Seçimlerin ardından bu yazımda, her partinin önemle üzerinde durduğu “Çözüm Süreci”nin nasıl başladığını, nasıl bir yoldan geçtiğini ve sürecin, devletin nasıl “Kült Sorunu” haline geldiği konusu üzerinde duracağım.
Türkiye’nin Kürt Sorunu mu Kült Sorunu mu?
Seçimler tamamlandı, şimdi gözler partilere, parti başkanlarına yöneldi… Kulislerde “kim kiminle yakınlaşıyor, kim kiminle koalisyon kurabilir, koalisyon olmazsa bir azınlık mı olacak, erken seçim yolda mı?” gibi sorular dolaşmaya başladı. Her bir partinin kendince olmazsa olmazları, kırmızı çizgileri var. Kimisi 17-25 Aralık Operasyonları‘nı, kimisi MİT tırlarını, kimisi de Çözüm Süreci‘ni kırmızı çizgi olarak göstermektedir; ancak Ahmet Davutoğlu, “Siyasette kırmızı çizgi olmaz” diyerek kapılarını tüm partilere açtığının mesajını verdi.
7 Haziran’dan itibaren partilerin her biri ortak paydada buluşacak yol arayışındalar. Onlar bu arayışa devam ede dursunlar, biz her parti için önem arz eden “Çözüm Süreci” üzerinde duralım…
Biliyorsunuz AKP’nin ortaya attığı ve artık ‘Kürt Sorunu’ndan çok bir devlet sorunu haline gelen Çözüm Süreci, önümüzdeki süreçte de bir hayli karşımıza çıkacaktır. 7 Haziran Genel Seçimi’nden sonra
8 Haziran’da Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan “HDP bundan sonra çözüm sürecinin ancak filmini çeker” demişti.
Değerli okurlar 7 Haziran seçiminden sadece 3 ay önceki 7 Mart tarihindeki AKP-HDP İş Birliği Mi Yapacak? başlıklı yazımın kapak fotoğrafında, yan taraftaki fotoğraf yer alıyordu. Bu fotoğraf çabuk unutulmuş olacak!..
AKP hükumeti 2000’li yılların ortalarından itibaren “Çözüm Süreci” adının atası olarak bilinen birçok süreci bizlerin önüne serdi. Bunun adı, kimi zaman Barış Süreci, Kürt Açılımı, kimi zaman Demokratikleşme Süreci, kimi zaman da Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi oldu. Ancak belki de ilk yasal süreç, 2006 yılının Eylül ayında emekli komutan Orgeneral Edip Başer’in PKK ile mücadelede “özel koordinatör” olarak belirlenmesi ile başladı. Bu tarihten kısa bir süre sonra ise Başer’in şu açıklaması geldi:
“Ben PKK’yı muhatap alan bir misyonun parçası olmam. Terörle mücadelenin ekonomik, siyasi, sosyal ve psikolojik boyutu var. Örneğin Doğu’nun geri kalmışlığı ön plana çıkarılıyor. Olaya siyasi yön katıyorlar.” (1)
Edip Başer’in açıklamasından sonra hükümet, Başer’in “koordinatörlük” görevini elinden aldı. 2009 yılında “Kürt Açılımı” adıyla bayrağı dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay aldı. Kürt açılımının yaşandığı dönemde o günkü Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Kürt Sorunu ile ilgili “Güzel şeyler olacak!” dedi. Gül, bunları söylerken 2009 yılında Habur Krizi patlak verdi. PKK’ya mensup 34 kişi Habur’dan davul zurnayla giriş yaptı. Bu kişiler bir “seyyar mahkeme” ile yargılandı ve serbest bırakıldılar.
