırmış ve sindirmiştir. Her şeyi yakıp yıkıp yok ettikten ve eline yüzüne bulaştırdıktan sonra da “ülkesini terk eden diktatör” imajını görmezden gelerek hep muhalefet ve başkaları yüzünden başarısız olunmuş şeklinde yansıtarak yine bu durumda bile başkalarını suçlama yoluna gidilmiştir.

martılar

Yazıma son günlerde Martılar yeni bir zafer daha mı kazanıyor dedirten türden bir haberden alıntı yaparak son vermek istiyorum. Temel fıkrası gibi bir haber ile devam ediyor ve yorumu size bırakıyorum.

Yaklaşık 2 yıl önce yapımına başlanan Ordu-Giresun Havalimanı inşaatında süren çalışmalar kapsamında pistin bir bölümü tamamlandı.

Tamamlanan piste bir süre sonra martıların konduğunu gören yetkililer, martıların tüy ve dışkılarıyla piste zarar verdiğini tespit etti. Martıların piste zarar vermesinin önüne geçmeye çalışan yetkililer, mutfak tüpüyle hazırladıkları ve “ayısavar” olarak bilinen 10 düzenekle martıları kaçırmaya başladı.


Firma yetkililerinden Hüseyin Boztepe, havalimanı inşaatında asfalt üst yapı koordinatörü olarak görev aldığını söyledi.

Bir süre önce yapımına başladıkları havalimanı pistinin bir bölümü tamamlandıktan sonra çok sayıda martının tamamlanmış piste inerek dışkılarını bıraktığını gördüklerini anlatan Boztepe, şöyle devam etti:

Bu dışkıların asitli olması nedeniyle piste zarar verebileceğini öğrendik. Aynı zamanda tüyleriyle pistin kirlenmesine neden oluyordu. Bir süre bu martıları kendi imkanlarımızla kovmaya çalışsak da pek başarılı olamadık. Daha sonra başka yabani hayvanlar için de kullanılan 10 adet ‘ayısavar’ siparişi vererek pistin belirli yerlerine bunları kurduk. Kurduğumuz düzenekle pistin üzerine konan martıların kaçmasını sağladık, şu ana kadar da bu konuda başarılı olduk.”

30 saniye aralıkla patlayarak ses çıkartıyor

Düzeneğin çalışma sistemi hakkında bilgi veren Boztepe, şunları kaydetti:

“Kurulan düzenek mutfak tüpüyle destekleniyor. Bu mutfak tüpünden çıkan gaz bir süre düzeneğin haznesinde toplanıyor. Daha sonra toplanan bu gaz 30 saniye aralıkla patlayarak ses çıkartıyor. Böylelikle piste konan martılar başta olmak üzere birçok kuş kaçıyor. Oluşan bu sesten dolayı martılar daha uğramıyor. Açıkçası ‘ayısavar’ işimize çok yaradı.”


Kısa vadede etkili bir yöntem gibi görünse de doğanın intikamı ve cevabı her zaman bizim için çok ağır sonuçlar doğurmaya devam edecektir…


Hatice Ergüven
Eğitmen ve kalite uzmanıyım. Mayıs 1986 Ankara doğumluyum. 1987'den beri İstanbul'da yaşamaktayım. 2005 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Kimya Mühendisliği bölümüne girip laboratuvarda asistan öğrenci olarak başlayan akademik hayatıma yine aynı bölümde Yüksek Lisans (2010-2011) ve Doktora (2011- devam) ile devam etmekteyim...