“Vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan
Ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:
Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala”
3 Haziran 1963’te ölen Nazım Hikmet’in kaderi günümüzde de aydınların peşini bırakmamaktadır; önümüzde bulunan ve bizlere sunulan tek seçenek, sistemin tiranlarının suçlamalarını kabul ederek reddetmek mi karanlığı?
Demokrasiye Tır Çarpar mı?
31 Mayıs 2015 akşamı Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın: ‘Bu haberi yapan kişi bunun bedelini ağır ödeyecek, öyle bırakmam onu’ sözlerini, TRT televizyonundan kamuoyuna duyurduğunda, gündemi çevre talanıyla, kentsel dönüşüm projesi ile kaçak inşaatının getireceği rant ve yapılacak yardımlardaki kömürün, gıdanın miktarının derdine düşen halkın neden söz edildiğini düşünerek, muhalif bir duruş sergilediğini söyleyebilir miyiz?
Cumhuriyet gazetesinin 29 Mayıs 2015 tarihinde Milli İstihbarat Teşkilatı’na (MİT) ait olan tırlardaki havan, top ve tüfek mermisi gibi mühimmatlara ait olduğu belirtilen görüntüleri ve yorumları yayınlaması ile birlikte, basının ne paralel suç örgütlüğü, ne casusluğu, ne vatan hainliği kaldı!
Can Dündar casusluktan yargılanıyor
Görüntülerde, jandarma ve savcı eşliğinde yapılan aramalarda, tırların kasalarındaki çelik kasaların açılması, bulunan ilaç kutularının altındaki kasalarda ise havan, top mermisi, makineli tüfek mermileri görülmekteydi. Bu yayın sonrası, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu da haberi yapan Cumhuriyet gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar hakkında, Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 326. Maddesi uyarınca ve ‘devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk’ iddiasıyla soruşturma başlattı.
Cumhurbaşkanı’nın, Can Dündar’ın ‘gerçeğe aykırı bazı görüntü ve bilgiye yer verdiği’ gerekçesiyle suç duyurusunda bulunması ve biri ağır, iki kez müebbet ve kırk iki yıla kadar hapisle cezalandırılmasını istemesi basın üzerinde yapılan sansürü, baskıyı da tekrar gündeme getirdi.
Casusluk insanlık tarihi ile beraber başladı
M.Ö. 1300 yıllarında Mısır Firavunu Thutmoses’in, Thute adında bir casus yüzbaşısı olduğu; Pers Kralı I. Sarhas da Thermopylai Savaşı’nda (M.Ö. 480) casus olarak Ephialtes adlı bir Yunanlı’yı kullandığı bilinir. Kartacalı Hannibal’ın M.Ö. 216’daki Cannae zaferinde casusluğun etkisi olmuştur. Roma İmparatorlarından Neron ile Caligula casusluğa çok önem vermişlerdi. Kuran’da Sure-i Yusuf’ta, Yusuf Peygamber’in kardeşlerine: ‘Siz bu havalı adamlarına benzemezsiniz, sakın casus olmayasınız’ diye hitap ettiği; Musa Peygamber’in Kenan diyarına ‘Oralarda istihbarat yapmak üzere adamlar gönderdiği’ de kutsal kitaplarda yazılıdır. Arapça ‘ces’ kökünden, gözetleyen, araştıran anlamında isim olan casus sözcüğü, düşmanın sırlarını araştırıp, bilgi sızdıran, düşman içinde çeşitli yıkıcı faaliyetlerde bulunan kişi anlamına gelmektedir. Arapça’da casusa göz anlamına gelen “ayn” adı da verilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de casus kelimesi yer almamakla beraber aynı kökten gelen ‘tecessüs’ fiil olarak geçmektedir.
Müşriklerin stratejik konuma sahip kentlerinde Hz. Muhammed’in bilgi toplamak üzere görevlendirdiği kişilerden söz edilmesi, İslamiyet’in istihbarata verdiği önemi göstermektedir. Bu istihbaratçılar, Müslüman oldukları halde kimliklerini gizleyerek oturdukları kentlerde karşı tarafın siyasi, askeri ve iktisadi bütün faaliyetlerini rapor etmekteydiler. Örneğin, Hz. Peygamber’in amcası Abbas b. Abdülmuttalib, Mekke’de, Enes b. Ebu Mürsad, Taif yakınlarındaki Avtas’da, Münzir b. Ömer isimli bir başka sahabi Necid’de casusluk amacıyla ikamet etmekteydiler. Resulullah’ın (s.a.s) casusları zaman zaman sağladıkları başarı nedeniyle ödüllendirdiği de nakledilmektedir. Örneğin, Kureyş kervanını takiple görevli olan Talha b. Ubeydullah ile Said b. Zeyd Bedir savaşlarına katılmadıkları halde ganimetten pay almışlardı.