Habur olayından sonra ise 2010 yılında Kandil’den gelen 8 kişilik grup içerisinde yer alan Hüseyin İpek Mardin’in Kızıltepe ilçesinde Kızıltepe Belediyespor – Kızıltepe Eğitimspor maçını şeref tribününde izledi. Bundan sonra tüm PKK’lılar dağdan inecek diye düşünülüyordu ama öyle olmadı…
Türk Milleti’nin manevi duygularına hançer gibi işleyen Habur Olayı sonrası halkın hassasiyeti üzerine hükümet, daha dikkatli yol almaya başladı. Süreçte sıkıntılar yaşandı ve 1 Mayıs 2010 yılında PKK’nın Tunceli’de karakol saldırısında 4 askerimiz şehit oldu, 7 askerimiz ise yaralandı. 19 Ekim 2011 tarihinde yine 200 PKK’lı, Hakkari’nin Çukurca ilçesinde 3, Kekliktepe’de ise 21 askerimizi şehit etti.
AKP’li Yalçın Akdoğan “Çözüm Süreci” için 8 Haziran 2015’de “HDP bundan sonra çözüm sürecinin ancak filmini çeker” demişti ama yine AKP’li Hüseyin Çelik, 8 Şubat 2010 tarihinde “Ya biz bu meseleyi çözeriz, ya bu mesele bizi çözer” dedi. Çelik’in bu açıklamasından sadece 13 gün sonra 21 Şubat günü 62 sanatçıyı bir araya getirip sürece destek vermelerini istedi. Onlar da verdiler.
2013 yılında 63 kişilik “Akil Adam” grubu oluşturuldu. Türkiye’yi karış karış dolaşıp, lüks otellerde toplantılar yaptılar. Türk’üne, Kürt’üne Küçük Emrah’ın o meşhur sahnelerinde olan o repliği söylediler: “Durun siz kardeşsiniz!” Sanki millet bunu bilmiyordu… Hükümet ya da “akil adam”ların anlayamadığı, zaten milletin kardeş olduğu ve halkın, bu çözüm süreci anlaşmasının arkasında gizli bir protokol anlaşması olup olmadığı düşüncesiydi. Akıllarda soru işaretleri vardı. Halk, buna karşı tepki gösteriyor ve ülkenin bölünme sürecine gitmesini istemiyordu.
Hatırlanacağı üzere daha sonra Oslo Görüşmesi patlak verdi. Süreçle ilgili çeşitli tartışmalar ortaya çıktı. Seçimden kısa bir süre öncesine kadar taraflar bir araya geldi, yeni yapılacak anayasa için 10 maddelik bir anlaşma üzerinde duruldu ve süreç seçim sonrasına bırakıldı.
AKP hükümeti “Çözüm Süreci” adı altında gerçekten kimsenin göze alamayacağı, bırakın adım atmayı, isminden bile bahsetmesinden çekinilen bir konuya, “Terör Sorunu”na parmak bastı. Kanın durdurulması için çok büyük bir adımdı… Ancak şu unutulmamalıdır ki bu konu partiler üstü bir konudur.
“Kürt Sorunu”nun çözümü için dün “İktidarı kaybedeceğime rağmen yapacağım!” deyip sonra seçim meydanlarında “Kürt Sorunu yoktur!” derseniz ne yazık ki sonuç hüsran olacaktır. O yüzden bu adımlar atılırken samimi bir duruş sergilenmeli. Bu süreç için “Dün dür, bugün bugündür” felsefesi ile yola çıkılırsa Hüseyin Çelik’in söyledikleri muhakkak yerini bulacaktır. Bu sorun, bugün yoğun olarak gündemde yer alan “üst akıl” ile değil yerli ürün olan “ortak akıl” ile çözülmelidir. Aksi taktirde emperyalist güçlerin kucağında kendinizi bulursunuz!.. Bu sorun artık bundan sonra yeni gelecek hükümetin değil, devletin sorunudur ve “Kürt Sorunu”ndan çıkıp artık Türkiye’nin “Kült Sorunu” haline gelmiştir.
Çözüm Süreci ile ilgili bilgileri daha detaylı bilgiye sahip olmak için AKP’nin Türkiye Salvosu adlı kitabımı inceleyebilirsiniz…