Casusluğu, ‘Bir devletin sırlarını bir başka devletin hesabına gizlice öğrenmeye çalışmak’ olarak tanımlasak da 1907 Lahey Konferansında: ‘Muharip bir devletin harekat sahasında, düşman tarafına bildirmek amacı ile bilgi toplayan ve bunu gizli usullerle ulaştıran veya ulaştırmaya çalışan şahıs’ tanımı daha çok, savaş zamanında yapılan askeri casusluğa aittir, örneğin barış zamanında yapılan askeri, siyasi, iktisadi, teknolojik, ticari casusluklar bu tarife girmemektedir. Türk Ceza Kanunu’nda casus, ‘Devletin emniyeti dahili veya beynelmilel siyasi menfaatleri icabından olarak gizli kalması lazım gelen malumatı, siyasi veya askeri casusluk maksadı ile istihsal eden kimse’ olarak belirtilmiştir!
Casusluğu askeri, sivil ve özel konularda olmak üzere üçe ayırmak olasıdır. Askeri casus savaş zamanlarında daha etkin olarak görülür. Sivil casusluk ise, karşı taraf istihbaratçılarını takiple görevlidir. Özel casusluk da yabancı bir ülkenin hem ticari, hem de ekonomik veya diğer alanlardaki gizlerini öğrenmek için yapılan bilgi edinme eylemidir. İstihbaratın, devletlerin küresel düzende ayakta kalabilmek ve etkin rol üstlenebilmeleri için gerekli olduğunu ortaya çıkan gizli belgelerden öğrendik. Dünya sahnesinde müttefik olduklarını söyleyen ABD’nin Alman siyasetçileri nasıl dinlediğini, izlediğini gördük. Bilgi çağı dediğimiz ve içinde bulunduğumuz düzenin kilitlenmiş hali, tıpkı güneşten gözlerin kamaşıp aydınlık bir körlüğün oluşmasından ibarettir!
Can Dündar, casus mu gazeteci mi? Casus Gazeteci Olabilir mi?
Gazetecinin elde ettiği bilgiyi kamuoyuna duyurmakla, başka bir ülkenin veya illegal örgütün yararına kullandığını söylemek MİT TIR’larında ortaya çıkan gerçeklikte mümkün değildir.
Suriye sınırlarımızda emperyalizmin kirli bir çıkar savaşı sürmektedir. Yaşamını kaybeden her bir sivilin akan kanından sorumlu olup, emperyalizmin öncülüğünü üstlenerek iç savaşın aktörü olmak, kamuoyundan gizlenmesi gereken bir bilgi midir? Uluslararası mahkemelerde suçlanacağını bilerek illegal yollara sapan devlet yetkililerinin, sorumluluktan kurtulmak için bilgiyi vereni casuslukla suçlama ve hükümete karşı bir darbe eylemi olduğunu düşünme lüksü bulunmamaktadır. Bu çelişki, hükümetin yaptığı her icraatın ortaya çıkana kadar mutlak doğru olduğu anlamına gelmektedir ki, otoriterliği kabul etmeyene, halkın soracağı daha ne olması gerektiği sorusu ortada kalır!
[quote]Üzerinde durulması gereken, silah ve mühimmat sevkiyatının yasal olup olmadığı değil; bir gazetecinin görevinden dolayı casuslukla suçlanıp, müebbet hapis cezasına çarptırılmasının istenmesidir.[/quote]
Suç duyurusunda bulunan Cumhurbaşkanı’nın “Olayı şahsileştirerek yargıyı yönlendiriyor mu?” sorusunu akıllara getirmektedir. Can Dündar, elde ettiği görüntü ve bilgileri hangi devlet adına kullandı ki, bu ağır suçlamayla karşı karşıya kaldı? Devletin yapması gereken nedir? Üstümüze vazife olmadığını bile bile söylemek zorundayız: Bu tırların taşıdığı mühimmat, terör listesinde bulunan örgütlerin eline geçmiş midir? Ölen her bir çocuğun bedeninde ve ruhunda biz sade yurttaşların da payı var mıdır?
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin, Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’ne göre; Halkın bilgi edinme hakkı uyarınca, gazeteci, kendi açısından sonuçları ne olursa olsun gerçeklere ve doğrulara saygı duymak ve uymak zorundadır.
Gazeteci, bilgi ve haber alma, yorum yapma ve eleştirme özgürlüklerini ne pahasına olursa olsun savunur! Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar’ın, ‘Gazeteci; devleti yönetenlerin belirlediği ulusal ve uluslararası politika konularında önyargılara değil, halkın haber alma hakkına dayanır. Onu, mesleğin temel ilkeleri ve özgürlükçü demokrasi kaygıları yönlendirir’ ilkesi ile hareket etmesi nasıl casuslukla suçlanmasına neden olabilir, anlamak gerçekten zor! Yöneticilerimizin fikrine katılmamız, biz yönetilenlerin, gerçekten çok yalana inanmak istememizden kaynaklanıyor olabilir mi?